Popüler Yayınlar

Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2011 Pazar

Türkiye’nin 100. Yıl Vizyonu 2


2007 yılının Temmuz ayında kaleme aldığım “Türkiye’nin 100. Yıl Vizyonu” çok güzel tepkiler aldı. Ülkemiz için proje önerileri içeren bu makalem çeşitli dergi, gazete ve web sitelerinde gündeme getirildi. Hatta Cumhurbaşkanlığı himayesinde 2008 yılında kurulan “Türkiye’nin Stratejik Vizyonu: 2023 Projesi” kapsamında gündeme dahi getirildi (bkz: www.tsv2023.org). Ardından Başbakan’ın İstanbul için açıklayacağı çılgın projenin benim bu makalemdeki “Uygarlıklar Köprüsü” olduğu bazı medya kurumlarınca iddia edildi. Hoş bu makalemdeki birçok projenin hükümet tarafından hayata geçirileceğini de medyadan okuduk. 12 Haziran seçimlerinde AKP’nin seçim kampanyasında 2023 hedeflerine yer vermesi de hoş bir tesadüftü. Demek ki aklın yolu birmiş.

Benim gibi yaratıcılık, inovasyon, markalaşma ve pazarlama üzerine düşünen ve fikirler üreten birçok insan var. Üstelik bu fikirlerini internette cömertçe paylaşıyorlar. Ülkeyi yönetenler ve onların danışmanları bu fikirlerden daha fazla yararlanmalıdır. Demokratik yönetimin bir parçası da budur bence.

Şu bir gerçek ki, dünyanın daha güzel bir yer olması, yeryüzündeki insanlardan birinin bile yaşadığına pişman olmaması için yaratıcı ve faydalı projelere ihtiyaç var. Bu fikirler alt yapı, şehircilik, siyaset, kamusal yapılanma, spor, sanat ve daha bir çok alanda olabilir.

Bu sebeple, özellikle bloğu olan arkadaşlara ülkeyi yönetenlere ilham ve fikir verecek proje önermelerini tavsiye ediyorum. İster dünya, ister ülkeniz, isterse şehriniz için olsun, çevreye, insanlığa, estetiğe, gelişmeye yarayacak projeleriniz varsa durmayın, bloglarınızda dile getirin.

Böyle bir giriş yaptıktan sonra Türkiye’yi 100. yılında daha güçlü, daha gelişmiş, daha zengin yapacağına inandığım diğer projelerimi aşağıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tarihi İstanbul’u Parlatalım
İstanbul 15 milyon nüfusu ve il sınırlarına kadar uzanan yerleşim alanlarıyla mega bir kent. Vatandaşlarımızın gözünde İstanbul marka kentken, yabancıların gözünde İstanbul algısı zayıftır. İtiraf etmeliyiz ki; İstanbul’un coğrafi güzelliğini değerlendiremedik ve modern bir kentleşme sağlayamadık. Son zamanlarda İstanbul’un güzelleşmesi ve dünyanın gözünde markalaşması bir sürü proje öne sürüldü. Bu projelerden bir çoğu gerçekten harika. Yalnız İstanbul’u kalabalıklaştıracak değil ferahlatacak projelere ihtiyaç var. Özellikle Bizans surlarıyla çevrili tarihi İstanbul’u ferahlatmak gerekiyor. Bu tarihi bölge için yepyeni bir plan hazırlanmalıdır. Bu tarihi bölge turizme, kültüre, eğlenceye ve eğitime ayrılmalıdır. Bunun için yapılacak şey sur içinde kamulaştırma yapmaktan geçiyor. İmarı kötü olan mahalleler kamulaştırılmalıdır. Burada oturanlar İstanbul’a kurulması düşünen 2 yeni şehire ve TOKİ konutlarına taşınmalıdır. Mahallelerin kaldırılmasıyla yaratılacak yeni boşluklara yeşil alan, kültür ve eğlence yerleşkeleri, üniversiteler ve oteller yapılmalıdır. Özellikle tarihi alanlar yeniden yapılandırılmalı, bölgeyle alakalı faaliyetleri olmayan işyerleri uzaklaştırılmalıdır. Savaştan çıkmış görüntüsü veren Bizans surları ise tamamen yıkılmalı ve yerine yepyeni, Bizans surlarından daha ihtişamlı Türk surları yapılmalıdır. (Bizans’a ait olduğu için restore etmeyeceksek, yıkıp yenisini yapmak daha doğru olmaz mı?)

