Popüler Yayınlar

Ekonomik Kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekonomik Kriz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2013 Perşembe

2015 Yılında Ekonomiye Dikkat


2013 yılının başında 2015 ekonomisinden bahsetmek de nereden çıktı diyorsunuz, değil mi?

Bu blog’un takipçilerinden çoğu benim aynı zamanda ekonomist olduğumu bilmez. Evet, ben İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunuyum. Ekonomist diplomasına sahip bir pazarlama danışmanıyım. Ekonomiyi de ekonomiye dair alınan kararları da elimden geldiğince iyi takip ederim. Her yılın sonunda müşterilerime, yeni yıla dair ekonomik öngörülerimi içeren bir rapor gönderirim. Şu ana kadar da bu öngörülerimde yanılmamış olduğumu da bilmenizi isterim. (2013 yılı ekonomik öngörülerimi okumak için web sitemdeki “sürpriz” bölümüne tıklayabilirsiniz.)

Neden 2015 yılındaki ekonomik duruma dikkatleri çekmeye çalışıyorum?

Türkiye gündemini ve ekonomisini çocukluğundan beri takip eden birisi olarak Türkiye’de her 7 yılda bir ekonomik kriz yaşandığını gördüm, yaşadım. Son yaşanan 2008 krizinin (hani başbakanın “teğet geçti” dediği ama birçok firmanın dalağını parçalayan krizden bahsediyorum) üzerinden 5 yıl geçti. İki yıl sonra 7 yıl geçmiş olacak. Yani tarih tekerrürden ibaretse 2015 yılından da bir kriz bizi bekliyor olabilir. Tabii 2015’in kriz yılı olacağı “kehanet”im sadece bu 7 yıllık periyoda bağlı değil. Siyasi ve ekonomik alanlardaki son gelişmelerin ülkemizi yeni bir ekonomik krize doğru sürüklediğini de görebiliyorum.

Kriz emarelerinden bahsetmeden önce, 1971 doğumlu birisi olarak aklımın erdiği, şahit olduğum ekonomik krizler üzerinden size “7 yıllık kriz döngüsü” tezimi anlatmaya çalışacağım. İşte yedişer yıl arayla yaşadığımız krizler;

·         1980: Bize “Aman Petrol” şarkısını armağan eden bir krizdi. 1979 yılından itibaren OPEC’in petrol fiyatlarını inanılmaz artırmasıyla zaten siyasi ve ekonomik istikrarı olmayan Türkiye daha da batağa girdi. İşsizlik %20’leri geçti. 24 Ocak kararlarına rağmen iyileşemeyen ekonomi 12 Eylül darbesiyle daha da bir dibe vurdu.

·         1987: Turgut Özal’ın başbakanlığında liberal politikalarla ekonomisi kabuk değiştiren Türkiye hızla dış açık vermeye, dolayısıyla borçlanmaya başlamıştı. Kamu harcamalarının da artması cabasıydı. Özal para basarak ve devalüasyon yaparak bütçeyi dengelemeye çalışsa da 1986’da yavaşlayan ekonomik çark 1987 yılında neredeyse durdu. Köşeye sıkışan Özal erken genel seçime gitti. Seçim ekonomisi ülkeyi daha da güçsüzleştirdi ve 1987’nin etkileri 1988 ve 1989’da da hissedildi.  

·         1994: Serbest ekonomiye daha fazla adapte olan ekonomimiz, ithalatın ihracattan daha fazla artmasıyla dış borcu ve onun getirdiği faiz yükünü kaldıramaz hale gelmişti. Siyasi karmaşanın ve faili meçhul cinayetlerin had safhada olduğu 1993 yılının bitiminden sonraki ilk Ocak ayında müthiş bir devalüasyon dalgası geldi. Dolar 2-3 aylık biz zaman diliminde %100 değer kazandı, enflasyon da %100’ün üzerine çıktı. Tansu Çiller’in başbakanlığındaki koalisyon hükümeti de meşhur 5 Nisan kararlarını açıkladı.

