Popüler Yayınlar

15 Temmuz 2018 Pazar

Cümbür Cemaat Cehenneme

 

2016 yılındaki 15 Temmuz darbesiyle bir cemaatin yapabileceği kötülüklerin, işleyebileceği günahların nerelere ulaşabileceğini görmüş olduk. Allah korusun başarılı olsalardı, daha da kötü günlere yelken açacaktık.

 

Fethullahçılar 1970’li yıllardan beri kötülüklerini ve sayılarını artırarak darbe gününe kadar geldiler. Yıllarca takiye yaptılar, hak yediler, harama el uzattılar. Kendilerine inananları sömürdüler, kullaştırdılar. Kendilerinden olanların haksızca yolunu açtılar, kendilerinden olmayanları haksızca engellediler. Sınav sorularını çaldılar. Kamu kaynaklarını müritlerine peşkeş çektiler. Kalabalıklaştıkça, zenginleştikçe kibirleştiler. Koca bir menfaat grubu oldular. Nüfuslarından ve nüfuzlarından aldıkları kuvvetle devlet içinde paralel devlet kurdular. Kendilerini engelleyebilecek, foyalarını ortaya çıkarabilecek insanlara kumpas kurdular. Emelleri için masumlara zulmetmekten kaçınmadılar. Diğer cemaatleri bile sindirdiler. Sonunda cemaatten terör örgütüne dönüştüler.

 

Elbette FETÖ cemaati ne ilktir ne de son olacaktır. Ne kadar iyi nedenlerle kurulsalar bile cemaatler şer yuvası olmaktan kurtulamazlar. En masum cemaat bile taraftar kazandıkça, nüfuz edindikçe, malı, mülkü, parası arttıkça, gözü doymaz bir yapıya bürünecek ve daha fazlasını isteyecektir. Edindiği fakir ve orta halli müritlerin zekat ve bağışları onlara yetmeyecek, zenginlere, işadamlarına musallat olacaklardır. O da yetmeyecek kamu olanaklarını sömürmek ve devlet malını yağmalamak için iktidara yanaşacaklardır. Destek verdiği parti iktidardaysa devletin içine yuvalanacaklardır. Zamanla iktidardaki siyasi partiyi dilediği gibi manipüle edecek, hak ve hukuku çiğneyecek, devlet içinde paralel bir yapı kuracaklardır. Devletten, belediyeden ballı ihaleler, ucuz arsalar, bedelsiz tahsisler alacaklardır. Vakıflar, şirketler kuracak, vergiden ve denetimden muaf tutulmayı başaracaklardır. Elbette diğer cemaatleri de baskılamayı unutmayacak, onların müritlerini cebren ve hile ile devşirmeye çalışacaklardır. Son hamlesi de devletin başına geçmek olacaktır. Şeriat bahane, para şahane, iktidar yeganedir onlar için. Amaca ulaşmak için takiye yapmaktan, kumpas kurmaktan, günah işlemekten, hak yemekten, cinayet işlemekten asla geri durmayacaklardır. Gözü kara ve acımasızdırlar. Hedef ve planlarında bir aksama olursa kolayca teröre başvurabilirler. 

 

Sadece iktidar hırslarından dolayı girdikleri günahlardan değil, müritlerine ve topluma verdikleri zararlar açısından da cemaatler kötü oluşumlardır. Kısaca cemaatler vatana millete hayırlı kurumlar değildir. Hele dine hiç yararları yoktur, zararları çoktur.

 

Bu makalemi sonuna kadar okursanız hem dini açıdan hem de insani açıdan cemaatlerin zararlarını sizlere tek tek anlatacağım.

 

Öncelikle dini cemaatlere, onların kurucularına, yöneticilerine (heyetlerine) ve üyelerine seslenmek istiyorum.

 

Yanlış yapıyorsunuz.

 

Şirke giriyorsunuz. Dinen en büyük günah olan şirk günahını işliyorsunuz.

 

Müşrik olmuşsunuz haberiniz yok.

 

Müslüman olmanız, dindar olmanız, şeriatçı olmanız, tevhit inancınız sizin şirke düşmenizi engellemez. “Tek ilah Allah’tır, ondan başka ilah yoktur” demeniz ve buna kalpten inanmanız sizi müşrik olmaktan kurtarmaz.

 

Başka tanrılara tapmamanız, Allah’a ortak tutmamanız yetmez.

Allah’a ortak da olmamanız gerekir.

Ama sizler Allah ile ortakmışsınız gibi davranıyorsunuz. Allah adına ahkam kesiyorsunuz.

 

Birileri size kulluk ediyorsa siz kendinizi ilahlaştırmışsınız demektir. Cemaatiniz “şeyh ne derse doğrudur” anlayışındaysa siz ilahlaşmışsınız demektir.

 

Allah’ın kullarını kendinize devşirmeniz günahların en büyüğüdür. Birileri size kulluk ediyorsa (veya siz birilerine kulluk ediyorsanız) siz apaçık müşriksinizdir.

 

Not: İslam gelmeden önce (cahiliye devrinde) Araplar bir baş tanrıya ve onun altındaki yardımcı tanrılara inanırlar ve taparlardı. Yani baş tanrıya ortak olan tanrılar vardı. İslam’ın getirdiği en büyük inanç farkı tek tanrı olan Allah’a inanmak ve ondan başkalarına tanrılık statüleri vermemektir. Eğer çok tanrıya inanıyor ve tapıyorsanız size müşrik denir. Müşrik kelime anlamıyla ortakçı demektir.

 

Kuran’daki pek çok ayette Allah sadece kendisine kulluk yapılmasını, sadece kendinden yardım dilenmesini ister. Ayrıca Kuran’daki pek çok ayette din adamlarının (şeyhlerin, evliyaların, ulemaların, dervişlerin, mürşidlerin, şıhların, imamların, hocaefendilerin, pirlerin, hazretlerin, mevlanaların, mollaların, ayetullahların, gavsların, kutubların) efendi bellenmesinin günah olmasından bahsedilir. Bunların örneklerini aşağıda bulabilirsiniz.

 

Fatiha suresinin 5.ayetindeki: "Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" cümlesi başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlara “başkalarına kulluk etmeyin, Allah’a yakınlaşmak için başkalarından aracılık istemeyin” manasına gelmekteyken, cemaatler ne yapıyor? Akıl çelerek, beyin yıkayarak, Allah ile aldatarak, cehennemle korkutarak, cennetle havuçlayarak insanları kendilerine kul yapıyorlar. Hatta bazı cemaatler müritlerine (kuldan öte) köle gibi de bakmakta ve davranmaktadır. 

 

Sakın, bir mürit çıkıp da, “biz kimsenin kulu, kölesi değiliz” demesin. Dini anlamda "kul" kelimesi, Allah'a kulluk eden, O'na itaat eden, O'na teslim olan ve O'nun emir ve yasaklarına göre yaşayan insanı ifade eder. "Kul" kelimesi Arapça kökenlidir ve temel olarak "hizmet eden, itaat eden, boyun eğen" anlamlarına gelir. Sen üyesi olduğun cemaate ve liderine “sorgusuz sualsiz” itaat ediyorsan, hizmet ediyorsan, destek veriyorsan, bal gibi de kulluk yapıyorsun demektir. Kulluk yapıyorsan şirke de düşüyorsun demektir. Sen Allah’ına kulluğunu yap, ne diye bir faniye, cemaate kulluk edersin ki?

 

Nahl suresinin 36. ayetinde de “Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir bölüm vardır. Buradaki “tağut” kelimesi, Allah'tan başka ibadet edilen her şeyi, insanı Allah'tan uzaklaştıran her türlü ilahcıkları, otoriteyi ve sistemi ifade eder. Cemaatler ve onun başındaki liderler tağutun ta kendisidir. Bunun farkına varamayacak kadar kör olmuştur cemaatçiler.

 

Tevbe suresi, 31.ayetinde “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rab edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de (rab edindiler). Oysa onlar, bir tek ilaha kulluk etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir” yazar. Bu ayet, Yahudi ve Hristiyanların din adamlarını ve rahiplerini "rab" edinmelerini eleştirir. (Rab kelimesi hem Arapça’da hem de İbranice’de bazen “tanrı”, bazen de “efendi” manalarına gelir.) "Rab edinmek" burada, onların sözlerini sorgusuz sualsiz kabul etmek, Allah'ın sözünün önüne geçirmek, onların helal ve haramlarını Allah'ın helal ve haramları gibi benimsemek anlamında kullanılmıştır. Bu ayet, Müslümanlar için de önemli bir uyarıdır. Din adamlarına, cemaat liderlerine veya evliyalara aşırı bağlılık göstererek onları Allah ile aralarına koymak, onların sözlerini Kuran ve Sünnet'in önüne geçirmek, bu ayette eleştirilen duruma benzer bir hataya düşmeye yol açabilir. Ayet, asıl emrin yalnızca tek bir ilaha (Allah'a) kulluk etmek olduğunu vurgular.

 

Yine Tevbe suresinin 116.ayetninde Allah “Size Allah’tan başka yol gösteren yoktur” diyor. Buna rağmen Müslümanlar kendilerine yol gösterici bulmak için tarikat ve cemaatlere koşuyor. Tek yol gösterici Kuran’dır. O da 114 sure içeren yaklaşık 200 sayfalık bir kitaptır. Onu okuyarak, vicdanına danışarak, aklını kullanarak pek ala seni bu dünyadan cennete götürecek yolu bulabilirsin. Başka yol göstericiye neden gerek duyuyorsun? Neden Allah’ın istediğinden daha fazla dine bulaşıyorsun? Sana yol göstermeye çalışanların senden faydalanmaya çalışan kan emici sülükler olduğunun farkında değil misin?

 

Araf suresi 3.ayette "Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlar (evliyalar) edinmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!" yazar. Bu ayet, insanlara yalnızca Kuran'a uymalarını emreder ve Allah'tan başka "evliya" edinmemelerini söyler. "Evliya" kelimesi burada “dostlar”, “yardımcılar”, “koruyucular” anlamında kullanılmıştır. Bu ayet, dini konularda referans kaynağının ve rehberin sadece Allah'ın vahyi olması gerektiğini vurgular. İnsanların, dini konularda Allah'ın vahyini bir kenara bırakıp, başka insanların (evliya olarak görülenler dahil) sözlerini mutlak doğru kabul etmeleri ve onlara aşırı bağlanmaları eleştirilir. "Az öğüt alıyorsunuz" ifadesi, bu uyarıya dikkat etmenin önemini vurgular.

 

Allah Zümer suresinin 2 ve 3.ayetlerinde cemaat liderlerine kulluk edenleri daha güçlü uyarır. “Şüphesiz biz sana Kitabı hak ile indirdik. Öyle ise dini yalnız O'na has kılarak Allah'a kulluk et. İyi bilin ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka dostlar (evliya) edinenler (derler ki): 'Biz onlara ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.' Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları hidayete erdirmez.” Bu ayetler, dinin net bir şekilde yalnızca Allah'a ait olduğunu ve kulluğun sadece O'na yapılması gerektiğini vurgular. Allah'tan başka "evliya" edinenlerin durumu eleştirilir. Onların, bu evliyalara Allah'a yakınlaşmak için ibadet ettikleri, ancak bu durumun yanlış olduğu belirtilir. Ayet, Allah'a yakınlaşmak için insanları aracı kılmanın veya onlara aşırı bağlanmanın, tevhid ilkesine aykırı olabileceğine işaret eder. Doğrudan Allah'a yönelmek ve O'na halis bir şekilde kulluk etmek esastır.