Not 1: Kanal İstanbul projesi asla hayata geçirilmemelidir. 50 milyar dolarımızı emecek olan bu projenin hedeflenen başarıya ulaşması imkansızdır. Diyelim ki hedeflenen başarıyı yakaladı ve bu kanalın etrafında modern bir kent yaşamı oluştu; bu İstanbul’u 40 milyonluk bir kente çıkaracak ve Anadolu illerinin boşalıp İstanbul’a akmasına neden olacaktır. Zaten İstanbul ile Anadolu arasında bir denge kuramadığı için gelişemeyen Türkiye daha problemli bir ülke haline gelecektir. Bu fikrimi destekleyen makaleyi (http://ufukturu.blogspot.com/2006/10/baska-istanbul-var-m.html) adresinde okuyabilirsiniz.
Not 2: Gebze ve Dilovası İstanbul’a bağlı olmalıdır. Bu iki ilçe İstanbul’a Kocaeli’nden daha yakındır. Haritaya baktığınızda veya coğrafyayı incelediğinizde her iki ilçenin İstanbul sınırlarında olması gerektiği kolayca görülür. Burada yaşayan nüfus kendini Kocaeli’ne değil, İstanbul’a yakın görür.  Bu iki ilçenin İstanbul’a katılması daha büyük bir ekonomik sinerji yaratacaktır.
Not 3:İstanbul içindeki ticaret/mal limanları Tuzla ve Büyükçekmece ötesine taşınmalıdır. Bu iki bölge arasındaki yerlere yük gemileri yanaşamamalıdır. Aynı şekilde kuzeyde Şile ve Kilyos arasında da hiçbir zaman yük limanı olmamalıdır. Taşınan limanlar halka açık park ve tesislere dönmelidir. Böylece halk ve turistler Boğaziçi'nin ve İstanbul kıyılarının eşsiz deniz manzarasından daha fazla yararlanabilir.
Not 4: Boğaz’daki yalıların mimari yapısı bozulmadan butik otellere dönüştürülmesi için teşvik programı başlatılmalıdır. Boğazdaki askeri tesisler ve devlet tesisleri turizmin hizmetine devredilmelidir. Buralar ya otel, ya da kamuya açık (kültür tesisi, müze ve benzeri) yerler olmalıdır.
Not 5: İstanbul’da kıtalar arası geçişi kolaylaştırmak ve köprü trafiğini rahatlatmak için İstanbul Boğaz’ının iki yakasındaki sahil yollarına bağlanan 2 şeritli tüp geçitlerden 10 tane yapılmalıdır. Bunların 5 tanesi Avrupa yakasına geçişi, 5 tanesi de Anadolu yakasına geçişi sağlamalıdır. Birinci tüp geçit Sarayburnu ile Kadıköy arasında olmalıdır. İkincisi Karaköy ile Üsküdar arasında olmalıdır. Üçüncüsü Beşiktaş ile Kuzguncuk arasında olmalıdır. Dördüncüsü Kuruçeşme ile Çangelköy arasında olmalıdır. Beşincisi Aşiyan ile Göksu arasında olmalıdır. Altıncısı İstinye ile Çubuklu arasında olmalıdır. Yedincisi Tarabya ile Beykoz arasında olmalıdır. Sekizincisi Rumeli kavağı ile Anadolu kavağı arasında olmalıdır. Dokuzuncusu Sarıyer ile Yuşa Tepesi arasında olmalıdır. Onuncusu Garipçe köyü ile Poyrazköy arasında olmalıdır. 2 şeritli tüp geçit yapmak hızlı ve ekonomik olacaktır. Bu tüp geçitler sayesinde hem İstanbul’un trafiği hem de boğazın 2 yakasındaki sahil yolu trafiği önemli ölçüde azalacaktır.

Marka Şehirler Yaratmalıyız
Her şehrimizi markalaştırmak, zenginleştirmek ve kentsel dönüşümünü sağlamak için hükümetin başlattığı marka şehirler projelerine destek verilmelidir. Her şehrimiz farklı bir özelliğiyle ön plana çıkmalıdır. Bir şehri markalaştırmak sadece belediyenin meselesi olmamalıdır. Zaten sadece belediyenin vizyonu ve kaynağıyla çözülecek bir mesele de değildir. Bir şehir turist, yatırımcı ve yerleşimci çekebiliyorsa markalaşmış demektir. Bu kişileri çekmek için de şehirleri cazip hale getirmek gerekiyor. Hükümetin marka şehirler yaratmak üzere atacağı adımlar Türkiye’nin batısı ve doğusu arasındaki gelişmişlik farkını da ortadan kaldırabilme fırsatını yaratacaktır. Hatta gelir dağılımı farklılıklarını dahi azaltacaktır. Yalnız hükümet İstanbul’un nüfusunu artıracak projelerden vazgeçmediği sürece marka şehirler projeleri başarıya ulaşmaz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu kalkındırmak için marka şehir projeleri buradaki şehirlerden başlamalıdır.
Not: Bir şehri markalaştırmanın adımlarından birisi de şehirdeki sosyal hayatın cazip ve tatmin edici olmasıyla mümkündür. Bir çok noktada başarılı olan hükümetin insanların eğlenmesini sağlayan alanlar, bölgeler yaratmadaki gusto’suzluğu marka şehirler yaratma hayalinin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engeldir. Anadolu’daki şehirlerin bırakın turist çekmeyi, il takımlarında oynayan yerli ve yabancı futbolcularını dahi şehirlerinde tutamamaları, bu şehirlerde tatmin edici gece ve eğlence hayatının inşaa edilememesinden kaynaklanmaktadır. Marka şehirler yaratmak için kentli insanın sosyal ihtiyaçlarını gidermeye yönelik projeleri öne almak iyi bir başlangıç olacaktır.

Çevreci Enerjiye Yönelmeliyiz.
Türkiye’nin en büyük ithalat kalemi akaryakıt ve doğalgazdır. Cari açığımızı artıran ve ülkemizi kirleten bu enerji kaynaklarının alternatifini yaratmak için ülkece çaba harcamalıyız. Rüzgar, güneş, dalga ve toprak enerjisinden yararlanarak elektrik üretmek üzere teknoloji geliştirme amaçlı ar-ge faaliyetlerine devlet destek olmalıdır. Bu tip çevreci enerji üretmeye girişen özel ve resmi kurumlara her türlü kolaylık ve destek sağlanmalıdır. Yeni farkına vardığımız rüzgar değirmenlerinin sayısı hızla artmalıdır. Köyler, belediyeler elektrik ihtiyaçlarının bir kısmını bu tip çevreci yatırımlarla karşılamalıdır.
Not: Yerli otomobil için yapılan hamlelerde mutlak şart elektrikli otomobil olmalıdır. Yerli elektrikli otomobile çok büyük vergi avantajı sağlanmalıdır. Böylece Türkiye’nin akaryakıt ithalatı ve dünyaya saldığımız karbondioksit bir nebze olsun azalabilir. 

Üniversiteler Ülkesi Olmalıyız
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde son derece modern üniversiteler kurmalıyız. Hem gençlerimizin hem de akademisyenlerimizin tercih edeceği derecede güzel olanaklara sahip üniversiteler açmalıyız. Bu bölgelerimizin gelişmesi için üniversiteler ve üniversite öğrencileri lokomotif olacaktır. Bu üniversitelere dünyanın dört bir yanından öğrenciler ve akademisyenler de gelmelidir.