·         2001: 1999 yılında Rusya ve Asya ülkelerini kavuran kriz, Türkiye’yi çok hırpalamamış ama yine de Dış borç stoku 120 milyar dolara dayanan Türkiye için batı ülkeleri ve IMF uyarılar yapmaktaydı. Son on yıldır süre gelen paradan para kazanma taktiği kendini besleyemez duruma gelmiş, tavan yapan faiz ve repo gibi araçlar bankaların lehine değil aleyhine çalışmaya başlamıştı. 2000 yılında dış bankaların bankalarımızdan kredilerini geri çekmesiyle başlayan süreç “çakma bankalara” el konulmasıyla sonuçlandı. 2001’in ilk aylarında Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit’e fırlattığı anda, baskılanan ekonomik kriz patladı. Enflasyon ve döviz yine müthiş sıçramalar yaşandı. Siyasi kriz de işin üzerine tuz biber ekti. Öyle ki; Türkiye tüm kurum ve kuruluşlarıyla nerdeyse çökme aşamasına gelmişti. (Bazı ekonomistler gibi ben de 2001 krizinin bir bölümünün yerli ve yabancı kodaman iş adamlarının Türkiye’yi hortumlama projesi olduğunu düşünmekteyim)

·         2008: Bu kriz aslında dış kaynaklıydı ve ülkemizi derinden etkilemesine rağmen başbakanın “teğet geçecek” açıklamasını yalanlamamak için medyamızda fazla gündem işgal etmedi. Durgunlukla, hatta resesyonla savaşan ABD ve AB ülkelerinde ekonomik krizin çıkacağı söylentileri 2004 yılından beri dillendiriliyordu. 2007 yılının sonlarında ABD emlak piyasasındaki çökmelerin bankacılık sektörünü sallamasıyla başlayan ve tüm dünyaya sıçrayan kriz elbette Türkiye’yi de etkiledi. Nitekim 2008’in üçüncü, dördüncü ve 2009’un birinci ve ikinci çeyreklerinde Türkiye eksi büyüme (yani ekonomik daralma) gösterdi. Bir çok firma kepenk kapattı.   

Gördüğünüz gibi son 30 yılda 7 yıllık periyodlarda mutlaka önemli bir ekonomik kriz atlatmışız. Peki, bu döngü kırılmış olamaz mı? 2015 yılında kriz kehanetim “21 Aralık 2012 kıyamet günü” kehaneti gibi fos çıkamaz mı? İnşallah fos çıkar. Yine de tedbiri elden bırakmayıp, 2015 yılında bizi krize sokabilecek konuları ele alıp, hem krizi oluşturacak koşulları yok etmek, hem de kriz yaşanacaksa ülke ekonomisinin de, firmaların da, bireylerin de en az etkilenmesini sağlayacak önlemleri şimdiden almak gerekir.

Yukarıda bahsettiğim kriz yıllarına daha ayrıntılı bakarsanız, tüm krizlerin “ben geliyorum” diyen emarelerini görürsünüz. Olası 2015 krizinin emareleri olarak gördüğüm konular şunlar:

·         Suriye meselesi. Suriye parçalanabilir ve bu parçalanmanın öncesinde ve sonrasında bize kötü roller düşebilir

·         İran meselesi. ABD ve İsrail her an İran’a saldırabilir. Bu saldırının öncesinde ve sonrasında bize kötü roller düşebilir.

·         İsrail meselesi. İsrail bölgede güçlü ve sözü geçer bir Türkiye istemiyor. Ortadoğuda huzur , gelişmişlik ve barış da istemiyor. Çünkü 60 yıldır, diasporadan desteği de, topraklarına toprak katmayı da, tersine göçü de, Ortadoğu’nun karışıklığına borçlu. Ortadoğu’yu toparlayacak dominant bir Türkiye istemediği için komplolar çevirdiğini düşünüyorum. İsrail’in oyunları önümüzdeki 2 yılda daha da artacaktır.

·         ABD ve AB faktörü. Her ikisi de nasıl bir Türkiye istediklerinden emin değil. Güçlü Türkiye isteyenler ile Hasta Türkiye isteyenler arasında bir çatışma olduğu muhakkak. Uzun süredir sessiz kalan Hasta Türkiye isteyicileri önümüzdeki yıllarda aktif hale gelebilirler.

·         Kürt meselesi. Öyle sanıyorum ki, büyük Ortadoğu projesi kapsamında, sınırlarımızı böldürmeden, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyini kapsayan bir bölgede Kürdistan kurulması için hükümetimiz çaba harcıyor. Bu tehlikeli oyunun başımıza yıkılma ihtimali var.