                                                                      

Yunus suresinin 18.ayeti; “Bazılarınız Allah’ı bir kenara koyup, kendilerine hiçbir hayrı dokunamayacak kimselere biat ediyorlar ve “yol gösterenimiz ahirette bizim adımıza Allah’tan günahlarımızın bağışlanmasını talep edecek” diyorlar. Onlara sor bakalım, biat ettikleri faniler Allah’ın yeryüzünde göremediği bir şeyi mi görüp, Allah’a anlatacaklar? Yüce Allah’a ortak ettiğiniz bu kişilerden hemen uzaklaşın” diyor.  Allah çok net bir şekilde aracı kabul etmiyor. Allah herkesi eşit bir şekilde muhatap alıyor. Kendisini Allah katında cemaatinin sözcüsü ilan edenleri Allah “müşrik” ilan ediyor. Elbette pek çok din adamı, cemaat lideri Yunus suresinin bu ayetinin din adamlarını değil, putları hedef aldığını söyler ve çevirisini de böyle yaparlar. Yersen cehenneme, yemezsen cennete gidersin.

 

Ankubet suresinin 41.ayeti: “Allah varken evliyaları takip edenlerin durumu kendisine bir yuva yapan örümcek örneği gibidir. Halbuki evlerin en çürüğü örümcek evidir.” Bu ayette Allah, tarikatlardan ve tarikat liderlerinden kimseye hayır gelmeyeceğini apaçık söylüyor.

 

Enam suresinin 116.ayeti de cemaatlerin kendi çıkarları için taraftarlarını Allah yolundan uzaklaştırabileceklerini ifade eder. “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar sadece yalan söylerler.” Bu ayet, çoğunluğun görüşüne körü körüne uymanın tehlikesine dikkat çeker. Cemaat liderleri veya evliyalar etrafında oluşan büyük topluluklar, bazen çoğunluğun yanlış yolda olabileceği gerçeğini göz ardı edebilirler. Ayet, insanları kendi akıllarını kullanmaya, Kuran ve Sünnet'e göre hareket etmeye ve çoğunluğun yanlış yönlendirmesine karşı uyanık olmaya teşvik eder. Doğruluk ölçüsü çoğunluk değil, Allah'ın vahyidir. Bu ayet “nerde çokluk, orada bokluk” dercesine, tek tipleşmenin günah olduğunu vurgulamaktadır.

 

Kaf suresinin 16.ayetinde “Allah size şah damarınızdan yakındır” yazar. Yani Allah sizin dibinizdedir. Onunla direkt konuşmak, ona yalvarmak, ona dua etmek varken neden aracılarla Allah’a ulaşmaya çalışırsınız. Allah ile aranıza girip aracı olmayı teklif eden tarikat liderlerine neden aldanırsınız? Sahtekarlara bile bile aldanmak da günahtır.

 

Kehf suresi 110.ayette Allah Muhammed’e şöyle diyor: “De ki: Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.” Bu ayette Allah sevgili elçisinin bile tüm Müslümanlarla eşit bir insan olduğunu, peygambere ayrıcalık tanınmadığından, Allah’ın rızasını almak için peygamberi bile aracı yapmamaları gerektiğinden bahsediyor. 

 

Kuran’daki ayetlerde apaçık şekilde bunlar yazarken cemaat liderleri ve üyeleri ne diyor? “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” diyorlar. Mürşit; yol gösterici, rehber manasına gelir. Yani imam, hoca, şeyh, şıh manasına gelir. “Bir cemaate üye olmazsan, o cemaatin liderini mürşit bellemesen, şeytana kaptırırsın nefsini, iradeni” demeye çalışıyorlar. Alenen Kuran’a, Allah’a muhalefet ediyorlar. Eğer bilgisizsen, cahilsen böyle böyle ikna ederler seni. Yukarıdaki ayetlerle size ispatladığım gibi; bir Müslüman cemaat veya tarikat liderlerini asla mürşit edinemez. Edindiği anda şirke girer, şeytanı rehber edinmiş olur. 

 

(Kuran’dan verdiğim örneklere inanmıyorsanız sure adını ve ayet numarasını Google’a yazarak kontrol edebilirsiniz.)

 

Cemaat liderleri başka ne diyor? “Biat ettiği bir imamı olmayan Müslüman sırat köprüsünden geçemez, cennete gidemez” diyor. Sen de kanıyorsun. Sen saf olursan, seni daha çoook kandırırlar, Kuran’dan, İslam’dan, Allah’tan uzaklaştırırlar.

 

Pek çok cemaat üyesinin yukarıda verdiğim ayetlerin farkında olmadığını biliyorum. Bir cemaate mensup olmanın İslami şart olduğunu zannettiklerini biliyorum. Sırat köprüsünden cemaat liderleri sayesinde geçebilecekleri safsatasına kandıklarını biliyorum. Bir cemaate üye olmayan Müslümanları garipsediklerini biliyorum. Ama bilsinler ki 82 milyonluk Türkiye’nin %95’i Müslümandır ve bunların sadece %5’i (yaklaşık 4 milyon kişi) bir cemaate üyedir. Neden 74 milyon insan cemaatlere üye değildir, biliyor musunuz? Yukarıda verdiğim ayetleri bildiği için herhangi bir cemaate üye olmaz. Üye olursa şirke gireceğini, müşrik olacağını bilir de ondan. Ahiretini yakmamak için cemaatlerden uzak durur. Sen de uzak dur.

 

Bu ayetlere apaçık muhalefet ederek cemaat kuranlar da, bu cemaatlere üye olanlar da azgın azınlıktır. Nüfusları 4 milyon kadardır. Ama etkileri maalesef 40 milyonluktur. Çünkü siyasete bulaşmış, devlete sızmışlardır. Bu yüzden Yunus suresinin 100.ayetinde “Aklını kullanmayanlara Allah pislikleri musallat eder” yazar. Bahsettiği pislikler apaçık şekilde cemaatlerdir. Cemaatlerin olduğu toplulukları Allah huzura ve hidayete erdirmez. Bu yüzden Müslüman coğrafyası hep sefalet içindedir.

 

Not: Hiç unutmuyorum, ilkokul dönemimde (1970’li yılların sonlarında) annem “bu yaz deden sizlere vaaz verecek” demişti. Rahmetli dedem hem hafız hem de hacı idi. Bir anlamda ailemizin dini alimiydi. Dini bilgisi çok kuvvetliydi. Çok güzel vaazlar verirdi. O yaz tatilinde memlekete gittiğimizde dedem ilkokulda okuyan biz torunlarını sık sık toplayıp dini bilgiler vermişti. İslam’dan Kuran, Peygamberden, Müslüman ahlakından bahsetmiş, dinen günah ve sevap olanları öğretmişti. Kuzenlerimle birlikte dedemi can kulağıyla ve merakla dinlemiştik. İslam’a göre en büyük günahın şirk olduğunu ve şirkin ne demek olduğunu ilk dedemden öğrenmiştim. Aklımda kalan öğütlerinden biri de; “asla bir cemaate veya tarikata girmeyin, hiçbir alimin hizmetine girmeyin, bu şirktir. Çünkü onlar sizin kendilerine Kuran’dan ve Peygamber’den daha çok inanmanızı, Allah’a itaat eder gibi etmenizi isteyecek. Bunları istemese bile siz kendiliğinden ve fark etmeksizin şeyhinize tapmaya başlayacaksınız. Günahlarınızın Allah tarafından bağışlanması için şeyhinizden şefaat dileneceksiniz. Bu apaçık şirktir. Allah ile aranıza kimseyi koymayın. Allah ile aranıza girmeye çalışan şeyhlerden, cemaatlerden uzak durun” demişti. Sonradan öğrendim ki, Anadolu’da dedem gibi düşünen ve yaşayan on milyonlarca insan varmış, bu yüzden on milyonlarca insan cemaatlerin önünden geçmemiş, bu yüzden çok küçük bir azınlığı cemaatler mürit edinebilmiş.

 

Ey cemaat kurucuları!

 

Allah, peygamberlerine bile kulluk yapılmasını yasaklamışken, siz nasıl olur da, kurduğunuz cemaat üyelerini sorgusuz sualsiz size biat etmesini, her daim sizi desteklemesini, sizin izinizden yürümesini istersiniz? Nasıl olurda müritlerinizin iradesine çökersiniz?

 

Cemaatinizi dinle ilişkilendirmenizi anlarım, insanlara dini bilgiler ve manevi rehberlik verme iddianızı anlarım ama sizler sınırı aşıp dinle özdeşleşiyorsunuz. “İslam biziz, gerçek Müslüman bizim gibi düşünür ve yaşar” diyorsunuz. Hatta daha da ötesine geçiyor İslam’da olmayan adetler ve kurallar icat edip, müritlerin bunlara da uymasını istiyorsunuz. Bu uygulamalarınız paralel dindir. Şirktir.

 

Yahudiliğin ve Hristiyanlığın Allah yolundan çıkmasının sebeplerinden biri de ruhban sınıfı ise siz ne demeye kendinizi din alimi, tarikat lideri, cemaat başı ilan edip, ruhbanlaşırsınız? Nasıl olur da hikmetinizi Allah’tan aldığınız yalanını yayarsınız? Bunların şirk olduğunu nasıl görmezsiniz? Allah tarafından kutsandığını, yetkilendirildiğini, güçlendirildiğini söyleyen firavunlardan, diktatörlerden, krallardan ders almadınız mı? Allah onları helak etmedi mi? Yoksa bilerek mi şirke düşersiniz?

 

Ey cemaat üyesi!

 

Sana gelince… Bu yoldan çabuk dön. Bir cemaate üye olarak, bir cemaat liderine taparak, büyük günaha giriyorsun. Cehenneme koşarak gidiyorsun haberin yok. Zararın neresinden dönersen kardır. Derhal cemaatinden ayrıl. Kendini kullandırtma. İradene ipotek koydurma. Dini duygularını sömürtüp ne idüğü belirsizlere kulluk yapma. Cemaatine köle olma.

 

Bak kardeşim, şirk günahı sadece birden fazla tanrıya tapmakla ilgili değildir. Allah’ın yardımcılarına (meleklerine, şeytanına, cinlerine) tapmak da şirktir. Hristiyanların yaptığı gibi baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi de şirktir (ki İslam çok tanrıcılıktan daha çok üçleme icat ettiği için bozulmuş Hristiyanlık yüzünden gönderilmiş bir dindir).

 

Kuran ortadayken, hadisler ortadayken, siyer kitapları ortadayken, dini kitaplar ortadayken, dinini bunlardan öğrenmen gerekirken, bir insanı, bir cemaati rehber edinmen de şirktir. Bir cemaat liderini peygamber mertebesine çıkarman, onu ilahlaştırarak anlatman da şirktir.   

 

Hz. Muhammed gençliğinde neden Erdemliler İttifakı’nın (Hılful Fudül) kurucuları arasında yer aldı? Çünkü cahiliye döneminde Mekke erkleri, kabile reisleri ve zenginleri halkın kanını emiyordu.  Adaletsizlik, ahlaksızlık ve talan almış başını gitmişti. Dönemin putperest cemaatleri de erklerin, aşiret reislerinin ve zenginlerin yararına çalışıyor, sıradan insanların bu zümreler tarafından ezilmesine, sömürülmesine, gasp edilmesine, haklarının yenmesine ses çıkarmıyorlardı. Yahudi ve Hristiyan cemaatler de şer yuvası olmuşlardı. Ezilen cahil halk da dine ve cemaatlere sığınmıştı. Böylece cemaatler de halkı söğüşleyebiliyorlardı. Cemaatler müritlerinin beynini uyuşturmuş, iradelerine çökmüşlerdi. Birlik yerine ayrışmayı, sevgi yerine nefreti, ahlak yerine ahlaksızlığı aşılıyorlardı halka. Mekke’yi yöneten zalimlere halkın tepki vermemesi için çalışıyorlardı. Değişen bir şey olmadı. Şimdi de öyle. Cemaatler halkı hak yolundan uzaklaştırmak için var olmaya devam ediyorlar. Cahil müritler sayesinde cahiliye devri maalesef yeniden hortladı.   

 

Ey cemaat üyesi! Bil ki; Cemaatler kötülükten beslenir. Hayat koşulları ne kadar kötüyse o kadar mürit edinirler. Bu yüzden hayat şartlarının iyileşmesini istemezler. Bu yüzden zalimlerin iktidarlarına ses çıkarmazlar, bu yüzden zalim iktidarlarla işbirliği yaparlar.