Sporcular Ülkesi Olmalıyız
Halkın spor yapabileceği rekreasyon parkları yapmak, beden derslerinin süresini artırmak, amatör kulüplere destek olmak, profesyonel sporculara cazip ödül programları sunmak, spor salonları yapmak, statları yenilemek, uluslararası spor müsabakalarını ülkemizde yapılmasını sağlamak,…bunların hepsi güzel hareketler. Ama yetmez, yetmemeli. Amatör ve profesyonel olarak spor yapan vatandaş sayımızı 10 katına çıkarmalıyız. Ki bu bile neredeyse aynı nüfusa sahip olduğumuz Fransa’daki sporcu sayısına yaklaştıramayacaktır. Disiplinli bir şekilde ve amaca yönelik yapılan sporun sporcuya aşıladığı zihniyet bu ülkenin vatandaşlarının birbirine karşı daha hoşgörülü olmasını sağlayacaktır. Ülkemiz insanında az bulunduğunu düşündüğüm centilmenlik, adil rekabet, ekip olma, disiplinli çalışma bilincinin en kolay sporla gelişeceğine inanıyorum. Sporda elde edilecek uluslararası başarılar vatandaşların birlikte daha çok şey başaracağına olan inancını artıracaktır.

Vizesiz Giriş Yapılan Ülke Olmalıyız
Özellikle komşu ülkelerin vatandaşları sadece kimlik göstererek ülkemize girip çıkabilmelidir. Aynı hakkı komşu ülkeler de bizim vatandaşlarımıza sağlamalıdır. Ama bu uygulamayı başlatan biz olmalıyız.  Madem komşularla sıfır sorun yaşamak istiyoruz, buradan başlamalıyız.

Türkiye Müslüman Ülkeleri Demokrasiye Davet Etmelidir
Dünyanın en modern, en özgürlükçü ve en gelişmiş Müslüman ülkesi Türkiye’dir. Türkiye doğru bir dille diğer Müslüman ülkeleri demokrasiye davet etmelidir. Halkını baskıyla yöneten diktatörlere şirin gözükmek, iktidarı babadan oğula devreden kralların elini sıkmak bize yakışmaz, yakışmıyor. Tüm Müslümanlar en az bizdeki kadar bir demokraside yaşamayı hak ediyor. Müslümanların demokraside huzur bulacağını, Müslüman ülkelerin demokrasi sayesinde gelişeceğini, İslam’ı daha çok insanın benimsemesi için Müslüman ülkelerin demokrasinin bayraktarlığını yapması gerektiğini dindaş ülkelere Türkiye doğru dış politikalar ile anlatmalıdır. Bu ülkelerde demokrasi isteyen gruplara açık veya örtülü destek çıkmalıdır. Atatürk’ün çizdiği yolun diğer Müslüman ülkelerce de benimsenmesi 100. Yıl vizyonumuzda mutlaka olmalıdır.  

Yönetim Mekanizmalarımızı Yeniden Yapılandırmalıyız
Mevcut yönetim mekanizmalarının adil, dürüst ve etkili yönetime izin vermediği bir gerçek. Mevcut anayasanın zengine de fakire de, güçlüye de zayıfa da, çoğunluğa da azınlığa da dar geldiği ayrı bir gerçek. Yeni anayasa insan hakları, kuvvetler ayrılığı, sürdürülebilir büyüme, adalet ve özgürlük düşünülerek hazırlanmalıdır. Seçilmiş yöneticilerin hakiki iktidar olabildiği, ihtiyacımız olan modern yasaların kolayca çıkarılabildiği, diktatörlük veya para heveslisi yöneticilerin karanlık emellerini kursağında bırakacak, insan haklarını ve özgürlükleri en önde tutan, gelecek nesillerin değişim taleplerine ipotek koymayan yeni bir yönetim mekanizması inşaa etmeliyiz.

İşte benden naif öneriler:
·      Devlet protokolünün tepesinde Başkan, ardından Denetim Meclisi Başkanı, ardından Yasama Meclisi Başkanı gelmelidir.
·      Ülkeyi yönetecek Başkan ve bakanlarıyla, ili yönetecek Başkan ve ekibi Yönetici Seçimleriyle belirlenmelidir.  Vatandaş ülkesini yönetecek ve ilini yönetecek partiyi bu seçimde belirlemelidir. İcracı bakanlıklar ve kurumlar yöneticilerin sorumluluğunda olmalıdır.
·      Yönetici seçimleriyle belirlenen yöneticilerin icraatlarını ve resmi kurumların denetimini yapacak Denetim Meclisi’nin seçimleri bir hafta sonra yapılmalıdır. Denetim meclisine seçilenler partilerinden istifa edip bağımsızlaşmaları gerekir. Özerkleştirilen adalet sistemi ve güvenlik (ordu, polis ve istihbarat) teşkilatları doğrudan Denetim Meclisine karşı sorumlu olmalıdır. Denetim meclisinin görevden alma yetkisi olmalıdır ama göreve atama yetkisi olmamalıdır.
·      Hükümet tarafından önerilecek yasaları inceleyecek, düzeltilmesi için hükümete iade edecek, onaylayacak veya reddedecek olan Yasama Meclisini her üniversiteden gönderilen temsilciler oluşturmalıdır. Her üniversite göndereceği 5 temsilciyi akademisyenlerinin ve öğrencilerinin seçimiyle belirlemelidir.

Kürdistan’ı Biz Kuralım
Kürtler tarih boyunca devlet kuramamış talihsiz bir millet. Irak’ın kuzey bölgesinde henüz meşrulaşmamış bir Kürdistan devleti var. Ama hala bağımsızlıklarını ilen etmiş değiller ve niye bekledikleri de belli değil! Bu bölgenin Irak’tan bağımsızlığını ilan edip devlet kurmasına biz ön ayak olmalıyız. Bu yeni komşumuzu emperyalist güçlerin himayesinden kurtarıp kendi himayemize almalıyız. Devlet mekanizmalarını oluşturmasını biz sağlamalıyız. Ordusunu ve polis teşkilatını biz eğitmeliyiz. Sanayisini ve ticaretini geliştirmesi için yardımcısı olmalıyız. Demokrasiyle yönetilmesini sağlamalıyız. Aramızdaki ticaret ve ziyaret serbest olmalıdır. İstanbul’dan Adana’ya nasıl gidebiliyorsak, Erbil’e de öyle gidebilmeliyiz. Diyarbakır’daki bir tüccar ile nasıl ticaret yapıyorsak Musul’daki tüccarla da öyle ticaret yapabilmeliyiz. Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşlar çifte vatandaşlık hakkına sahip olmalıdır. Aynı şekilde Kürdistan’daki Türk kökenliler de çifte vatandaşlık hakkına sahip olmalıdır. Hem oradaki seçimlerde hem de buradaki seçimlerde oy kullanabilmelidirler. Türkiye’deki Kürt sorunu Kuzey Irak’ta kurulacak kardeş ülke Kürdistan ile bıçak gibi kesilecektir. 100. yılımıza bölünmeden Kürt sorununu çözmüş olarak girmek istiyorsak yukarıdaki öneriyi daha detaylı bir plan dahilinde hayata geçirmeliyiz. Taraflar kazan-kazan esasına dayalı görüşmelerde adil pazarlıklar yapar ve uzlaşmacı bir yaklaşım sergilerse Türkiye bölünmez, Kürtler de vatan sahibi olur. Ama sanırım bu çözümü düşünmemizi istemeyen biz ve onlar değiliz, diğerleri!