·         İnşaat sektörü. AKP hükümeti iktidara geldiği günden beri Keynes’yen bir politika güdüyor. Yani devlet harcamalarıyla ekonomiyi canlı tutmaya ve büyütmeye çalışıyor. Bu politikanın en büyük ayağı da İnşaat Sektörü. Hükümet inşaat sektörünü canlı tutmak için elinden geleni yapıyor. Hükümetin, TOKİ, Kentsel Dönüşüm, B2 Arazileri, otoyollar, köprüler, Kanal İstanbul ve daha pek çok projeye önem vermesinin sebebi bu. Bu politika doğru bence, nitekim ekonomik başarı da ortada. Yalnız iş adamlarımızın aç gözlülüğünü ve finansal beceriksizliğini hesaba katmak gerekiyor. İnşaat sektöründe ardışık batmalar, Allah korusun, ekonominin bir haftada çökmesine neden olabilir. (Fi Yapı’nın ve Ukra İnşaat’ın iflas ertelemeye başvurmaları hayra alamet değil)

·         Politik hırs. Başbakan RTE, başkanlık sistemini gözüne kestirmiş durumda. Çok köklü bir anayasa değişikliği de içeren başkanlık sistemi muhalefet ile hükümet arasını daha da gerecektir. Bu gerginliğin ekonomiye yansıyacağı kesin. Böyle kritik bir dönemde Türkiye’nin kurum ve kuruluşlarını kökten değiştirecek bir karar almak istikrarı bozacaktır.

·         İdeolojik körlük. Dincilerden gerçek demokratlık beklemek hayalciliktir. Onlar göstermelik demokrattırlar. Maalesef başarılı bir başbakan olmasına rağmen, İslamcı yanı ağır basan RTE ve AKP hükümeti her geçen gün birer birer İslami kuralları hayata sokuyor. Modern hayattan haz almayan, eğlenmeyi bilmeyen, yeniliklere açık olmayan, kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan, mezhepçilik-cemaatçilik ilişkilerine prim veren, fırsatlardan yandaşlarının yararlanacağı bir ekonomik düzen kuran, eski çağların zihniyetiyle ilerleyebileceğini sanan, yasakçı ve baskıcı anlayışın ülke iklimine egemen olması bir ülkeyi batırır ve parçalar (Örnek: Arap ülkeleri). Radikalleşen bir ülkede dünya ile rekabet edecek markalar da, firmalar da filizlenemez, ekonomi de batıyla yarışamaz. Dolayısıyla dünyaya “huzur İslam’da” diyemezsin, İslam’ın marka değerini yükseltemezsin. Ezcümle; RTE aldığı karalarla Türkiye’yi demokratik, laik ve hukuk devleti anlayışından uzaklaştırdıkça toplumsal huzursuzluk ekonomik bozulma olarak karşısına çıkacaktır.

·         Savurganlık. Başbakan RTE eskisi gibi tutumlu değil. Eski başbakanlarımız gibi bol keseden harcamaya başladı. Ekonomide aldığı yolun yeterli olduğunu düşünmeye başladı bence. Politik anlamda bölgesel güç olmamızı sağlayacak eylemleri finanse edebilecek bir bütçemizin olmadığını biri başbakana söylemeli. Türkiye 1 trilyon dolarlık GSYİH’ya ulaşmadan RTE’nin bu rolü finanse etmesi zor. Bu tutum bütçeyi olumsuz anlamda etkileyecektir. Nitekim etkiliyor da.

Yukarıdaki emarelere bir de ekonomisi sürekli bozulan sektörlerimizi katarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Zaten şirketlerimiz uzun bir süredir karsızlık problemi yaşamaktadır. Ekonomide esecek hafif bir rüzgar bile binlerce KOBİ’yi iflasa sürükleyecektir.

2002 yılından beri iktidarda olan ve başarılı ekonomik politikalar yürüten güçlü bir hükümet varken 2 yıl sonra 2015 yılını kötü geçireceğimize inanmıyor olabilirsiniz. Ama tezimi göz ardı etmeyin ve 2015 yılına temkinli girin derim.