 

Ey camaat üyesi! Bil ki;

·         Cemaatler insanlık mezbahalarıdır.

·         Cemaatler kişilik silme bürolarıdır.

·         Cemaatler insanları köleleştirme kamplarıdır.

·         Cemaatler insanları kaz gibi yolma merkezleridir.

·         Cemaatler insanın aklını ve kalbini mühürleme yerleridir.

·         Cemaatler nefret pompalama okullarıdır.

·         Cemaatler şeytani girişimlerdir.

·         Cemaatler insanı Allah’tan uzaklaştırma külliyeleridir.

·         Cemaatler insanı İslam’dan uzaklaştırma üsleridir.

·         Cemaatler cehenneme yolcu taşıyan terminallerdir.

 

Cemaatler üzerinden Allah’a ulaşmanız imkansızdır, olsa olsa şeytana ulaşabilirsiniz ve maalesef şeytana ulaştığınızı da anlayamazsınız. Şeytanın hizmetine girdiğinizi fark edemezsiniz. Cümbür cemaat cehenneme gittiğinizi göremezsiniz.

 

Ey cemaat üyesi!

 

Biliyorum (1); dini kimlik kazanmak, dinine hizmet etmek, dinini daha fazla öğrenmek, manevi rehberlik almak, huzur bulmak, nefsini terbiye etmek, saygınlık görmek, topluluk desteği almak, özgüven kazanmak, bir statü elde etmek, iş ve maddi destek bulmak, çevre edinmek ve benzeri nedenlerden dolayı bir cemaate girdin. Elbette herhangi bir sivil toplum kuruluşuna, derneğe, vakfa bu amaçlarla girilebilir. Bunda utanılacak, ayıplanacak bir şey yok. Eğer amacına ulaştıysan ne ala. Ama cemaatin seni sömürüyorsa, seni kulu yapmışsa veya cemaatin başkalarını sömürüyorsa ve kulu yapmışsa oradan hemen uzaklaş. Orası şirk yuvası olmuş demektir.

 

Biliyorum (2); dindar olan anne ve baban senin de onlar gibi dindar olmanı ve kalmanı sağlamak için bir cemaate yolladılar. Belki de kendilerinin hiç deneyimlemediği, etraftan methini duydukları bir cemaate yolladılar. Evlatlarını dini bütün yetiştirmiş olmanın havasını atmak için seni bir cemaate girmeye zorlamış da olabilirler. Ya da mahalle baskısıyla seni cemaate yollamış da olabilirler. Dini bütün bir insan, dindar bir insan olman için cemaate ihtiyacın yok. Müslümanlığı öğrenmek için bir cemaate girmene gerek yok. İslam’ın, imanın şartları belli, ibadetin tarifi net. Cemaatler farklı olarak ne sunuyor? Farklı bir şey söylüyorsa bu dini çarpıtmak değil midir? Aynı şeyi söylüyorsa Allah'la arana neden başkalarını sokuyorsun ki? Bunu ailene anlatabilir, şirk yuvalarından uzak durabilirsin. Bu kudretin sende var olduğuna, Allah’ın yanında olduğuna inanman yeterli.

 

Biliyorum (3); bir tarikatın içine doğdun. Annen, baban, onların ebeveynleri ve diğer tüm akrabaların zaten aynı tarikatta. Doğal olarak sen de o tarikatın propagandasıyla büyüdün. Ailen kaderindir deyip boyun eğebilirsin veya ailendeki ilk uyanışı başlatabilirsin. Sana tavsiyem aklını ve vicdanını geliştirmen. Okuman, araştırman. Kişiliğini kazanman. İradeni eline alman. Yanlışa yanlış demen. Dini özgürlüğünü kazanman. Allah yardımcın olsun.

 

Biliyorum (4); gençliğini hovardaca yaşadın, kötülüklere bulaştın, sapkınlıkların oldu, harama el uzattın, kırdın, döktün, şimdi de pişmansın, tövbe etmenin bir parçası olarak da cemaate girdin. Yani bir yanlışı başka bir yanlışla kapamaya çalıştın. İyi halt ettin. Allah seni ıslah etsin. Cemaate gireceğine önce özeleştiri yap, kötü alışkanlıklarını ve huylarını tamamen bırak, kendini yeniden yapılandır. Kırdığın, zarar verdiğin insanlardan özür dile, hatalarını telafi et. Sonra da Allah’a başkalarının aracılığıyla değil, bizzat kendi çabanla yakınlaşmaya çalış.

 

Hiçbir baltaya sap olamadığı için cemaatlere yamanan genç. Menfaat devşirmek için cemaatlere katılan uyanık. Cemaatleri devlette iş bulma kurumu olarak gören fırsatçı. Sana işleyecek tavsiyem yok. Ne halin varsa gör.

 

Tüm cemaatler istismarcıdır. Dindar insanların dini duygularını istismar ederler. Kuran ayetlerini hadisleri ve dini kavramları kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp, inananların iradesini şekillendirirler.

 

Her insanın içinde ruhsal boşluk vardır, her insan manevi arayış içindedir, her insan Allah’ın rızasını almaya çalışır, her insan cennete gitmeye çalışır. Cemaatler insanların bu manevi kaygılarını çok iyi bilir ve bu kaygılardan yürüyerek kendine müritler kazanmaya çalışır. Dine sığınarak, güya dini bir yapı kurarak, resmen Allah’a, peygamberine ve dinine alternatif olmaya çalışırlar.

 

Cemaatlerin topluma vereceği hiçbir şey yoktur. Tam aksine toplumları çukura çeker, toplumların geriye gitmesine neden olur. Tarikatların hakim olduğu toplumlarda asla adalet olmaz, asla eşitlik olmaz, asla refah olmaz, asla bilim yeşermez, teknoloji çıkmaz. Tarikatlar olsa olsa mankurt (beyni yıkanmış, aklı dondurulmuş, robotlaşmış) insanlar yetiştirir.

 

Cemaatler kendine mürit edinmek için kendini hoş gösterir, masum gösterir, adil gösterir, haktan gösterir, yardımsever gösterir. Tek amacı vardır; gelirini sülük gibi emeceği müritler bulmak. Kendisine para, mal, mülk aktarabilecek yeni müritler bulmak için de yine müritlerini kullanır. Allah aşkına kendini kullandırtma.

 

Cemaatler insan stoklarını artırmak için okullar, dershaneler, kurslar ve yurtlar açar. Ağına düşürmek istedikleri gençleri buralardan indirimli veya bedava yararlandırırlar, burs verirler. Başlarda tek şartları sohbetlerine katılmalarıdır. Buradaki gençleri ahlaki ve dini güzel sözlerle önce kendilerine sonra da cemaatlerine bağlarlar.

 

Fakir ailelerin çocuklarına yatacak yer ve yiyecek yemek verirsen, zaten şeytan olsan da sana bağlanır, sana sığınır. Çünkü fakirlik, yoksunluk, imkansızlık, kimsesizlik, çaresizlik şeytanın eziyetinden de kötüdür. Pek çok fakir genç de ileride maddi ve manevi bir menfaat elde edebilme şansı yakalamak için “bile isteye” kendini cemaatin kucağına bırakır. Bu gençlere sınavlarından önce cevap anahtarı verirsen, haksızca yüksek puanlarla mezun olmalarını sağlarsan, iş mülakatlarında torpil yaparsan, kariyerlerinde liyakatsizce yükseltirsen ve tüm bunların da neden günah olmadığını açıklayabilirsen cümbür cemaat kokuşmaktan rahatsız olmazsın. Nitekim olmamışlardır da.

 

Cemaat kurucuları, liderleri şeytana pabucunu ters giydirecek kadar uyanıktır, zekidir. Ağızları iyi laf yapar. Hitabetleri güçlüdür. Cevapları çoktur. Kuran’dan, hadislerden Arapça cümleler okuyarak etrafını etkilemeyi bilir. Cennetten, cehennemden, iyilikten, yardımlaşmadan bahsederek ağını kurar. İlahi bir hakikate sahiplermiş gibi hava yaratırlar. Cennetin anahtarı ve tapuları kendi kasalarındaymış gibi davranırlar. Allah ile temasta, meleklerle işbirliğinde, cinlerle mesaide, peygamberlerle muhabbeteymiş gibi yaparlar. Soylarını peygambere bağlayacak, kendilerini Seyyid tanıtacak yalanı söylemekten çekinmezler. Rüyalarında peygamberin kendisini Halife atadığını fısıldarlar. Yakında mesih/mehdi olacağı dedikodusunu yaydırırlar. Yalan söylemekten, günaha girmekten korkmazlar. Güç kazanmak için onlara göre her şey mübahtır.

 

Cemaat liderleri karizmatiktir. Yüreklere dokunmayı bilirler. Yeni müritlerini överler, dindarlıklarını, takvalarını methederler. Böylece müritleriyle güçlü bağlar kurar, onları maddi ve manevi sömürüye açık hale getirirler. İlginç zikir yöntemleriyle müritlerini adeta sarhoş ederler. Tek amacı cemaatten içeri bir adım attırmaktır.  O adımı attırdıktan sonra müritlerinin gözünü ve gönlünü takiye ile büyülerler. Kendileri aracılığıyla cennete gideceğine inandırırlar. Mürit hipnotize olduktan sonra artık cemaatin kulu, kölesi olur. İradesini bir kenara koyar. Cemaat lideri ne derse inanır, ne söylerse yapar. Aklına ve vicdanına artık hiç başvurmaz. Robotlaşmıştır. Mankurtlaşmıştır. Emir kulu olmuştur. 

 

Zaten mürit Allah’ın verdiği aklını kullansa, uyanık olsa, yukarıda verdiğim ayetlere vakıf olsa, cemaatlere adım dahi atmaz. (Kendisine cemaat propagandası yapanlara “at yalanı s.ksinler inananı” der, geçer.) Bu da cemaatlerin kan kaybetmesine, küçülmesine neden olur. Ama asla yok olmazlar. Çünkü dinini bilmeyen, Kuran’ı bir kere bile açıp okumamış, ayetlerin ne demek istediğini merak etmemiş, İslam tarihinden bihaber, önceki hak dinler hakkında hiç bilgisi olmayan cahil Müslümanlar hep olacaktır.

 

Bir de bilirsiniz, cahillerin cesareti çok olur. Bu yüzden kanla, başla, canla cemaatlerini ve şeyhlerini överler. Şeyh uçmaz, müridi uçurur misali cemaat liderini neredeyse peygambere eş tutarlar. Hatta şeyhleri Allah’a eş tutanlar bile vardır. Bu putperestlik değil de nedir? Neyse, demek ki onlar kabir azabını henüz dünyadayken yaşamaları gerekiyormuş, diyelim ve devam edelim.

 

Cemaatler müridinin uyanmasını engellemek için dış dünya ile bağını olabildiğince koparmaya çalışır.  Bunu yapabilmesi için müridinin cemaat dışı insanlarla (ister başka tarikattan olsun, ister dindar olsun, ister laik olsun, ister deist/ateist olsun, ister yabancı olsun, ister arkadaşı olsun, isterse akrabası olsun) görüşmesini engeller. Müritler “şeyh seni görüyor”, “yaptıkların meleklerce bildiriliyor”, “günahın anında kaydediliyor” gibi sözlerle sürekli baskı altında tutulur.

 

Birsi annesi-babası yüzünden cemaate girmekte veya cemaatin telkinlerine uymakta tereddüt ediyorsa cemaat ondan anne babasıyla dahi ilişkisini kesmesini ister. Görüşürse günaha gireceğini telkin eder. Bu yüzden pek çok mürit annesi, babası veya kardeşleriyle konuşmaz. Cemaatler menfaatleri için aileleri parçalamaktan geri durmazlar. 