Türkiye’nin 100. Yıl Vizyonu başlıklı makalelerimin devamını getireceğim.  Amacım tartışılmaya değer ve tartışmaya açık fikirler ortaya atarak düşünce dünyamızı geliştirmek ve önce ülkeme sonra da insanlığa faydalı projeler üretmektir. Öneri ve eleştirilerinizi yazarsanız sevinirim.

Not: Bu yazıyı 28 Nisan 2011’de yazmama rağmen yayınlamak için 12 Haziran seçimlerinin tamamlanmasını beklediğimi bilmenizi isterim. 

1 Temmuz 2007 Pazar

Türkiye’nin 100. Yıl Vizyonu 1


2023 yılında Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyor olacağız. Tarihte 100’ün üzerinde devlet kurmuş bir ırkın çocukları olarak, son devletimizin yüzüncü yaşının kuru/şaşalı kutlamalarla geçiştirmemeliyiz. Türklere ve Türki Cumhuriyetlere kıvanç verecek eser ve projelerle 2023 senesini karşılamalıyız diye düşünüyorum.

16 yıl sonra 100.yıla gireceğiz. 22 Temmuz seçimlerine katılan partilerin hiçbiri 100.yıla atıfta bulunmuyor. (Partilerimiz, Atatürk’ün gösterdiği hedeflere burun kıvırıyorlar, bari kendi hedefleri olsa. Ama ortaya vizyon ve hedef koymak zordur. Kolay olan siyaseti dedikoduya indirgemek ve icranın başına geçince hesap soracağını söylemektir.)

Neyse… Bence Türkiye’nin yaratıcı, cesur ve heyecan verici hedeflere ve projelere ihtiyacı var. Bu yazımda 2023 senesinde görmek istediğim, gönlümde yatan eser ve projelerden bahsetmek istiyorum.

Uzaya Seyahat ve İstasyon Projesi (USİP
Halka vizyon ve moral vermek için “Uzaya Seyahat ve İstasyon Projesi” USİP’i hayata geçirelim. USİP’in hedefi  2023 yılında Türkiye topraklarından kendi uzay gemimizle uzaya Türk astronotlar göndermek olmalıdır. USİP, NASA benzeri bir kurum olmalıdır.

USİP’in birinci hedefi Cumhuriyetin 100.yılında bizim topraklarımızdan, bizim gemimizle, uzaya bizim insanımızı göndermek olmalıdır. İkinci hedefi; uzaya turist göndermek, üçüncü hedefi; uzayda Türk İstasyonu kurmak, dördüncü hedefi; uzay araştırmaları yapmak olmalıdır.

USİP’in 100. yıla faydaları neler olabilir? 
·         Türk halkına moral ve vizyon verir.
·         Türkiye’nin tanıtımına katkı yapar.
·         Türkiye’yi süper ülkeler arasına sokar.




Uygarlıklar Köprüsü
İstanbul boğazındaki köprülerin arasına bir anıt köprü kuralım. Bu köprü diğer köprülere benzemesin. Mimarisi ve büyüklüğüyle herkesi şaşırtsın. Birbirinden çok uzakta 4 ayağı olsun. İkisi Avrupa yakasında, ikisi Asya yakasında. Ayakları bir daire birleştirsin. Dairenin üstü gezi ve kafeler alanı olsun. İnsanlar ayakların üzerinde yürüyerek daireye ulaşsın. Burada, muhteşem boğaz ve İstanbul manzarası eşliğinde insanlar yemek yiyebilsin, keyifli dakikalar geçirebilsin. Köprü sadece yaya trafiğine açık olsun. Köprünün altında teleferik kabinleri yolcu taşısın. Daireye ulaşmak için acelesi olanlar ve sadece karşıya geçmek isteyenler için köprünün ayakları ve dairesi altında gidip gelen bu raylı kabinlere binsinler. Bir ayağın dibinden diğer ayağın dibine insanlar kabinde seyahat edebilsinler. İstanbul ve boğaz manzarasının eşsiz güzelliğini görsünler.

Uygarlıklar Köprüsü’nün 100. yıla faydaları neler olabilir? 
         Dünyada Türkiye’nin ve Türklerin imajını olumlu anlamda değiştirir. Türkiye’ye ve Türklere sempati artar.
         İstanbul’u dünyanın en güzel kenti yapar.
         İstanbul’u dünyanın başkenti yapar.
         İstanbul’u sonsuza kadar Türk kenti yapar.
         Türkiye’nin ve İstanbul’un simgesi olur.
         Çok turist çeker. (Yılda 20 milyon)
         Dünyanın 7 harikasından biri olur.

Hızlı Tren
10. yılda demir ağlarla ördüğümüz vatanı 100.yılda hızlı tren hatlarıyla örelim.  Türkiye’nin dörtbir yanını hızlı tren raylarıyla döşeyelim. Edirne’den Artvin’e, Artvin’den Hakkari’ye, Hakkari’den Muğla’ya, Muğla’dan Edirne’ye en fazla 6 saatte ulaşabilen hızlı trenlerimiz olsun. Ayrıca tüm bu noktalardan Ankara’ya hızlı tren hatları olmalıdır. Türkiye hızlı tren ile kolayca gezilebilmelidir.

Toplu ulaşımı karayollarımızdan hızlı trene kaydırarak çevre kirliliğini önlemiş, kazaları azaltmış oluruz.   

Çanakkale Köprüsü
Trakya ile Anadolu’yu Çanakkale boğazına yapılacak köprü ile buluşturalım. Marmara denizinin iki yakasını bu sefer Çanakkale’de bir araya getirelim. Bu zorlu boğaza köprü yaparak gücümüzü ve yaratıcılığımızı dünyaya gösterelim. Bu köprüden hızlı tren ve yayalar da geçsin.