Yine de 2013 yılında ve 2014 yılının ikinci yarısına kadar ekonomimizin canlı gideceğini ve büyüme oranlarımızın pozitif olacağını tahmin ediyorum. Bugüne kadarki ekonomik birikim ülkeyi 1,5 yıl daha idare eder. Ama korkarım yukarıda saydığım sebeplerden dolayı 2014’ün ikinci yarısından itibaren ekonomide daralma baş gösterecek.  

2015 tahminimi ciddiye alan firmalara ve bireylere tavsiyelerim şunlar: Öncelikle devam eden yatırım projelerini 2014 yılında tamamlasınlar. Planladıkları projeleri de 2016 ve sonrasına atsınlar. 2015 yılı durgun geçecek, büyüme yerine küçülme yaşayacaksınız. Yatırımda ve kredi borcunda yakalanmamanızı öneririm. 2015 yılına girerken likid kalmanız daha iyidir (yani bankada paranızın, altınınızın olması iyidir.) Zira krizin son günlerinde hem firmanızı finanse edebilirsiniz hem de satın almayı düşündüğünüz firmaları daha ekonomik bir fiyata satın alabilirsiniz. Kriz dönemlerinde borsa da dip yapacağından değerli firmaların hisselerini daha uygun fiyattan alabilirsiniz. Kriz zamanlarında reklam harcamalarınız marka bilinirliğinizi normalden daha fazla artırır. Çünkü rakipleriniz büyük bir ihtimalle krize hazırlıksız yakalanıp reklam bütçelerini iptal edeceklerdir. Kriz zamanında kimsecikler ortada yokken (dolayısıyla ekonomik fiyatlardan) bolca reklam yapmak marka değerinizi çok yükseltecektir. 2015’e girerken kenarda köşede reklam bütçeniz olsun. 2015 yılından sağ salim çıkarsanız pazar payınız artmış olacaktır. Kredi çekecekseniz TL bazlı olsun. Döviz bazlı kredilerinizi 2014 senesinin sonuna kadar kapatın veya 2015’te devam edecek döviz bazlı kredileri TL’ye çevirin. 2014 yılının ortalarında TL birikiminizi dövize veya altına döndürmenizi öneririm. 2014 yılının ikinci yarısından sonra borsadan da uzak durmak gerekir. 2014 yılında arsa ve ev yatırımı pek mantıklı durmuyor çünkü 4-5 yıl boyunca aldığınız fiyatın altında satma ihtimaliniz çok yüksek. Maketten ev alacaklar da 2014 yılının sonunda teslim edilecek projelere yönelsinler veya sermaye yapısı güçlü inşaat firmalarından ev alsınlar.

Umarım 2015 yılına dair öngörülerim doğru çıkmaz. Ya da birileri yukarıda dile getirdiğim konuları dikkate alır da, 2015 yılının ülkece daha az hasarlı atlatırız.

Ben 2015 krizine yol açacağını düşündüğüm gelişmeleri ve emareleri burada sizlere aktardım. 2015 yılında ekonomik kriz yaşanıp yaşanmayacağına siz karar verin. Uyaran ben olayım, önlem alıp almamak sizlerin kararı olsun.

1 Ocak 2009 Perşembe

Global Krizin Etkileri


İşler küreselleşiyor, firmalar uluslararasılaşıyor, markalar globalleşiyor, iletişim teknolojileri sayesinde dünya küçülüyor, kültürler arası geçişler hızlanıyor derken bir kriz patladı ve tüm dünyada ekonomiler durma noktasında geldi. Hemen hemen tüm ekonomiler resesyon yaşıyor. Krizden ne zaman çıkılacağı merak konusu…

Benim merak ettiğim ise; bu global kriz iş dünyası ile iş dünyasını düzenleyen kurulları (ve kodamanları) nasıl etkileyecek? Benzer krizlerin yaşanmaması için ne tip önlemler ve aksiyonlar alınacak?

Bu kriz gösterdi ki; dünya ve ülke ekonomisi için uygun görülen politikalarda eksiklikler ve hatalar var. Makro ve global düzeyde ne tip ekonomik hatalar yapıldığı ve bu hataların nasıl krize yol açtığı medyadaki ekonomistlerce tartışılıyor. Ekonomi diplomasına sahip bir pazarlamacı olarak benim bu kriz sonrasındaki döneme dair tahminlerim ve temennilerim ise biraz farklı.