 

Cemaatler, müridinin gözü açılmasın, aklı çalışmaya başlamasın, çağdaş hayata özenmesin diye dış dünyayı da takip etmelerini istemez. Ne televizyon seyretsin, ne radyo dinlesin, ne gazete/dergi okusun, ne sosyal medyaya girsin, ne gezsin, ne sinemaya/tiyatroya gitsin, ne müzeye girsin, ne herhangi bir etkinliğe katılsın ister. Devlet okulları “günah” sayılır, çocuklar cemaat evlerinde sadece dini eğitimle büyütülür. (Eskiden bu yalıtım faaliyetleri daha fazlaydı, baktılar ki aşırıya kaçtılar, artık müritlerini eskisi kadar yalıtamıyorlar. Madem yalıtamıyoruz deyip kendi medyalarını oluşturdular, gazete/dergi çıkardılar, TV ve radyo kanalları açtılar.)

 

Bu yalıtım cemaat yurtlarında daha da fazladır. Gençlere müzik dinletmezler, şarkı söyletmezler, dans ettirmezler, oyun oynatmazlar, film izletmezler, TV açtırmazlar, internete girdirmezler, sosyal medya kullandırtmazlar, roman okutmazlar, gençlerin kendi aralarında geyik muhabbeti yapmalarına tahammül etmezler, cemaat dışı gençlerle sosyalleşmelerine izin vermezler, kısaca gençliklerini ellerinden alırlar. Bu yüzden cemaatlerde kalan çocukların ve gençlerin psikolojileri berbattır. Dayanamayıp cemaatten kaçanlar, uyuşturucuya bulaşanlar, intihar edenler çoktur. Bunların azı medyaya yansır, çoğu yansımaz. Yansısa da ne devletin umurunda olur, ne de cemaatin.

 

Biat edilmesini garanti altına almak için cemaatler müritlerini kişiliksizleştirmeye çalışırlar, bireyselliklerini yok edip tek tipleşmeye zorlarlar. İradelerini gasp ederler. İtiraz hakkı tanımazlar. Hatta söz hakkı bile tanımazlar. Demokratik haklarını bile ellerinden alıp kime oy vereceklerini dikte ederler. Cemaatlerini ve liderlerini sorgulatmazlar, eleştirtmezler. Tepki veremez hale getirirler. El, ayak öper hale getirirler. Allah’ın kulu değil, cemaatin kulu olasıya kadar müridin beynini yıkarlar.

 

Cemaatler müritlerinin her şeyi cemaati ile yapmasını ister. Çok eleştirdikleri Masonlar gibi sadece birbirlerini koruyup kollamak, birbirlerine para kazandırmak isterler. Müritlerini müşteri gibi görürler. İhtiyaçlarını birbirlerinin şirketlerinden ve cemaatin şirketlerinden almalarını isterler. İsterler ki cemaat üyesi dış dünyayı görmesin. Sadece kendi camilerine gelsin, kendi okullarına gitsin, kendi marketlerinden alışveriş yapsın, kendi TV kanallarını izlesin. Başka cemaatlerin düşünce ve yaşama şekillerini dahi görmesini istemezler. Böylece cemaat iyice içine kapalı yaşar. Cemaat dışındakileri kötü ve kafir görürler. Cemaat üyelerine sürekli telkin, korku ve baskıyla dış dünya düşman gibi gösterilir. Cemaatten ayrılan kişilere “mürted” (dinden dönen), “hain” damgası vurulur. “Ayrılan helak olur” denir.

 

Cemaat liderleri ve tepe kadrosu müritlerin din konusunda bilgili olmasını da istemez. Kuran’ı Türkçe okuyup anlamalarını da istemez. Hadisleri ve siyeri de iyi bilmelerini istemez. İslam’daki mezhepsel ayrılıkların kökenlerini bilmelerini de istemez. Çünkü din konusunda bilgili olurlarsa cemaati terk edeceklerini bilirler. Bu yüzden cemaat üyelerini dini konularda cahil bırakacak şekilde yönlendirirler. İsterler ki, dini sadece kendilerinden öğrensinler. (Din konusunda cahil Müslümana dilediğin kadar palavra ve safsata sıkabilir, dilediğin gibi kandırabilir ve yönlendirebilirsin.) Verdiğin bu sahte dini bilgiler karşılığında da müritlerinden zekatları ile maddi ve manevi desteklerini alırsın (hortumlarsın). Halbuki Bakara suresinin 174.ayeti apaçık şekilde “din ticarete alet edilemez” der: “Allah’ın indirdiği kitabın bazı kısımlarını gizleyen ve bunu az bir bedel karşılığı satanlar yok mu! İşte onlar, karınlarına cehennem ateşi dolduruyorlar. Kıyâmet gününde Allah ne onlarla konuşacak, ne de onları temize çıkaracaktır. Onlara elem verici bir azap vardır.”

 

Cemaatler mürit kaybetmemek ve yeni müritler kazanmak için doğruluğun ve normalliğin dışına çıkmak zorundadır. Din adına, liderleri adına palavralar uydurmak zorundadırlar. Dinin elden gitmekte olduğu kaygısını yaymak zorundadırlar. Diğer cemaatlere, diğer tarikatlara, diğer mezheplere, diğer dinlere, dindar olmayanlara ve dinsizlere karşı nefret pompalamak zorundadırlar. Safsatalarıyla gerçeklerin üstünü örtmek zorundadırlar. Müritlerini dünya gerçeklerinden koparabildikleri, akıl ve mantıktan uzaklaştırabildikleri, radikalleştirebildikleri oranda sömürebilirler. Bu yüzden araştıran, sorgulayan, eleştiren mürit istemezler. Aklı hür, vicdanı hür mürit istemezler. Sadece itaat eden ve biat eden müritlere ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple cemaatlerin insan kalitesi ve zekası (IQ) çok düşüktür. Bilime, teknolojiye, tıbba, mühendisliğe, mimariye, hukuka, sosyal bilimlere, modernleşmeye katkıları hiç olmaz. Tam tersi müspet bilimlerin yeşermesine engel olurlar. Cemaatlerin hakim olduğu, yaygınlaştığı toplumların gelişebilmesi imkansızdır. Ortadoğu bu yüzden geridir, bu yüzden Ortadoğu insanlarının IQ puanı dünya ortalamasının gerisinde, normalin altındadır. Bkz: https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Clkelere_g%C3%B6re_IQ

 

Not: Cemaatler eskiden müritlerinin okuyup tahsil görmesini istemezdi ama tahsillilerde daha çok para olduğu ve devleti ele geçirebilmek için okumuş (diplomalı) müritlere ihtiyacı olduğu için artık okumaya pek karşı değiller. Hatta çıkarlarına yaradığı için artık kızların okumasına da pek karşı değiller. Bu yüzden dershaneler açtılar, üniversiteler açtılar. “Üniversitelerimizde bilim yapamazsak da ilim yaparız, daha zengin müritlerimiz olur, devlet olanaklarından daha fazla yararlanırız” vizyonuyla eğitimcilik oynuyorlar. Neredeyse 30 yıldır var olan cemaat üniversitelerinden birinin dahi bilime, teknolojiye, insanlığa katkısı olmamıştır. (Olduysa yorumlara yazın lütfen. Aydınlanalım.)

 

Tarikata giren mürit oltaya takılmış balık gibidir. Çırpınsa da oltadan kurtulamaz. Dini safsatalar eroin gibidir, mürit ne kadar safsata duyarsa, daha fazlasını ister. Sonunda zombiye dönüşür. Maalesef müritler yaşayan ölülerdir. 

 

Cemaatler içinse müritleri sayıdan ve paradan ibarettir. Onların hayatını gasp ederler ve asla bundan suçluluk duymazlar. Allah’ın kulunu tek tipleştirip, kendilerine köle edinmekten asla rahatsız olmazlar. Çünkü vicdansızdırlar, Allahsızdırlar. Öyle olmasa yukarıdaki ayetleri bile bile cemaat kurmazlardı, değil mi?

 

Bazı cemaat liderleri, doğrudan Allah'tan ilham veya vahiy aldıklarını iddia ederek, kendi öğretilerini ve emirlerini kutsallaştırmaya çalışırlar. Geçmişte kendini peygamberden üstün gören, mehdi, mesih, Hz. İsa ilan eden, hatta Allah olduğunu iddia eden cemaat liderleri bile çıkmıştır. Cemaatler böyle tehlikeli yerler, böyle günah yuvalarıdır.

 

Cemaatlerin içinde hafiyelik, jurnalcilik vardır. Müridi müride takip ettirirler. Kim ki cemaatin uygulamalarından azıcık uzaklaşır, hemen üzerine çullanır, beyin yıkamayı ve mobbingi artırırlar. Müritlerini fişleyen, gizli ses ve görüntü kaydı alan, sırlarını öğrenen, zamanı geldiğinde müridine şantaj yapan cemaatler vardır.  

 

Özellikle köy, kasaba ve ilçelerde hakimiyet kurabilmiş olan bazı cemaatler, bu küçük yerleşkelerde adeta halkın üzerine kabus gibi çöker. Yasaklar koyar. Haraç keser. Yaşamı şekillendirir. Asla farklılıklara göz yummaz.

 

Pek çok ruh hastası, sapık, gaddar insan da cemaatlere sızarak emellerini gerçekleştirmeye çalışır. Bu yüzden dayak, eziyet, işkence, eşcinsellik, tecavüz gibi vakalar cemaatlerin içinde çok yaşanır. Adları kötüye çıkmasın diye cemaatler bu olayların üzerini örter, faillerini görmezden gelir, mağdurları susturur.

 

Cemaatlerin içinde pek çok kanunsuzluk ve ahlaksızlık yaşanmaktadır. Ama kol kırılır yen içinde kalır misali cemaatlerin içinde olup biten haksızlıklar, ahlaksızlıklar asla dışarıya sızdırılmaz. Cemaatlere bağlı kurslarda, okullarda, yatakhanelerde dayaklar, mobbingler, tacizler, tecavüzler, tehditler, şantajlar gırladır. Cemaatlerde insan onuruna yakışmayacak pek çok uygulama vardır. Cemaat liderinin lüks tüketimi, şehvet düşkünlüğü, zinaları, sapkınlıkları, zenginliği, nepotizmi görmezden gelinir. Cemaatinin işlediği haltları bilen müritler ise beyinleri yıkandığı ve vicdanları köreltildiği için seslerini çıkarmazlar.  Bazı cemaatler vergi kaçırır, kara para aklar cemaat üyelerinin vicdanı sızlamaz. (Halbuki Hz.Muhammed, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” demesine rağmen.)

 

Elbette cemaatin müritleri zekatlarını, kurbanlarını ve daha bilumum bağışlarını da cemaate yapar. Oysaki İslam’a göre zekat direk ihtiyaç sahibine verilmelidir. Bir aracıya vermek mübah değildir. Bu yüzden ihtiyaç sahiplerine versin diye zekatını cemaate vermek dinen caiz değildir. Hele hele verdiğiniz zekatı cemaat amacı dışında kullanıyorsa sadece cemaat değil, zekatı veren de günaha girer. 

 

Müritler öylesine hipnotize olmuştur ki, fakirlik çeken öz kardeşine veya akrabasına maddi yardım yapacağına cemaatine yapar. Mürit olan iş adamı kazandığı kardan, maldan, mülkten doğan zekatı asgari ücret verdiği çalışanlarına dağıtmak yerine cemaatine verir. Zaten hiçbir cemaat kendisinin müridi olmuş işadamına “çalışanlarına yardım et” demez, “sadece bize yardım et” der. Velhasıl bir cemaate elini veren işadamı kolunu kaptırır. Bazen gönüllü olarak bazen de zorla servetini cemaate aktarır. Elbette altın yumurtlayan tavuğu kesmemek için cemaat kendisine mürit olmuş iş adamlarına iş fırsatları da açmayı ihmal etmez. Devletin kaynaklarını iş adamına yönlendirecek çözümler (!) üretir. Sıradan bir Müslüman için haksız kazanç günah olmasına rağmen, cemaate üye Müslümanlar için haksız kazanç günah değildir, çünkü onlara öğretilene göre kendilerinden olmayanların mallarını, paralarını almak helaldir.