Bu köprü sayesinde Avrupa’dan Anadolu’ya geçiş kolaylaşır, bölge ekonomisi ve ticareti artar.

Marmara Köprüsü
Darıca ile Yalova’yı karayoluyla birleştirecek köprü yapalım. Arabalı vapuru bekleyen veya İzmit körfezini dolaşmak zorunda kalan vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştıralım.







Uçak Gemisi
Karadenizli tersanecilerimizin yapacağı uçak gemisi ordumuza ve halkımıza büyük moral verecektir. Gemi inşa teknolojimizi ve kapasitemizi artıracaktır. Türkiye’nin daha büyük ticari gemi üreticisi olmasını ve ticari gemi filolarına sahip olmasını sağlayacaktır. Uçak gemisine sahip sayılı ülkelerden bir olmak bizi süper devletler arasına sokacaktır.




Yerli Otomobil
Bir Türk girişimcisinin üreteceği ve yaratacağı otomobil markası şirketlerimize vizyon ve moral verecektir. Bu marka lüks otomobil markası olmalıdır. Tüm dünyada satılıyor olmalıdır. 

Yerli spor otomobil markası Etox bu hedefe ulaşabilir. Kamu kuruluşları ve A SES grubundaki vatandaşlarımızca bu marka desteklenmelidir.  





Yeşil Türkiye
Türkiye çorak bir ülkedir. Ormanlarının çoğu verimsizdir. Türkiye’nin tüm dağları ağaçlandırılmalıdır.  Ormanlarımız bugünkü büyüklüğünün 100 katına ulaştırılmalıdır. Türkiye 100.yılına yemyeşil bir manzara ve temiz havasıyla girmelidir.





2023 yılına yetiştirilecek bu projeler Türkün ve Türkiye’nin vizyonu olacaktır. Dünya’ya bizi tanıtacak ve ezberleteceklerdir. Türkiye’nin dünya markası olmasını sağlayacaklardır. Türk insanına moral verecektir.

Önerilerime benzer önerilerinizi bekliyorum.

1 Ekim 2006 Pazar

Başka İstanbul var mı?


Olmalı.

İddia ediyorum, İstanbul’un diğer şehirlerimize olan ezici üstünlüğü Cumhuriyetin en büyük sorunlarından biridir. Bu sorun sırasıyla Roma İmparatorluğunu, Bizans’ı ve Osmanlıyı yıkmıştır.

Büyüklüğüyle övündüğümüz İstanbul, Türkiye için avantaj değil, dezavantaj yaratmaktadır.

Türkiye’nin hala gelişmekte olan ülke olmasının sebebi de İstanbul’dur. İstanbul’un ezici üstünlüğü kırılamazsa, İstanbul ile ekonomik yarışa girecek iller yaratamazsak Türkiye asla gelişmiş ülkeler arasına girmeyecektir.

Büyüklüğünü sağlıklı değil, hormonlu bulduğum İstanbul hakkında önce bazı rakamlara bakalım, sonra tezime devam edeceğim.

·       Türkiye ekonomisinin kalbi İstanbul’dur. 2006 sonu itibariyle Türkiye’nin GSYİH’sı yaklaşık 400 milyar dolar, İstanbul’un GSYİH’sı ise yaklaşık 130 milyar dolar olacaktır. Yani toplam ekonomik değerin 3’te 1’i İstanbul’a aittir.
o   Ortalama kişi başı gelire bakacak olursak; İstanbul’daki bir vatandaş Güneydoğulu bir vatandaştan 4 kat, Doğu Anadolulu bir vatandaştan 3 kat daha fazla gelir elde edebilmektedir.
o   İstanbul, 130 milyar $’lık GSYİH neredeyse Yunanistan’ın ekonomik büyüklüğüne eşittir. (Yunanistan’ın nüfusu 10 milyon civarında)

·       Türkiye nüfusunun %17’si İstanbul’dadır. Marmara bölgesinin nüfusunun %60’ı İstanbul’dadır.
o   İstanbul’un nüfusu 12 milyon’un üzerindedir.
o   İstanbul’dan sonra en büyük kent olan Ankara’nın nüfusu, başkent olmasına rağmen, ancak İstanbul’un 3’te 1 oranındadır.
o   1960’ta Türkiye’nin nüfusu 28 milyon, İstanbul’un nüfusu 1,5 milyondu. Yani Türkiye’nin %5,3’ü İstanbul’da yaşıyordu.
o    
·       İstanbul’da yaşayanların %62’si dışarıda doğmuştur. %38’i İstanbul’da doğmuştur.
o   Yani İstanbul’da 8 milyon göçmen vardır. İstanbul’a her yıl 400 bin göçmen gelmektedir.
o   İstanbul’da doğanların sadece %50’sinin ebeveyni İstanbul doğumludur.

·       Türkiye’de tüketilen gıdaların yaklaşık %35’i İstanbul’da tüketilmektedir.

·       Üniversitelerimizin %30’u, ilk ve ortaöğretim kurumlarımızın %20’si, öğrencilerimizin % 25’i İstanbul’dadır.
o   İstanbul’da 27 üniversite, 2500 ilk ve ortaöğretim kurumu var. 250 bini üniversitede olmak üzere, 3,5 milyon öğrencisi vardır.

·       Türkiye’deki araçların % 21’i İstanbul’dadır.
o   İstanbul’da yaklaşık 2,3 milyon motorlu araç vardır.
o   Her gün trafiğe 500 yeni araç katılıyor. (Yılda 200 bin yeni araç)
o   Günde 1 milyondan fazla araç hareket halinde.
o   Günde 7  milyon kişi yolculuk yapıyor.
o   20 bin taksi, 17 bin servis minibüsü var.
o   İstanbul boğazındaki köprülerden bir yılda yaklaşık 150 milyon araç, yaklaşık 160 milyon YTL ödeyerek geçti.

·       Sırayla şampiyon olan 3 büyükler İstanbul’ludur.

·       Tüm ulusal medyaların (TV ve gazetelerin) merkezleri İstanbul’dadır.

