Popüler Yayınlar

1 Ocak 2003 Çarşamba

Kolaycılık bitirdi bizi


Dünya kupasına Japonya ile birlikte ev sahipliği yapan Güney Kore’yi aklımdan çıkaramıyorum. Daha 1950’lerde sefillik içinde yüzen bir ülkeymiş. Kişibaşı geliri bizim üçte birimizmiş. Şimdi ise bizi fersah fersah geçmiş durumdalar. Bize nasıl bu kadar fark atabildiler, şaşırıyorum. Biz niye bir arpa boyu yol aldık da, onlar uzayıp gitti? Bizim neyimiz eksik? Bu ve benzeri soruları hep sorup duruyorum. En sonunda beni tatmin eden bir cevap buldum; Kolaycılık.

Halkımız kolaycıdır. Bakın pratiktir demiyorum. Kolaycıdır diyorum. Küçük örnekleri sıralayayım;
  • Ev ödevini annesine yaptırır.
  • Arabasını yüz metre ilerideki boşluğa değil, evinin önündeki kaldırıma park eder.
  • Kütüphanedeki kitaptan notlar alacağına, sayfa alır.
  • Çorabıyla yatar, çorabıyla kalkar.
  • Sıraya gireceğine kaynak yapar (araya dalar).

Daha bir çok örnek verebilirim. Bunlar masum şeyler gibi gelebilir. Ama kolaycılık yönetime de sızmıştır. Bu sızma Türkiye’nin en büyük problemidir. Açıklayayım:

  • İnsan haklarını hiçe sayarak halkı daha iyi yönetebileceğimizi düşündük, olmadı.
  • Toplumu yasaklarla daha iyi yönetiriz sandık, olmadı.
  • Sendikalaşmayı önleyerek şirketlerimizi daha iyi yönetiriz sandık, ne iyi yönettik ne iyi yöneticilere sahip olduk, ne de bir dünya şirketi/markası çıkarabildik.
  • Korumacılık yaptık, hiçbir sektörde dünya lideri olamadık.
  • Dünya ile rekabet edebilmek için asgari ücreti düşük tuttuk, hiçbir yere gelemedik.

Zoru hiç göğüslemedik. Hep kolay olanı seçtik. Velhasıl hiçbir stratejimiz tutmadı. Muasır medeniyetler seviyesine çıkamadık. Olmadı. Olmadı.

Dingoyu elden beslerseniz vahşiliğini kaybeder, evcilleşir, köpekleşir. Doğada avlanmayı unutur. Hep insana muhtaç kalır. İnsan yüz çevirince de açlıktan geberir.

Politikacılarımıza “apolitikleştirilmiş halk”, yöneticilerimize “sendikasız çalışan”, iş dünyamıza “beleş kredi” verdik. Kolaycılığa alıştırdık, elden besledik. Sonuç. 80 yılda hala hasta bir ekonomi. Oysaki geriden gelen birçok ülke bizi geçti.

 “Okullar olmasaydı milli eğitimi ne harika yönetirdik” diyen milli eğitim bakanları zamanında görevden alınsaydı, sendikalaşmaya izin verilseydi, insan haklarına uyulsaydı, Türkiye bu durumlara düşmezdi, diyorum.

Patronlara da bir çift lafım var. Ucuz iş gücüyle, sendikasız çalışanlarla herkes fabrikasını idare eder, hayatta kalır, sermaye biriktirir. Önemli olan pahalı ve sendikalı işgücüyle sermaye biriktirmek. Yöneticilerinize bir de bu açıdan bakın. Onlara dikensiz gülbahçesi verdiğiniz için dünya markası yaratamıyorlar. Kapitalizmin doğası vahşi... Oysa sizler yöneticilerinize evcil bir ortam sunuyorsunuz. Tabii dünya ile rekabet edemezler, dünya markası yaratamazlar.

Ünlü bir söz vardır; Aynı şeyleri tekrarlayarak farklı sonuçlara ulaşamazsınız. İddia ediyorum, bundan sonra Türkiye ne yaparsa yapsın, sadece geçmişte yaptıklarını tekrarlamasın, düzlüğe çıkar.

Şimdi, TBMM’de çoğunluğu eline geçirmiş, tek başına iktidar olmuş ve hepsinden önemlisi “farklı” olduğunu iddia eden bir parti var. İktidardaki partinin ideolojisinin ne olduğu beni ilgilendirmiyor. Ne yapacağı önemli benim için. Farklı davransın yeter. Kolaycılığa kaçmasın. Böyle gelmiş böyle gider demesin. Değişim için değişiklik yapsın. AB normlarının peşinde koşsun. Farklı ve güzel sonuçlara ulaşacağımızdan eminim.

Son söz; kolay yoldan zengin olunmaz.