 

Pek çok cemaat müritlerinin devlete vergi vermesini de istemez. Devlete vergi verilmesi yerine kendilerine bağış yapılmasını ister. Bu yüzden cemaatlere üye esnaflar ve patronların devlete verdiği vergiler yok denecek kadar azdır. Devletin başına geçememiş her cemaat devlete verilecek verginin Şeytani düzene harcanacağını söylerken, devletin kaynaklarından nemalanmayı ise helal görürler. Vergi vermezler ama başkaları tarafından verilen vergileri yemeyi içlerine sindirirler. 

 

Cemaatler çöreklendikleri bir kamu kuruluşunda, askeriyede veya özel şirkette kendilerinden olmayanlara mobbing uygularlar. İşten ayılasıya kadar onu zorlarlar. İşten atılsın ki, yerine kendi cemaatinin üyelerini istihdam etsinler. Kendilerinden olmayanların ayaklarını kaydırmaktan veya cemaatlerinden çıkanların hayatını kaydırmaktan hiç tereddüt etmezler. 

 

Cemaatler Türklüğün düşmanı, milliyetçiliğin muhalifidir. Ümmetçiliği salık veren, Arap asimilasyonuna hizmet eden kurumlardır. Türk örf ve adetlerini aşağılayan, yasaklayan üslerdir.

 

Bu kadar kötü işlere bulaşan cemaatlere mürit olmasanız bile, maddi ve manevi destek veriyorsanız, onların günahlarına ortak oluyorsunuz demektir. Yardım ettiğiniz cemaatlerin günahları sizin de boynunuzadır. O cemaatlerde eziyet gören, sömürülen insanların ahı, ve de o cemaatlerden kötülük görenlerin ahı sizi de bağlar.

 

Kuran’da apaçık yasaklanmışken, bir sürü kötü örnek varken, neden din adamları cemaat kurma peşinde? Paranın gözü kör olsun. Erk (güç, iktidar) hırsının canı çıksın. Kafasını dine takmış, din araştırmaları yapmış “dinci” bir insan için cemaat kurmak şirket kurmaktan daha karlı, siyasi parti kurmaktan daha ballıdır. Kolay para kazanırsın, kolay güç elde edersin. Cemaat işinde para kazanmanın da güç kazanmanın da sınırı yoktur. Bu yüzden cemaatlerin ekonomisi kısa sürede büyük holdinglerin seviyesine gelebilmekte ve aşabilmektedir. Vakıf olarak işlerini yaptıkları için de vergiden muaf çalışmaktadırlar. Diledikleri gibi, hesap vermeden bağış toplama yetkileri de vardır. Hemen hemen her sektörde kurdukları işletmelerle dev bir holding gibidirler. Halkımız ve devletimiz cemaatlere bu kadar yol verince, göz yumunca haliyle uyanık her hocanın aklında cemaat kurmak vardır.

 

Cemaat kurmak mı daha günahtır, cemaate üye olmak mı, gelin siz karar verin.

 

Not: Elbette cemaat kurmanın günah olduğunu bildiği için pek çok din alimi etrafındakiler gaz vermesine rağmen cemaat kurmamıştır. Bu mübarek insanlar tarikat ve cemaatlerin şeyhlerinden, kutuplarından, gavslarından kat be kat daha fazla dini bilgiye, insani ahlaka, İslam’i terbiyeye, etkileyici söylemlere sahip olsalar da, etrafındakilerle mürid-mürşid ilişkisi/bağı oluşturmamışlardır. Çünkü bunun çok büyük bir günah olduğunu, şirke düşeceklerini bilirler. Örnek isimler mi vermemi istiyorsunuz? Muhammed Abduh (1849–1905), Reşid Rıza (1865–1935), Mevdûdî (1903–1979), Ali Şeriati, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa İslamoğlu, İhsan Eliaçık, Caner Taslaman, Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy, Eren Erdem, Cemil Kılıç ve daha nice ilahiyatçımız asla cemaat kurma peşinde olmamışlardır.

 

Yazıma burada bir ara verip, cemaatlerden bihaber olan okurlarım içi bazı kavramları açıklamak isterim.

 

Cemaat; mezhep, tarikat, dergah, tekke veya zaviye demek değildir.

 

Mezhep bir dinin erken dönemlerinde çeşitli görüş ayrılıkları nedeniyle ortaya çıkan kollarından her birine verilen isimdir. Mezhepler, dini hükümlerin ve ibadet şekillerinin farklı yorumlanması sonucu ortaya çıkar. (İslam’da da mezheplerin doğuşu, genellikle Hz. Muhammed’in vefatından sonra yaşanan siyasi ayrışmalara ve dini yorum farklılıklarına dayanmaktadır.) İslam’da 2 ana mezhep vardır: Sünnilik ve Şiilik. Bu ana mezheplerin altında da anlayış farklılıklarından dolayı alt mezhepler ortaya çıkmıştır.  Bu alt mezhepler İslam dini içerisinde farklı yorum ve uygulamaları temsil eden düşünce okullarıdır (ekolleridir).

·         Sünnilik mezhebi İslam dünyasında zamanla oluşan siyasi, fıkhi ve itikadi ayrışmalara karşılık peygamberin ve sahabenin söylem, eylem ve vaazlarına, ve de İslam öncesinden gelen bir takım dini geleneklere bağlı kalmayı esas alan, özellikle Emevîler (661-750) ve Abbasîler (750-1258) döneminde şekillenen bir mezheptir.

·         Sünniliğin alt mezhepleri: Hanefilik, Şafiilik, Malikilik, Hanbelilik, (Eşarilik, Maturidilik, Selefilik)

·         Şiilik mezhebi Hz. Ali'nin halifeliği ve özellikle Kerbela Olayı (680) sonrasında ortaya çıkmıştır.

·         Şiiliğin alt mezhepleri: Zeydilik, İsmailik, İsnâaşerilik,

 

Not: İslam’ın erken dönemlerinde Haricilik, İbadiyye, Mutezile gibi mezhepler de vardı. Ama bunlar zamanla ya kayboldu ya da küçüldü.

·         Haricilik mezhebi Hz. Ali döneminde, özellikle 657 yılında Sıffin Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır.

·         İbadiye mezhebi Haricîliğin en ılımlı kolu olarak 7. yüzyılın sonunda (yaklaşık 685–700 yılları arasında), Abdullah b. İbâd’ın fikirlerine dayalı olarak Câbir b. Zeyd (ö. 711) tarafondan sistemleştirilmiş bir mezhepti. Günümüzde çok az takipçisi vardır.

·         Mutezile mezhebi akıl, özgür irade ve adalet vurgusuyla 700’lü yılların ilk yarısında Basra’da Vasıl bin Ata öncülüğünde ortaya çıkmıştır.

 

Not: Sünniliğin alt mezheplerinden Hanefilik kendiliğinden oluşmuş bir alt mezheptir. İmam-ı Azam Ebu Hanife (699–767), İslam düşünce tarihinde mezhep kurucusu olarak tanınsa da, Ebu Hanife hayattayken, “Hanefî mezhebi” diye bir sistem yoktu. O, sadece Kur’an, Sünnet, akıl ve kıyas ile içtihat yapan bir fakihti. Kendisinden sonra gelen talebeleri fikirlerini sistemleştirdi, böylece Hanefî mezhebi ortaya çıktı. Ebu Hanife bugünkü anlamda mezhepçilik ya da tarikatçılık ya da tasavvuf anlayışlarına karşı duran bir âlimdir. Onun yaklaşımı, İslam’ın özgür düşünceye, bireysel içtihada ve akla dayalı yaşanmasını savunur. Türk insanı kendini Sünni ve Hanefi olarak tanımlar ama Hanefiliğin tarikat/cemaat karşıtı olduğunu bilmez. 

 

Alt mezheplerde de ayrışma olmuş ve tarikat dediğimiz alt kolları türemiştir.

 

Tarikatlar, tasavvuf yoluyla manevi eğitim veren ve müritlerini Allah'a yakınlaştırmayı amaçlayan sufi gruplardır. Tarikatlar, genellikle bir şeyh veya pir tarafından yönetilir. Tarikat, genellikle kurucusunun dinî ilkeleri ile karakterize edilen, dinî inançlarına göre toplumdan ayrı bir şekilde yaşayan insanlardan oluşan dinî topluluklar ve örgütlerdir. Dini tarikatlara örnekler: Kadirilik, Nakşibendilik, Mevlevilik, Rufailik, Cerrahilik, Halvetilik, Melamilik verilebilir. Caferilik ve Alevilik de Şii mezhebine bağlı tarikatlar olarak adlandırılabilir.

 

Tarikatların ortaya çıkışı Selçukluların ortaya çıkışıyla ve büyümesiyle paraleldir. Örneğin ilk tarikat sayılan Kadirilik 1100’lü yılların başlarında Bağdat civarında ortaya çıkmıştır. Yaklaşık 50 yıl sonra Rufailik ve Yesevilik ortaya çıkmıştır. Tarikatların kökeni tasavvuftur. İlk tarikatların ortaya çıkışından 400-300 yıl önce bugünkü Irak, İran, Afganistan, Pakistan ve İran bölgesinde yaşayıp da isteyerek veya zorla Müslüman olan Zerdüştler, Hindular, Budistler, Caynistler, Maniciler, Mezdekçiler, Şamanlar, Tengriciler, Panteistler, inançlarını İslam’ın içine tasavvuf yoluyla sokmuşlardır. Tasavvuf ölen/öldürülen dinlerin/inançların ruhlarıdır bir anlamda. Bu dinlerdeki pek çok inanç tasavvuf adı altında İslam’a sızmıştır. Allah’a yönelme, Allah’ı derinlemesine tanıma, Allah’ı içinde hissetme, Allah’la bir olma, ilahi aşkı bulma, nefsi arındırma, dünya nimetlerine sırtını dönme gibi mistik söylemlerle İslam’ın içine sızmayı başarmışlardır. Bir kere sızdıktan sonra, yani İslam içinde kabul gördükten sonra da İslam dışı uygulamalarını pervasızca kendi küçük gruplarında uygulamışlardır. Sonra da bu küçük masum “içsel yolculuk” grupları, zamanla çıkar ve etki gruplarına, yani tarikatlara dönüşmüşlerdir. (Tasavvuf bugün de Müslümanların çoğunluğu tarafından taktir ve kabul görmektedir. Tasavvufun öteki yüzü diyebileceğimiz spiritüalizm de dininden medet ummayı kesmiş kesimlerin tutunduğu inanç dalı haline gelmiştir.)

 

İslam’ın yükselişini durduran ve İslam’ı karanlık çağlara sokan da işte bu tarikatlardır. Nasıl mı?

 

İslam’ın altın çağından bahsedildiğini bilirsiniz. Bu altın çağda İslam coğrafyası bilim, felsefe ve sanatın merkezi haline gelmişti. Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) kurularak büyük bir çeviri ve araştırma merkezi oluşturulmuştu. Yunan, Hint ve İran felsefe ve bilim eserleri Arapçaya çevrilmişti. Fârâbî, İbn Sînâ, Hârizmî, Birûnî, İbn Rüşd, İbn Heysem gibi çok sayıda bilim insanı yetişmişti. Bu bilim insanları astronomi, matematik, tıp, kimya, fizik, coğrafya, felsefe, mühendislik gibi birçok alanda eserler vermiş, keşiflerde bulunmuş ve icatlar geliştirmişti. Özgür düşünce, hoşgörü, eşitlik, adalet, istişare gibi erdemler topluma hakimdi. Kadının toplumda yeri vardı ve ikinci sınıf vatandaş değildi. İslam coğrafyasının dört bir tarafında mimari eserler fışkırmış, üretim artmış, Müslümanlar refah içinde yaşar olmuşlardı. İslam dünyası dönemin en gelişmiş bölgesiydi.