·       Türkiye’deki havalimanlarına her gün ortalama 2000 ucak iniyor. Bunun 800’ü İstanbul havalimanlarına inmektedir.
o   İstanbul’a her gün havayolu ile yaklaşık 150 bin yolcu geliyor.

Bu gidişle İstanbul şişmeye, Anadolu’yu gölgelemeye ve Türkiye’yi dengesizliğe mahkum etmeye devam edecektir.

Evet, İstanbul, coğrafi konumu ve 3 büyük imparatorluğa başkentlik yapmasından dolayı tarihi boyunca çekim noktası olmuştur. Ama 1960’tan sonra Türkiye’deki şehirleşme (kümeleşme, burjuvalaşma) dengesini altüst edecek şekilde büyümüştür.

Türkiye gelişimini, gelirini, olanaklarını ve refahını tüm bölgelere eşit dağıtamamanın, başka İstanbullar yaratamamanın (olumlu anlamda) sıkıntılarını yaşamaktadır.

Türkiye’nin kuruluşundan sonra kırsaldan şehre göç (şehirlileşme) sürecinde ortaya çıkan (ve İstanbul lehine gelişen) heterojenleşme problemi vardır. Türkiye gererek nüfus gerekse ekonomik büyüklük anlamında homojen bir şehirleşme yakalayamamıştır.

En büyük yüzölçümüne sahip Doğu Anadolu bölgesi sürekli göç vermiş ve her açıdan geri kalmıştır. Doğu Anadolu bölgesinin nüfusu İstanbul’un %50’si, Marmara bölgesinin % %32’si, İç Anadolu bölgesinin %50’si kadardır.

BÖLGE
Marmara
İç Anadolu
Ege
Akdeniz
Karadeniz
Doğu Anadolu
Güneydoğu
Bölge Nüfusu
20.000.000
12.500.000   
9.500.000   
9.750.000   
8.250.000   
6.500.000   
7.500.000   

“İstanbul’un taşı toprağı altın” diye diye Türkiye’nin diğer şehirlerini değersizleştirdik. Her Türk vatandaşının hayali İstanbul’da yaşamak oldu. Kendi şehrine yatırım yapmaktan uzaklaştılar.

Şu anda İstanbul demek, neredeyse Türkiye demektir. Baş aktör İstanbul’dan biraz Ankara, biraz İzmir rol çalabiliyor, ama onlara yardımcı oyuncu bile diyemeyiz. Doğal olarak diğer illere de figüranlık kalmış durumda. Yazık.

Abarttığımı düşünebilirsiniz. Ne var bunda diyebilirsiniz, Anadolu Kaplanlarından falan bahsedebilirsiniz. Ama İstanbul’u geliştirerek, büyüterek veya düzelterek Türkiye’yi değiştirebileceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

Diğer şehirlerle İstanbul arasındaki fark ne zaman azalır, işte o zaman Türkiye gelişir.

Türkiye ayakta kalmak ve ciddi anlamda dünyanın gelişmiş ülkelerinden biri olmak istiyorsa Anadolu’daki en az 13 şehri (İzmir, Antalya, Bursa, Ankara, Kayseri, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Mersin, Konya, Samsun, Trabzon) İstanbul’a eş hale getirmelidir.

Bu eşitliği sağlamak için İstanbul’un küpünden taşanları, hatta içindekilerin bir kısmını alıp bu şehirlere dağıtmanın yollarını bulmalıdır.

İstanbul’daki üretim Anadolu’daki bu şehirlere kaydırılmalıdır. (Bunu yapamazsak zaten İstanbul’daki üretim Çin’e, Hindistan’a veya Mısır’a zaten kayacaktır.)

Teşvik yasaları, asıl, İstanbul’a alternatif olabilecek bu iller için çıkartılmalıdır.

Bu illerin cazibe merkezi olmaları ve markalaşmaları için 25 yıllık bir plan hayata geçirilmelidir. Cumhuriyetin 100.yılına (2023’e) nüfusları ve ekonomik büyüklükleri aşağı yukarı birbirine yakın 14 şehirle girmeliyiz. Bunu başardığımız zaman Türkiye, değil Avrupa’nın, dünyanın en güçlü ve en marka ülkesi olur. 

1 Şubat 2004 Pazar

Türkiye'nin Markalaşması İçin


İmajımız konusunda ne heyecanlı, ne duygusal milletiz. Türkiye hakkında dış medyada yapılan en ufak bir övgüyü de, yergiyi de büyütürüz. Bütün dünya vatandaşlarının, bizi tanımasını, bizi sevmesini, bizi övmesini isteriz. Öte yandan, dış medyada hakkımızda çıkan en ufak olumsuz yorumda “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” der, çıkarız işin içinden.

70 milyonuzdur, köklüyüzdür ama aynı nüfusa sahip Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere kadar itibar ve ilgi görmeyiz. 1960’da dedelerimizin kurtarmaya gittiği Güney Kore kadar dünyanın ilgisini çekemeyiz. Turist sayımız ancak 15 milyona yaklaşmıştır. Onlar da, tatil köylerinden dışarı çıkmadıkları için, kafalarındaki (olumsuz) Türkiye imajına sadece güneş ve sahil imgelerini ekleyerek giderler. Yazık.

Türkiye’nin yukarıda saydığımız ülkeler kadar itibar görmesi için ne yapmalıyız?

Çıkış yolu, üllkemizin imajına, itibarına marka penceresinden bakmaktan mı geçiyor acaba?

Bir ülkenin markalaşması ne demektir? Diğer ülkelerdeki insanların;
  • O ülke için güzel duygular beslemesi mi?
  • O ülke hakkında konuşabilmeleri mi?
  • O ülke hakkında bilgi toplama istekleri mi?
  • O ülkeye ait çağrışımlardan ülkeyi hatırlayabilmeleri mi?
  • O ülkenin ünlülerini ve tarihi kişiliklerini tanımaları mı?
  • O ülkenin tarihi ve güncel sanat eserlerini bilmeleri mi?
  • O ülkenin dilini konuşmak için eğitim alma istekleri mi?
  • O ülkenin yerini haritada gösterebilmeleri mi?
  • O ülkenin başkentini bilmeleri mi?
  • O ülkeyi turistik ziyaret yapılacak ülkeler listesine eklemeleri mi?
  • O ülkeye gidip yaşamak/vatandaşlığına geçmek istekleri mi?