Bence bu kriz devletlerin sadece kendi çıkarlarını düşünerek düzlüğe çıkamayacağını gösterecek. Çünkü dünyada sömürülecek kaynak ve topluluklar azaldı. Görüldü ki; gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler üzerinden refah elde etmesinin de bir sınırı var. Başka topraklara ait kaynakları ve insanları sömürerek bir yere kadar ilerlenebiliyor.

Bu kriz gösterdi ki; bir ülke kendi refahını artırmak istiyorsa, tüm dünyanın refahını da artırmayı düşünmek zorunda. Çünkü ülke ekonomileri birbirine tarihte hiç olmadığı kadar daha bağımlı artık. Küreselleşme sonucunda ortaya çıkan bu karşılıklı bağımlılık kaçınılmaz olarak krizleri de bir virüs gibi bulaşıcı hale getiriyor.

Bu bağımlılık gittikçe daha da artacak. Günümüzde 30 yıl öncekinden daha fazla gelişmiş ve gelişmekte olan ülke var. 30 yıl sonrasında gelişmemiş ülke sayısı bugünkünden daha az olacak.

2007’de finansal piyasalarda başlayan ve virüs gibi yayılarak 2008’in ikinci yarısında reel piyasalara bulaşan, üretimi ve ticareti durma noktasına getiren bu büyük krizin bir daha yaşanmaması için neler yapılabilir?

Ekonomi arz talep dengesi üzerine oturmuştur. Arzda ve talepte istikrarlı artış ekonomileri canlı tutar. Arz ve/veya talepte istikrarlı veya istikrarsız düşüş ise krizleri meydana getirir. Üretimin düşmesine, firmaların kapanmasına, ekonomilerin küçülmesine neden olur.

Arzı ve talebi istikrarlı olarak artırmak için dünyadaki modern tüketici sayısı istikrarlı olarak artmalıdır. Bunun için ya ülkenizle beraber dünya nüfusunun artmasını sağlayacaksınız ya da modern olmayan tüketicileri modern tüketiciye çevireceksiniz.

Modern ve modern olmayan tüketici tanımlamasını neye göre yapıyorum? Öncelikle bu her iki segmenti de birbirinden üstün tutmadığımı belirtmeliyim. Hatta modern olmayan tüketicilerin hayatlarına zaman zaman özendiğimi de bilmenizi isterim.

Modern tüketici düzenli geliri olan ve bu geliriyle markalı ürünler satın alan tüketicidir. Modern tüketici çalışır, para kazanır ve bu parayı dayanıklı ve/veya hızlı tüketim mallarına harcayarak sisteme tekrar sokar. Ekonomik çarkı zenginleştiren modern tüketicinin harcama performansıdır. Modern tüketicinin bitmek bilmeyen talepleri karşısında arz edenler artar. Arz edenler arttıkça ve zenginleştikçe yeni yeni arz edilecek mallar ve hizmetler pazara girer. Bu döngü sayesinde istihdam ve girişimcilerin sayısı artar. Yani modern tüketici sayısı artar.

Modern tüketicinin döndürdüğü çark sayesinde devletler doğru düzgün vergi toplayabilir, böylece hem bürokrasisini besleyebilir hem de modern tüketicisine hizmet götürebilir. Bazı devletler bürokrasisini ve onun yakınlarını beslemeyi daha fazla önemser, bazı devletler ise veli nimetine (modern tüketicisine) hizmet götürmeyi. Elbette birincisinde çarklar 7 yılda bir bozulur (bkz. Türkiye), diğerinde ise çarklar ancak bir dünya krizi çıktığında bozulur.

Modern olmayan tüketicinin ise tüketim isteği daha azdır ve bu sebeple verimli çalışma gibi bir problemi de yoktur. Genelde kendi ürettiklerini tüketirler. Marka tüketmezler. Market gibi, AVM gibi modern alışveriş noktalarından ambalajlı ürün değil, ilçe ve semt pazarlarından açık ürün satın alırlar. Tahmin edeceğiniz gibi kırsalda ve varoşlarda yaşarlar. Bu onların tercihi değildir.