 

Peki bu altın çağ ne zamandı biliyor musunuz? 750 ile 1200’lü yıllar arasındaydı. Yani tasavvufun masum olduğu, tarikatların henüz emekleme aşamasında olduğu, henüz Müslümanları kandıramadığı, henüz İslam’a yalanlarını sokamadıkları bir dönemdi. Ne zaman tarikat ve cemaatler nüfuslarını ve nüfuzlarını artırdılar (1200’lü yıllardan itibaren) İslam’ın karanlık çağları başlamış oldu. Tarikat ve cemaatler halka bağnazlık aşıladı, iktidarları muhafazakârlaştırdı, Müslümanları bilime, felsefeye ve sanata düşman ettiler. Bilim, felsefe ve sanatla uğraşanların baskı görmesini, zulme uğramasını, katledilmesini sağladılar. Belki hepsinden kötüsü de İslam’a pek çok hurafe sokup, pek çok yalan hadis sokup, Kuran ayetlerinin yanlış anlaşılmasını sağladılar. İslam’ı karanlık bir yola soktular.

 

Yol anlamına gelen tarikat, mürid (öğrenci) ile mürşid (rehber) arasındaki ilişki çerçevesinde belirli bir manevî eğitim yolu sunma iddiasındadır. Elbette her tarikat en hakiki mürşidin kendilerinde olduğu iddiasındadır. Yani tarikatlara göre Allah’ın taktirini görmek ve cennetine gitmek için Kuran’a göre yaşamak yeterli değildir.  Onlara göre herkesin bir mürşidi olmalıdır. Bir tarikata veya cemaate üye olmayan Müslüman İslam’ı gerektiği gibi yaşayamaz, cennete gidemez. Bu savlarını ispatlamak için de hadisler uydurmaktan ve Kuran’a apaçık ters olan hadisleri sahih (sağlam) ilan etmekten geri de durmamışlardır. Uydurdukları hadislerle Kuran’ı da diledikleri gibi yorumlamışlardır. Maalesef şu anda yaşadığınız İslam tarikatlar tarafından başkalaştırılmış bir dindir. Her bir tarikat İslam içinde yeni bir “yol” değildir, yeni bir “din”dir. Bu gerçeği görmeniz, bir an önce Kuran’a dönüp, Kuran’ı dilinizde anlayıp, sadece kendi aklınıza ve vicdanınıza güvenerek İslam’ı yaşamanız gerekmektedir. Tarikatlara uyarak cennete değil, cehenneme gidersiniz.

 

Elbette dinde bölünmenin sonu gelmemiştir. Tarikatlarda da ayrışma olmuş ve cemaat veya tekke dediğimiz alt kolları türemiştir.

 

Cemaatler gibi tarikatlar, alt mezhepler ve üst mezhepler de şer ve şirk yuvalarıdır. Cemaatlerden tek farkları daha büyük kümeler (gruplar) olmalarıdır.

 

Cemaat, bir tarikata bağlı insanların bir kısmının bir dini lider veya öğretinin etrafında toplanması, kendine has dini topluluk oluşturmalarıdır. Bazı cemaatlerin alt kolları da cemaat veya dergah olarak anılır. Dini cemaatlere örnekler: Nurcular, Menzilciler, Süleymancılar, Kıbrısiler, Fethullahçılar, Adnan Oktarcılar, İsmailağa Cemaati, İskenderpaşa Cemaati, Erenköy Cemaati, Işıkçılar Cemaati verilebilir.  Bazı cemaatlerde sivrilen hocalar, sevilen alimler cemaat içinde küçük topluluklar oluşturur, bu küçük topluluklar zamanla büyür ve kendi cemaatlerini oluşturur.

 

Mezhepler, alt mezhepler, tarikatlar, cemaatler ve alt cemaatler; bir ağacın kolları gibi dallanıp budaklanmış dini zümrelerdir. Matruşka gibi birbirinin içinden çıkmalarına rağmen birbirlerine karşı mesafelidir, hatta kanlı bıçaklıdırlar.

 

Menfaat, para ve güç öyle parlaktır ki, hiçbir din mezheplere bölünmeyi engelleyememiş, hiçbir mezhep alt mezheplerin oluşmasını engelleyememiş, hiçbir alt mezhep altında tarikatlar kurulmasını engelleyememiş, hiçbir tarikat kendi altında cemaatler oluşmasını engelleyememiştir. Sözde silsile halinde birbirlerine bağlı gibi gözükürler ama özde bağımsızdırlar. Hiçbir cemaat ne müritlerini ne de varlıklarını bağlı olduğu tarikatın diğer cemaatlerine dahi kaptırmak istemez. Hatta tarikatından baskı görürse, kendisi tarikatlaşır, olur biter.

 

Cemaatler, sadece dini yorum ve ritüellerdeki farklılaşmadan dolayı değil, maddi anlaşmazlıklardan dolayı da birbirlerinden hazzetmezler. Bu yüzden sık sık birbirlerini kafir, mürtet (dinden çıkmış) ilan ederler. Ellerinden gelse birbirlerini bir kaşık suda boğabilirler. İçlerinden biri iktidarı/gücü ele geçirse diğerlerini sınırlandırmaya, yasaklamaya kalkar. Bu, tarihte çokça yaşanmıştır. Bir zamanlar iktidar ile aynı yolda, kol kola ilerleyen Fethullahçılar devlet içinde iyice konuşlandıktan sonra diğer cemaatler ve tarikatlar üzerinde baskı kurmuş ve büyümelerini engellemiştir.

                                                         

Birbirlerinden hazzetmeseler de cemaatler medya önünde birbirlerini genellikle eleştirmezler. Birbirleriyle tartışıp cemaatlere olan ilginin ve güvenin kaybolmasını istemezler. Bu yüzden 70-80 yıllık köklü cemaatler bile en saçma iddialarla ve fetvalarla ortaya çıkan yeni yetme cemaatlere tek bir laf dahi söylemezler.

 

Mesela açık saçık kadınlarla “şuh” zikirler yapan Adnan Hoca cemaatine kimse sesini çıkarmamıştır. Müzik eşliğinde zikir yapan cemaatleri kimse sapkın ilan etmemiştir. Haşhaşilerde olduğu gibi otlanarak zikir yapan cemaatleri kimse mürted ilan etmemiştir. Zikirde bayılmanın marifet olduğu cemaatleri kimse kınamamıştır. Zikirlerinde bir yerlerine şiş sokarak güya cemaatlerinin büyüklüğünü ispat eden (ama bu zikir yüzünden pek çok müridini kaybeden) cemaatlere kimse laf sokmamıştır. Eşcinselliğin, tecavüzlerin sistematikleştiği apaçık belli olan cemaatleri kimse ayıplamamıştır.  "Şeyhimizin sözü Allah’ın sözü gibidir" diyenlere kimse ağzının payını vermemiştir. Kendine “kainat imamı”, “gavs” ve benzeri ilahi makamları layık gösteren şeyhleri kimse terslememiştir. Tüm cemaatler bana dokunmayan cemaat bin yaşasın dercesine diğer cemaatlerin dine aykırı söylem ve uygulamalarına göz yummuştur.

 

Bunlara ses çıkarmayan cemaatler gün gelir müritlerini daha beterlerine kaptırırlar. Çünkü cahil bıraktıkları müritleri her an; daha iddialı cennet vaatlerine, daha güçlü sevap getirilerine, daha akıl dışı mucizelere, daha radikal söylemlerle ve daha güçlü dini çarpıtmalara meyledeceklerdir.

 

Bir dinin içinde mezheplerin, alt mezheplerin, tarikatların ve cemaatlerin olması aslında o dinin bölündüğünün, param parça olduğunun bir göstergesidir. Tarihte bu tip bölünmeler yeni dinlerin doğmasına da sebep olmuştur. Örneğin Sabiilik (Mandeizm) ve Hristiyanlık böyledir. Başlarda Yahudiliğin bir tarikatı (veya cemaati) iken kendi başına bir dine dönüşmüşlerdir.

 

İslam’daki tarikat ve cemaat oluşumlarının pek çoğu dinleşmeye çalışmıştır ama pek azı bunu başarabilmiştir. Dürzilik, Bahailik buna örnektir. Bunlar İslami tarikatlar olarak yola çıkıp yeni bir dine dönüşmüşlerdir.

 

(Aleviler de İslam’dan başka bir dine dönüşmüşler de henüz bunu tebliğ edemiyorlar gibi geliyor bana. Darbe yapacakken darbe yiyen Fethullahçılar başarılı olsaydı İslam’dan kopup bir din haline gelebilirlerdi gibime de gelmiyor değil. İslam’i kılıf altında bambaşka bir din yaşadıkları için Adnancılar da yepyeni bir dine dönüşeceklermiş gibi geliyor bana. Bakalım zaman ne gösterecek?)

 

Halbuki Allah mezheplere, tarikatlara, cemaatlere bölünmemeleri için Müslümanlara Kuran’da sıkı sıkı tembih eder.

 

Âl-i İmran suresinin 103.ayetinde; “Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz de O sizi ondan kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yola erişmeniz için ayetlerini size böyle açıklar.” yazar. Bu ayet, Müslümanların gruplara bölünmemesi, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını öğütleyen en temel ayetlerden biridir.

 

En'am suresinin 159.ayetinde; “Dinlerini parça parça edenler ve grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah'a aittir. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir” yazar. Bu ayet, dinlerini parçalara ayıran ve gruplara (fırkalara, mezheplere) bölünenlerden uzak durmayı emreder. Buna rağmen ne cemaat liderleri ne de cemaat müritleri bu ayeti takar.

 

Şüra süresinin 14.ayetinde; “Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler” yazar. Önceki dinlerdeki bölünmenin alimlerin birbirinin kıskanmasından dolayı grupçuluk yapmasıyla başladığını ifade eder. İnsanların, kendilerine ilim (vahiy, bilgi) geldikten sonra bile kıskançlık, çekememezlik gibi nedenlerle ayrılığa düştükleri belirtilir. Bu, ayrılığın temelinde nefsi ve dünyevi sebeplerin olabileceğine işaret eder.

 

Rum süresinin 32.ayetinde; “Yahut o müşrikler gibi de olmayın; onlar dinlerini paramparça edip, bölük pörçük oldular ve bölünen her gurup ta, kendi sahip olduğu ilkelerle övünüp, sevinip durmaktadırlar” yazar. Bu ayet dinin parçalanmasına, ayrılıklara düşülmesine karşı ciddi bir uyarıdır. Bu ayete göre kendisini “tek doğru yolda olan grup” saymak ve başkalarını dışlamak, kibirli bir tutumdur ve Kur’an, yani Allah bunu reddeder.

 

Kurandaki bu ayetlere rağmen alimler çatır çatır mezhepler, tarikatlar, cemaatler oluşturup Müslümanları bölmüşlerdir. Elbette bu bölenlerin de bölünenlerin de hayrına olmamıştır. Şeytanın oyuncağı haline gelmişler, İslam’ı kirletmişler, dindarları Allah’tan uzaklaştırmışlardır. 

 

İslam’ın doğduğu ve yayıldığı coğrafyada İslam öncesinde de dini tarikat ve cemaat benzeri yapılar bolca vardı. Özellikle rahip sınıflarının etrafında oluşan dini topluluklar, “sözde” öğreti farklılıkları ve mistik gelenekler üzerinden çeşitli ayrışmalara gitmişlerdi ama asıl amaç kendi küçük komünlerini oluşturup söğüşlemekti. Bu yapılanmalar, İslam’ın doğuşundan sonra şekillenen mezhep ve tarikat kültürüne de dolaylı olarak etki etmiştir. Bu yapılar İslam’a geçtiklerinde kültürlerini, inanışlarını ve yaşayışlarını maalesef İslam’a empoze etmişlerdir.  