Bu sorulara verilecek cevaplar, bir ülkenin markalaşması için yeterli midir, siz karar verin.

Ülkelerin imajları ve turist çekme politikaları üzerine ne tür tartışmalar yapıldığını çeşitli kanallardan izliyoruz. Ama ülkelerin marka değerleri üzerine çok tartışılmadığını düşünüyorum. Bu yazımda, konuya ülkelere marka değeri üzerinden bakmayı ve Türkiye’nin markalaşması üzerine geliştirdiğim dağınık fikirlerimi toparlayıp sizlerle paylaşmayı amaçlıyorum.

Dünya üzerinde 200’ü aşkın ülke var. Tanınan, sevilen, hayran olunan, gidilmek istenen, uyruğuna (hatta mandası altına!) girilmek istenen ülke sayısı ise iki elin parmaklarını geçmez.  Bu ülkeler bu çekiciliklerini nasıl kazandılar. Nasıl markalaştılar?

Şuna da dikkat etmek lazım, markalaşan ülkeler, bilinçli bir şekilde marka yönetimi mi yaptılar, yoksa “su akar yolunu bulur” misali kendiliğinden mi markalaştılar?

Mesela ABD, kendi markasını bazı açılardan çok iyi yönetmekte, başka bir açıdan da felaket yönetmektedir. Dünyada hem ABD’ye göç etmek isteyen, hem de ABD’yi yok etmek isteyen o kadar çok insan var ki, bu durumda ABD, marka değerini doğru yönetmiştir diyebilir miyiz?

Yeşili bol olan ülkeler, çölü bol olan ülkelerden daha mı sempatik?

İçe kapanık ülkeler, küreselleşenlerden daha mı saldırgan?

Yazımın başında da belittiğim gibi ben konuya markalaşma perspektifinden yaklaşmak istiyorum ve ülkelerin markalaşabilmesi için yapabileceklerini bulmaya çalışıyorum.

Sanırım öncelikle şu sorulara cevaplar bulmalıyız? Markalaşmış ülke olma ölçütleri nelerdir? Markalaşabilmiş ülkeler hangileri?

  • Gelişmiş ülke olmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman ABD, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa, Japonya, markalaşmış ülkelerdir.
  • Dünya gündeminde olmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman Irak, Afaganistan, İran markalaşmış ülkelerdir.
  • Tekil ve güçlü konumlandırma markalaşma ölçütü müdür? O zaman Rio Karnavalı ile Brezilya markalaşmış bir ülkedir. (Belki de Dünya Futbol Şampiyonlukları ile)
  • Turist çekiyor olmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman İspanya ve Maldiv Adaları markalaşmış ülkelerdir.
  • Gizemlere sahip olmak, fantastik olmak, egzotik olmak, geleneksel olmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman Hindistan, Çin ve Mısır markalaşmış ülkelerdir.
  • Bilinirlik ve bilgi sağlamak için tanıtım yapmış olmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman Reklam ve PR faaliyetlerini düzenli uygulayan Singapur markalaşmış ülkedir.
  • Kültürel ihracat yapmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman Rusya markalaşmış bir ülkedir.
  • Kalabalık ve/veya güzel şehirlere sahip olmak markalaşma ölçütü müdür? O zaman 20 milyonluk nüfusa sahip olan Bankok şehrinin ülkesi Tayland markalaşmış bir ülkedir.

Bu saptamalardan Türkiye’ye dönecek olursak; Gelişmiş bir ülke değiliz. Dünya gündemine olumlu değil, olumsuz haberlerle giriyoruz. Öne çıkan ve güçlü olan bir özelliğimiz yok. İyi kötü turist çekiyoruz ve bu gidişle daha çok turis çekeceğiz. Ama gelen turistler sadece dinlenme olanaklarımızdan yararlanıyor. Tarihi ve kültürel özelliklerimizden değil. Fantastik bir ülke değiliz ama dünya bizi öyle görmek istiyor. Geçmişimizde tanıtım faaliyetleri yok. Türkiye adını duymamış bir çok insan var yeryüzünde. Dünya’ya ihraç edebileceğimiz düşünürümüz, müziğimiz yok (Belki de var da, biz ihraç edemiyoruz). Bir nobel alan aydınımız bile yok! Değerini ve güzelliğini anlatamadığımız İstanbulumuz var.

Peki bu donelerle Türkiye’yi markalaştırabilir miyiz? İçlerinden bazılarını mı kullanmalıyız yoksa hepsini mi? Veya hepsini bir kenara koyup yeni doneler mi yaratmalıyız?  Mesela Eyfel Kulesi gibi, Özgürlük Anıtı gibi eserler mi yapmalı? Yoksa dünyanın bizi tanımak istediği gibi oryantalist mi takılmalı? Yemeklerimizle markalaşmaya ne dersiniz? Kaliteli markalarımızla ve ona iliştirdiğimiz Turquality ile mi ilerlemeli? Türk kişiliğini öne çıkarıp, Türk insanının pozitif özelliklerini (güçlü, mert, misafirperver...vs) anlatmaya ne dersiniz?

Yapılabilecek çok şey var. “Herşeyin ustası olmaya çalışan, hiçbir şeyin çırağı dahi olamaz” diye bir Çin atasözü vardır. Türkiye’yi markalaştırmak istiyorsak, tek ve güçlü bir özelliğimizi diğer özelliklerimizden önde tutmalıyız. Köpürtmeliyiz. Bu özelliğimizi başka ülkeler de sahiplenememeli.

Peki altını çizebileceğimiz farklılıklar var mı? Yada dünyaya örnek / öncü olabilecek bir ilki sahiplenebilir veya yaratabilir miyiz?