Bir ülkenin modern tüketicisi ne kadar fazlaysa paranın dolaşım hızı, dolayısıyla ülkenin üretim kapasitesi ve vergi üretimi o kadar fazladır. Modern olmayan tüketicisi ne kadar fazlaysa ürün, hizmet ve vergi üretimi o kadar azdır.

Modern tüketici tüm ülkeler için en değerli kaynaktır. Ne petrol, ne altın onun yerini tutabilir. Hemen her ülke bu gerçeği bildiği için vatandaşlarını kentlere yönlendirir, modern tüketici olmaya zorlar. İlçelerde dahi semt pazarları yerine marketler ve AVM’ler oluşturmaya çalışır. Tarımla uğraşanların bile modern tüketici olmasını sağlar.

Geri kalmış ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki fark modern tüketici oranlarıyla hemen anlaşılır.

Yalnız bu kriz gelişmiş ülkelere çok önemli bir ders verdi. Bundan 60-70 yıl önce kendi ülke sınırları içindeki modern tüketiciler yetmeyince imdatlarına başka ülkelerin modern tüketicileri yetişmişti. Şimdi onlara da satmanın sınırına geldiler.

(Zaten Avrupa Birliği de birbirinin modern tüketicilerinden faydalanma projesidir)

Global kriz şunu gösterdi ki mevcut modern tüketici sayısı uluslararası şirketlere yetmiyor. Markaların hayatta kalması için daha fazla modern tüketiciye ihtiyaç var. Şirketler düzenli olarak satışlarını artırabilirse ayakta kalırlar. Bu da modern tüketicinin artmasına bağlıdır.

6 milyar nüfusa sahip dünyada modern tüketici olarak adlandırabileceğimiz insan sayısı 2 milyar düzeyindedir. Yapılması gereken geri kalan 4 milyar insanı daha üretken olmaya sevk etmek ve modern tüketici haline getirmektir.

Gelişmiş ülkeler, krizlerden çıkış yolu olarak petrol kaynaklarına sahip olmayı değil, modern tüketicilerin sayısını artırmayı hedef almalıdırlar.

Bu global kriz sonrasında uluslar arası şirketlerin dünya ticaretini daha da serbest kılan önlemler alınması için politikacıları sıkıştıracağını tahmin ediyorum. İstihbarat örgütlerinin, silah tüccarlarının ve şeytani politikacıların aksine modern tüketiciye ihtiyaç duyan bu firmalar gelişmemiş ülkelerin bir an önce gelişmesi için projeler üretilmesini talep edeceklerdir.

Yakın gelecekte neler olabilir?
Tüm dünyada kırsaldan kentlere göç hızlandırılacaktır. Modern dünyaya kirli gelen işler gelişmemiş ülkelere aktarılacak ve bu ülkelerin insanları, bu işlerde çalıştırılarak modern tüketici olmaları sağlanacaktır. AB’de olduğu gibi malların ülkeler arasında serbestçe, beyansız ve gümrük kontrolsüz dolaşımı talep edilecektir.

Bu talep yaratma süreci sırasında daha da küreselleşen dünyada ülkeler arası iş bölümü kendiliğinden ortaya çıkacak ve yazının başında bahsettiğim birbirine bağımlılık daha da artacaktır.

Ancak böyle bir süreçten sonra ülkeler arasındaki ekonomik eşitsizlikler kalkacaktır. Bugünün ağır ve kirli işlerini yüklenen Çin ve Hindistan gibi ülkeler ileride katma değeri yüksek ürünlerden de kazanç elde ediyor olacaktır.

Sonuç olarak global krizin küreselleşmeye hız vereceğini düşünüyorum. Büyük ülkeler güçsüz ülkeleri sömürmek ve karıştırmak yerine güçlendirerek daha kazançlı çıkacaklarını fark edeceklerdir.

Daha uzak gelecekte neler olacak?
50 yıl içerisinde dünya parasının ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Sonrasında da dünya vatandaşlığı ortaya çıkacak, her insanın dünyada serbestçe dolaşım ve mülk edinme hakkı olacaktır. Tüm bunların olabilmesi için çok güçlü sistemler ve kurallar inşa edilecektir. Dünya ekonomisinin daha büyük ekonomik krizlerle (ki bunları global felaketler olarak da adlandırabiliriz) karşılaşmaması için bu adımların atılması gerekiyor.