 

(Yaptığım dini araştırmalara göre İslam’a hurafeleri, safsataları, sahte hadisleri sokup, İslam’ı akla ve bilime düşman edenler de mezhepler, tarikatlar ve cemaatlerdir. Bugün peygamberin müjdelediği İslam’ı Müslümanlar yaşayamıyorsa bunun tek suçlusu ve sebebi cemaatlerdir. Dine en büyük zararı cemaatler vermiştir. Kendi çıkarları için İslam’ı özünden uzaklaştırmışlardır. Her kim İslam’ı sahabe dönemindeki gibi yaşadığını iddia ediyorsa, bilsin ki, yanılıyor. Maalesef sahabe dönemindeki İslam mezhep, tarikat ve cemaatler eliyle unutturulmuş, yerine bambaşka bir din uydurulmuştur. Neyse, bunu başka bir yazıda tüm detayları ve kanıtlarıyla ele alacağım.)

 

Günümüzde Türkiye'de resmi kaynaklara göre 200'den fazla cemaat bulunmaktadır. Ancak bazı araştırmacılar bu sayının 500'ü aştığını iddia etmektedir. Ayrıca belli başlı 30 cemaat silsilesi ve bunların 400 dalı olduğu belirtilmektedir.

 

Bu kadar çok cemaat olmasının sebebi, bu işin karlı olmasıdır. Cemaat kurucuları ve yöneticileri, cemaatleri belli bir büyüklüğe ulaştıklarında müthiş zengin olurlar. Altlarında son model lüks makam araçları, villalar, hizmetçiler bulunur. Bu zenginliği sürekli kılmak ve artırmak için cemaatini sürekli büyütmeleri ve hiç üye kaptırmamaları gerekir. Cemaat üyelerinin sadakatini artırmak ve daha fazla üye edinmek için söylemlerinde radikalleşirler, pek çok hayali düşmen üretirler, pek çok günah icat ederler, pek çok dini yalan söylerler. Şirke bulaşan şeyhin gözü kararır, öteki dünyada cehenneme gideceğini bildiği için bu dünyada olabildiğince sefa sürmeye çalışır. Bu yüzden utanmadan, sıkılmadan, tereddüt etmeden Kuran’a ve İslam’a eklemeler yaparlar, müritlerinin ahiretini yakarlar.

 

Bu bugün de böyle, geçmişte de böyleydi.

 

Osmanlı zamanında tarikat ve cemaatlere tekke veya zaviye denirdi. Tekke, tarikat üyelerinin toplandığı, eğitim ve ibadet yaptığı yerlerdir. Tekke, şeyhlerin ve müritlerinin manevi eğitim aldıkları merkezlerdi. Osmanlı zamanındaki tekkelere örnekler: Galata Mevlevihanesi, Konya Mevlana Tekkesi, Bektaşi Tekkesi ve benzerleridir. Zaviye ise, kırsal alanlarda kurulan küçük tekkelere verilen isimdir. Bazı zaviyeler tekkelere bağlıdır.

 

Tekke ve zaviyeler Cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) kapatılmış ve açılması yasaklanmıştır. Bunun sebebi tekke ve zaviyelerin Osmanlı zamanında pek çok sorun çıkarması, Osmanlının batışına etki etmesi olduğu kadar yeni kurulan Cumhuriyete karşı olmaları ve halkı devlete karşı kışkırtmalarıdır. Elbette Osmanlıya zararı dokunmayan ve Cumhuriyete karşı çıkmayan tekke ve zaviyeler de vardır ama bunlar azınlıktadır ve etkisizdirler. Bunların kendi müritlerine karşı zararsız olduklarını da düşünemeyiz.

 

Elbette tarikatların vatana millete zararlı olduğunu, menfaatleri için düşmanla işbirliği dahi yapabilecek karakterde olduklarını sadece Atatürk görmedi. 550 yıl önce Fatih Sultan Mehmet de tarikatları kapadı, mallarına el koydu, liderlerini astırdı. Çünkü o dönemdeki tarikatlar imparatorluğa kafa tutar olmuşlardı. Halkı devletine karşı kin ve düşmanlığa sevk eder olmuşlardı. Olur olmaz verdikleri fetvalarla halkı birbirine düşürmüş ve devleti zora sokmuşlardı. Farklı boyları birbirlerine karşı kışkırtabiliyor, başka cemaatlerden olanları linç edebiliyor, devlet adamlarını, paşaları aşağılayabiliyor, yenilikçileri ve bilimle uğraşanları karalayabiliyor, ozanları öldürtebiliyorlardı. Fatih’in yapmak istediği reformlara karşı çıkıyorlar, halkı galeyana getiriyorlardı. Halktan topladıkları zekatlarla, bağışlarla inanılmaz mallara, mülklere ve arazilere sahip olmuşlar, ticarete bile yön verir hale gelmişlerdi. Bu güç zehirlenmesiyle Fatih’e bile kafa tutar hale gelmişlerdi.  

 

En nihayetinde Fatih Sultan Mehmet tarikatlara haddini bildirecek hamleyi yaptı. Mallarına el koydu ve nüfuzlarını azalttı. Anadolu’da ve Balkanlarda sükuneti sağladı. Merkezi otoriteye olan inancı artırdı. Tarikatların sesinin kısılmasıyla ve etkinliğinin azalmasıyla birlikte Osmanlının kurumsallaşması hızlandı. Ayrıca da FSM, fetihlerini finanse edecek önemli bir fona da kavuşmuş oldu. Fatihler ardı ardına geldi ve tüm Balkanlar ve Anadolu Osmanlıya katılmış oldu.

 

Tarikat ve cemaatler Selçuklulara da musallat olmuşlardır. Örneğin; 1100’lü yıllarda da Selçuklu Devletinin zayıflamasında bir tarikatın çok önemli rolü vardı. Hasan Sabbah tarafından kurulan Haşhaşi tarikatı yaptığı beyin yıkamalarıyla müritlerini intihar komandolarına çevirmiş ve pek çok Selçuklu büyüğüne suikast yapmıştır. Döneminin en bilge din adamlarından biri olan Hasan Sabbah cemaatleştikten sonra zamanla radikalliğe ulaşmış ve cemaatini teröre bulaştırmıştır. Haşhaşiler Selçuklunun zayıflamasında ve yok olmasında önemli rol oynamışlardır.

 

Şimdilerde Sünnilik ve Şiilik gibi ana mezheplerden biri olan Selefilik de bir zamanlar Sünniliğin Hanbeli mezhebinin bir alt koluydu. İslam’ın erken döneminde ortaya çıkmış olan Hariciler mezhebinden de etkilenmişlerdi. 1700’lü yıllarda Osmanlı toprağı olan Hicaz yarım adasında yine Hanbeli mezhebinin bir kolu olan Vehhabiliğin yükselişiyle Selefilik ana mezhebe dönüştü diyebiliriz. Çünkü hem Şiiliğe hem de Sünniliğe karşı aşırı itirazları olan Selefilik zamanla, özellikle de günümüzde   Sünnilikten kopmuş ve bağımsızlığını ilan etmiştir. Vehhabi tarikatı kurulduktan sonra Suud ailesiyle işbirliği yaparak Osmanlıya karşı Arapları ayaklandırmış ve Suudi Arabistan’ın kurulmasına ön ayak olmuştur. O günden bu güne Suudi Arabistan’ı kral ve Vehhabiler birlikte yönetmektedir. Selefilik de başta Vehhabilik olmak üzere içinde pek çok tarikat ve cemaat barındırır. Öyle ki bu tarikat ve cemaatler bir şeriat ülkesi olan Suudi Arabistan’da dahi daha katı şeriat kuralları istedikleri için pek çok defa isyan çıkarmışlardır. 1970’li yıllarda bu cemaatlerden birinin ülkenin daha radikal olması için çıkardıkları bir isyanda Mekke’yi istila etmiş, binlerce esir almış ve günlerce direnmişlerdir. Bu olayın etkisiyle Suudi Arabistan (radikallerin talebine kulak vererek) gerçekten de daha fazla radikalleşmiştir. Kadınlara tanınan pek çok hak geri alınmış, şeriat adı altında zaten kıt olan insan hakları tamamen ortadan kaldırılmıştır. Vehhabilik içinde doğan yeni cemaatler radikallikte sınır tanımamış, El Kaide gibi silahlı gruplar oluşturarak dünyada terör estirmişlerdir. Zamanla El Kaide dozu da az gelmiş olmalı ki, Vehhabi cemaatler İŞİD adlı silahlı bir örgüt oluşturarak Suriye ve Irak bölgesinde milyonlarca insanı (başka mezheplerden, tarikatlardan, cemaatlerden, dinlerden olan insanları) vahşice katletmişlerdir. Hatta El Kaidecileri dahi yeterli derecede Müslüman görmedikleri için katletmişlerdir. (Radikalliğin sınırı, dur durağı yoktur.)

 

Cemaatlerin fıtratı budur. Bugün kamuoyuna şirin gözüken cemaatler, büyüdüklerinde veya fırsat bulduklarında mutlaka vahşileşeceklerdir. Çünkü Allah’a değil, şeytana hizmet etmektedirler. Şeytan da insanların bölünmesini ve birbirlerine karşı düşmanlık beslemesini ister. Cemaatler de bu işe yarar.

 

Müritlerinin zamanını ve parasını kaptırmamak için cemaatler sanata ve sanatçıya da düşmandırlar. Halbuki sanat da Allah’ın kullarına armağanıdır, ödülüdür. Sanatla insanlar daha rafine hale gelir. Sanatla ilgilenen insanlar Allah’ın sanatına daha iyi vakıf olur. Dünyadan keyif almadan gitmek günahtır. Kendine ve kimseye zarar vermeden yaşaman yetmez. Kul hakkı yemeden ölmen yetmez. Sadece ibadet ederek yaşamış olman yetmez. Allah’ın bu dünyayı sadece ibadet için yarattığını söylemek Allah’ı egoist göstermektir. Kısacık ömründe üretkensen, etrafını mutlu edebiliyorsan, kalıcı izler, hoş bir seda bırakabiliyorsan Allah senden razıdır. Bu dünya ödüldür, bu dünyaya doğmak da ödüldür. Bu dünyanın güzelliklerine güzellik katmak da ibadettir. Dünyayı varlığınla ve yaptıklarında güzelleştirerek terk ettiysen cennet layıksındır. Allah sanatın var olmasını bu yüzden sağlamıştır. İnsanları sanattan mahrum bırakmak olsa olsa şeytanın aklına gelir. Nitekim cemaatlerin de aklına gelmiştir.

 

Cemaatler bilime de karşıdırlar. Allah’ın mühendislik sanatını insanlar keşfedemesin, anlayamasın diye bilime karşı çıkarlar. Halbuki bu dünyaya geliş sebebimiz sadece ibadet etmek değil, Allah’ın sanatını anlayabilmektir. Bu da Allah’ın evrenini keşfetmekle mümkündür. Elbette bu çok daha zorlu bir yoldur. Tembeller keşif yapamaz, bilim yapamaz, icat çıkaramaz. Hiçbir cemaat lideri Allah’ın sanatını, mühendisliğini keşfetmeye akıl yormak istemez. Çünkü buna akıl yorulursa eskiden sıktıkları palavraların geçerliliği kalmaz. Bu yüzden müritlerinin bilime, keşifle, icatla uğraşmasını, bunlara aklını yormasını istemez. İsterler ki Müslümanlar hep geri kalsınlar, mutsuz olsunlar.

 

Cemaatler akla, mantığa da karşıdırlar. İnsanlar akıl yürütsünler, aklını kullansın istemezler. Müritlerinden akli bilgiye değil, nakli bilgiye değer vermelerini isterler. Yani cemaat liderinin ürettiği bilgiye (yani safsatalara) kayıtsız şartsız inanmalarını, itaat etmelerini sağlamak için böyle söylerler. Çünkü bilirler ki cemaat liderinin söylediği pek çok şey akla, mantığa ve vicdana aykırıdır. Bu aykırılığı gözden gelmeleri için müritlerin nakli bilgiyi fetişleştirmeleri gerekir. Allah’ın kullarına en büyük armağanı olan aklı devreden çıkarmak tam bir şeytan işidir. Aklını kullanmayan insan şeytanın oyuncağı olmuş demektir.