İşte benim önerim;

Küçüklüğümden beri, neden bizim de Eyfel Kulesi gibi, Özgürlük Anıtı gibi, dünyaca tanınan bir anıtımız yok diye düşünürüm. Şöyle dünyanın 7 harikasından biri olacak. Türkiye’yi hemen akıllara getirecek, çok turist çekecek... Lise yıllarımda buna bir çözüm bulmuştum. Boğazın üstüne devasa bir heykel dikmek, bir ayağı Avrupa’da diğer ayağı Asya’da... Ne muhteşem olurdu. Heykelin kod adını da “Zebella” koymuştum. Üniversite yıllarımda, “zebella” fikrimi biraz daha mimarlık sınırlarına çekmek için, sürekli revize ettim. Son önerim; “Çok Ayaklı Döner Daire”. Döner daire, boğazın tam üstünde, 4 veya altı ayakla karaya basan bir yapı olmalı. Ayaklarında asansörler olan döner dairede yüzlerce restoran, cafe ve eğlence yerleri vardır. Buralarda, muhteşem boğaz ve İstanbul manzarası eşliğinde yemek yiyebilir, keyifli dakikalar geçirebilirsiniz. Dünyadaki herkesin böyle bir manzarada yemek yemek isteyeceğini düşünüyorum. Üstelik Zebella sayesinde bir ayağın bulunduğu bölgeden başka bir ayağın bulunduğu bölgeye (raylı bir sistemle) geçebilirsiniz. Yani “Zebella”yı ulaşım amaçlı da kullanabilirsiniz. Dünyada bir eşi olmayan böyle bir yapı tüm dünyanın ilgisini çeker diye düşünüyorum.

Siz de, Türkiye’nin markalaşması için şimdiden düşünün. Marka değerimizi ve imajımızı, geçmişimiz ve bugünümüzle yükseltemediysek, parlatamadıysak, belki de, sizin şimdi düşüneceğiniz ve hayata geçireceğiniz fikirlerinizle markalaşacağız.

Kolay gelsin.

Not: Markalaşmak için hiçbir zaman geç değildir.

1 Ocak 2003 Çarşamba

Kolaycılık bitirdi bizi


Dünya kupasına Japonya ile birlikte ev sahipliği yapan Güney Kore’yi aklımdan çıkaramıyorum. Daha 1950’lerde sefillik içinde yüzen bir ülkeymiş. Kişibaşı geliri bizim üçte birimizmiş. Şimdi ise bizi fersah fersah geçmiş durumdalar. Bize nasıl bu kadar fark atabildiler, şaşırıyorum. Biz niye bir arpa boyu yol aldık da, onlar uzayıp gitti? Bizim neyimiz eksik? Bu ve benzeri soruları hep sorup duruyorum. En sonunda beni tatmin eden bir cevap buldum; Kolaycılık.

Halkımız kolaycıdır. Bakın pratiktir demiyorum. Kolaycıdır diyorum. Küçük örnekleri sıralayayım;
  • Ev ödevini annesine yaptırır.
  • Arabasını yüz metre ilerideki boşluğa değil, evinin önündeki kaldırıma park eder.
  • Kütüphanedeki kitaptan notlar alacağına, sayfa alır.
  • Çorabıyla yatar, çorabıyla kalkar.
  • Sıraya gireceğine kaynak yapar (araya dalar).

Daha bir çok örnek verebilirim. Bunlar masum şeyler gibi gelebilir. Ama kolaycılık yönetime de sızmıştır. Bu sızma Türkiye’nin en büyük problemidir. Açıklayayım:

  • İnsan haklarını hiçe sayarak halkı daha iyi yönetebileceğimizi düşündük, olmadı.
  • Toplumu yasaklarla daha iyi yönetiriz sandık, olmadı.
  • Sendikalaşmayı önleyerek şirketlerimizi daha iyi yönetiriz sandık, ne iyi yönettik ne iyi yöneticilere sahip olduk, ne de bir dünya şirketi/markası çıkarabildik.
  • Korumacılık yaptık, hiçbir sektörde dünya lideri olamadık.
  • Dünya ile rekabet edebilmek için asgari ücreti düşük tuttuk, hiçbir yere gelemedik.

Zoru hiç göğüslemedik. Hep kolay olanı seçtik. Velhasıl hiçbir stratejimiz tutmadı. Muasır medeniyetler seviyesine çıkamadık. Olmadı. Olmadı.

Dingoyu elden beslerseniz vahşiliğini kaybeder, evcilleşir, köpekleşir. Doğada avlanmayı unutur. Hep insana muhtaç kalır. İnsan yüz çevirince de açlıktan geberir.

Politikacılarımıza “apolitikleştirilmiş halk”, yöneticilerimize “sendikasız çalışan”, iş dünyamıza “beleş kredi” verdik. Kolaycılığa alıştırdık, elden besledik. Sonuç. 80 yılda hala hasta bir ekonomi. Oysaki geriden gelen birçok ülke bizi geçti.

 “Okullar olmasaydı milli eğitimi ne harika yönetirdik” diyen milli eğitim bakanları zamanında görevden alınsaydı, sendikalaşmaya izin verilseydi, insan haklarına uyulsaydı, Türkiye bu durumlara düşmezdi, diyorum.

Patronlara da bir çift lafım var. Ucuz iş gücüyle, sendikasız çalışanlarla herkes fabrikasını idare eder, hayatta kalır, sermaye biriktirir. Önemli olan pahalı ve sendikalı işgücüyle sermaye biriktirmek. Yöneticilerinize bir de bu açıdan bakın. Onlara dikensiz gülbahçesi verdiğiniz için dünya markası yaratamıyorlar. Kapitalizmin doğası vahşi... Oysa sizler yöneticilerinize evcil bir ortam sunuyorsunuz. Tabii dünya ile rekabet edemezler, dünya markası yaratamazlar.

Ünlü bir söz vardır; Aynı şeyleri tekrarlayarak farklı sonuçlara ulaşamazsınız. İddia ediyorum, bundan sonra Türkiye ne yaparsa yapsın, sadece geçmişte yaptıklarını tekrarlamasın, düzlüğe çıkar.

Şimdi, TBMM’de çoğunluğu eline geçirmiş, tek başına iktidar olmuş ve hepsinden önemlisi “farklı” olduğunu iddia eden bir parti var. İktidardaki partinin ideolojisinin ne olduğu beni ilgilendirmiyor. Ne yapacağı önemli benim için. Farklı davransın yeter. Kolaycılığa kaçmasın. Böyle gelmiş böyle gider demesin. Değişim için değişiklik yapsın. AB normlarının peşinde koşsun. Farklı ve güzel sonuçlara ulaşacağımızdan eminim.

Son söz; kolay yoldan zengin olunmaz.