 

Cemaatler felsefeye de karşıdırlar. Çünkü felsefe akıl yürütme işidir. Felsefe bir sorgulama aracıdır. Felsefenin, var olanı anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik çabası, cemaatlerin mevcut inanç sistemlerini (doktrinlerini) sorgulayabileceği için müritlerini felsefeden uzak tutmak isterler. Cemaatler akli bilgiye değil nakli bilgiye değer verirler. Nakli bilgi ise düşünmeyi, sorgulamayı durdurur. Yani insanlığın fikirsel zenginliğe ulaşmasını engeller. Bu Allah’ın isteyebileceği son şeydir. Tam tersine Allah O’nun hikmetini anlamamız için derin düşünme, mantıksal çıkarımlar yapmamızı, ahlaki doğrular bulmamızı, hukuk geliştirmemizi ister. Bunu durdurursak kokuşacağımız ifade eder (Yunus suresinin 100.ayetini hatırlayın). İnsanın düşünsel gelişimini durdurmak sadece Şeytanın işine yarar. Çünkü felsefeden uzaklaşmak Allah’tan uzaklaşmaktır.

 

Cemaatlerin ve tarikatların bu kötü özellikleri Türkiye’ye ve İslam’a has değildir. Diğer dinlerin içindeki tarikat ve cemaatler de aynı şekilde para ve güç elde etmek için insan sömüren oluşumlardır. Yahudilik, Hristiyanlık, Hinduizm, Budizm, Şintoizm, Sihizm ve diğer dinlerde de cemaatler ve tarikatlar; bölendir, ayrıştırandır, sömürendir, soyandır. Elbette cemaatlerin tavanı böyledir, tabanı ise çoğunlukla samimi ve cahil inanlardır. Onlar dinen makbul bir şey yaptıklarını zannederek cemaatlerine hizmet ederler ama aslında Şeytanın değirmenine su taşırlar.

 

Sonuç

 

Ne kadar iyi niyetle başlamış olursa olsun fıtratı gereği tüm cemaatler kirlenir ve şeytanın oyuncağı olur.

 

Sayın cemaat liderleri, çok geç olmadan cemaatinizi lav edin. Yeterince günaha girdiniz, yeterince Allah’a ortaklık ettiniz, yeterince haram yediniz, yeterince kul hakkı yediniz, yeterince Müslümanların arasına nifak soktunuz, yeterince dine zarar verdiniz, yeterince şeytana hizmet ettiniz, yeterince müritlerinizin ahiretini yaktınız. Yol yakınken bu günahtan dönün, müritlerinizden özür dileyin, Allah’a tövbe edin, cemaatinizi dağıtın.  

 

Sayın cemaat müritleri, bilin ki; cemaatlerin üstesinden ne devlet ne de millet gelebilir. Onların üstesinden ancak üyeleri, yani siz müritleri gelebilir. Zombiye, robota çevrilerek hayatı mahvedilen, İslam’dan ve Allah’tan uzaklaştırılan sizlersiniz. Ahiretleri yakılan sizlersiniz. Uyanın ve cemaatlerinizi terk edin. Sadece Allah’a kulluk edin. Etrafınızdakileri de uyandırın. Aklınızı kimseye kiralamayın, vicdanınızı kimseye endekslemeyin, iradenizi kimseye emanet etmeyin, kimseye sadakatinizi koşulsuz sunmayın. Suistimal edilmeye açık olmayın. Allah’a layık olmak, cennete gitmek için aracıya ihtiyacınız yok. Kendi çabanızla dininizi öğrenin. Kendi aklınız, vicdanınız ve ahlakınızla dininizi yaşayın. Cemaatte kalmaya devam ettiğiniz sürece cümbür cemaat cehenneme gideceksiniz. Söylemediler demeyin. Bu bilgiyi diğer müritlere de yayın ki, günahlarınız bir nebze olsun hafiflesin.

 

Sayın devlet büyükleri, Müslümanların cemaatlere köle olmasını engellemek için fakirliği ortadan kaldırmanız gerekir. Akılcılığı ve bilimi desteklemeniz gerekir. Laikliği güçlendirmeniz gerekir. Cemaatlerin nüfuzlarını (etki alanlarını) sınırlamanız gerekir. Sadece Diyanetin imamlarının Kuran kursu açmasına izin vermeniz gerekir. Çünkü cemaatlerin kuran kursları suç mahalleridir. Dershaneleri kapatmanız yetmez, cemaatlerin yurtlarını da kapamanız gerekir. En büyük acılar bu yurtlarda yaşanmaktadır. Devlet öğrenciler için daha fazla yurt açmalıdır, bu yurtlar ekonomik olmalıdır. Devlet öğrencilere burs olanakları sağlamalıdır. Bunları yaparsanız gençler cemaatlerin ağına düşmez, şirke bulaşmaz. Diyanet aracılığıyla cemaatleri denetlemelisiniz. Hatta lisanslamalısınız. Cemaatler; üyelerini, topladıkları bağışları, mal varlıklarını, şirketlerini diyanete bildirmelidirler. Hatta vaazları dahi diyanete ulaştırılmalıdır. Her isteyen cemaat kuramamalıdır. Diyanetten lisans alamayan cemaatler kapatılmalıdır. İslam’ın özünde olmayan şeyleri (safsata) uyduran cemaatleri, radikalleşen cemaatleri yasaklamalısınız. Diyanet, kutsal değerlere uygun olmayan veya istismar edilen dini içerikleri engelleyebilmelidir. Diyanet cemaatleri kapatma ve mülklerine el koyma yetkisine sahip olmalıdır.

 

Sayın diyanet işleri, İslam’a sahip çıkın. Allah ile aldatan ve İslam’ı kirleten cemaatleri deşifre edin ve kapanmalarını sağlayın. Tarikatlar ve cemaatler yüzünden yanlış anlaşılan İslam’ı halka anlatın. İlahiyat fakültelerinden çıkan aydın ilahiyatçılara daha fazla kulak ve söz verin. Cemaatlerin safsatalarına cevap verin. Din görevlileriniz ve müftüleriniz aracılığıyla, cemaatlerin faaliyetlerini yakından izleyin, hatta içerden izleyin. Hatalarını, sapkınlıklarını anında yüzlerine vurun. Siyasete bulaşmalarını engelleyin. Laikliğe, demokrasiye, modern hukuka, bilime saldırmalarını engelleyin. Aşırı güçlenmelerine (güç zehirlenmesi yaşamalarına) ve her yere nüfuz etmelerine engel olun. Bu önlemler, cemaatlerin aşırı güçlenmesini ve dini manipüle etmesini engellemeye, toplumu ve dini yapıları sağlıklı ve denetimli bir şekilde korumaya yardımcı olacaktır. Dinin temsilcisi, İslam’ın kurumsal yüzü cemaatler değil, diyanet olmalıdır. Cemaatlerin yarattığı dini algı yüzünden gençler deist ve ateist oluyor veya başka bir dine geçiyor. Cemaatlerin bu kirli/ürkütücü görüntüsünün ve gürültüsünün önüne geçebilirseniz gençler İslam’ı terk etmeyecektir, terk edenler geri dönecektir. Sizi, gençlerin dinden çıkması değil, cemaatlere girmesi korkutsun. Dinden çıkanı dine geri döndürürsün ama dini yanlış anlayana artık dini doğru anlatamazsın. Allah’ın kullarını kendilerine köle olarak devşirenlerle asıl mücadele edecek olanlar sizlersiniz.

 

Son Söz

 

"Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis, bu tip yapılar din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı'yı bu yüzden batırdığı için yasakladık."

Mustafa Kemal Atatürk / 17 Aralık 1927 / TBMM / Ankara

 

Ben Atatürk gibi tarikatlar, cemaatler yasaklansın demiyorum. Çünkü bu tür yapılar yasaklanırlarsa yer altında örgütlenmeye ve daha da radikal müritler yetiştirmeye başlarlar. Bu da toplumda kutuplaşmayı daha da fazla artırır. Yasaklanamasınlar ve görünür bir şekilde faaliyetlerini yürütsünler. Ama denetlensinler. Diğer STK’larla aynı haklara sahip olsunlar, aynı kurallara tabi olsunlar. Kapalı kutu olmasınlar. Vergilerini ödesinler. Devletten ve halkın vergilerinden geçinmesinler. Üyelerine insanlık dışı muamele yapmasınlar. Müritlerinin kişiliklerini silip, tek tipleştirmesinler. Müritlerinin iradesine çökmesinler. Müritlerinin insan haklarına ve bireyselliklerine saygılı olsunlar. Müritlerinin de görüşlerini alsınlar. Eleştiriye açık olsunlar, özeleştiri yapsınlar. Siyasete bulaşmasınlar. Siyasilerle kol kola girmesinler. Politik baskı aracı olmasınlar. Fakirlere destek olsunlar. Topluma faydalı kuruluşlar haline gelmeye çalışsınlar. İş bulamayana iş bulsunlar. Okuyamayana burs versinler. (Ama destek olduklarına diyet ödetmesinler.) Küsleri barıştırsınlar. Gerginlikleri önlesinler. Ülkenin, devletin gelişmesi için önerilerde bulunsunlar. Mahallenin, ilçenin, şehrin, ülkenin huzurlu olması için telkinlerde bulunsunlar. Üyelerinin bağışlarıyla ayakta dursunlar. Ama üyelerinden sürekli para istemesinler, iş adamlarını manevi haraca bağlamasınlar.

 

(Cemaatlerin kendi vakıfları aracılığıyla üniversiteler kurmalarında, hastaneler açmalarında, medya kanalları sahibi olmalarında, üretim ve ticaret amaçlı şirket kurmalarında bir sakınca görmüyorum. En nihayetinde hayır işlerini finanse etmeleri için sadece zekat ve bağışlara bel bağlamayabilirler, kendi şirketleri aracılığıyla ürettikleri karlarla hayır işleri yapabilirler. Bunda sakınca yok. Ama fazlası zarar. Hem zaten yerel bir cemaat olarak kalmak nelerine yetmiyor, neden ulusal çapta, hatta global çapta büyüklüğe ulaşmaya çalışıyorlar ki? Yoksa FETÖ gibi gizli ajandaları mı var?)

 

Cemaatler, iktidara sulanmasınlar.  Devlette kadrolaşmasınlar. Baskın olmaya, egemen olmaya kalkmasınlar. (Müslümanlar bilinçlenirse cemaatler zaten büyük kitlelere dönüşemez ve etkin bir baskı grubu olamazlar.) Cemaatler mütevazı büyülükte kalabilirlerse gerçekten halkın ve dinin yararına faaliyetlerde bulunabilirler. Cemaatler kendi çıkarlarını bir kenara koyup, halkın çıkarlarına odaklanırlarsa Şeytana kulluk etmekten kurtulup Allah’a kulluk yapmış olurlar.

 

Cemaatlerin gerçekten insanlığa ve İslam’a hayrı dokunan sivil toplum kuruluşlarına dönme ihtimali var mıdır? Elbette vardır. Bir gün; insan haklarına saygı duyan, insanların tek tipleşmesine karşı çıkan, bilime destek veren, aklı üstün tutan, hukuka ve demokrasiye güvenen, dini ırkçılığa karşı çıkan, vicdanı hür, aklı hür nesiller yetişmesini isteyen, Allah ile aldatmayan, İslam’a yapıştırılmış hurafeleri ayıklayan, kendi çıkarını düşünmeyen, güç zehirlenmesi yaşamayan, harama el uzatmayan, kul hakkı yemeyen, namuslu bir cemaat lideri ortaya çıkarsa onun cemaati diğer cemaatlere örnek olup bir değişim başlatabilir. Allah büyüktür. Neden olmasın?