İkinci dünya savaşının bitmesiyle başlayan küreselleşme
süreci Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte ikinci fazına geçmişti. Bu ikinci
dönemde uluslararası ticaretin artması, global markaların rağbet görmesi, hava
ulaşım ağının yaygınlaşması ve internetin kitleler tarafından yoğun
kullanılıyor olmasıyla küreselleşmenin hızı daha da arttı.
2010 senesini tamamlarken küreselleşmenin insanlığa neler
kazandırdığı ve kazandıramadığının bir bilançosunun yapılması gerektiğini
düşünüyorum. (Asıl küreselleşmenin dünyaya neler kaybettirdiklerini konuşalım
diyenlerin yazıyı buradan sonra okumaması daha iyi olur. Çünkü bence dünya
barışı ve refahının artması için tek seçenek küreselleşmedir. Dünyaya gelen tüm
insanların barış içinde, mutlu, sağlıklı ve olanaklı yaşayabilmesi için
küreselleşmeyi istemekten başka çaremizin olmadığını düşünüyorum. Bu düşünceme
katılmayanların yazının devamını doğru okumaları mümkün olmayabilir)
Bundan 15 yıl önce küreselleşme sayesinde şunların
olacağını öngörmüştüm;
·
Dünyanın doğusundaki ülkeler ile gelişmekte olan
ülkelerin ekonomileri büyüyecek. Üretimleri, tüketimleri ve ihracatları
artacak. Dünya refahından daha fazla pay alacaklar. Batı dünyasının refahına ulaşmayı
hedef edinecekler ve bunu er ya da geç başaracaklar.
·
Gelir dağılımının dünyaya daha dengeli
yayılmasıyla teknolojiye ulaşabilen eğitimli insan sayısı artacak.
·
Global markaların daha fazla tüketiciye ihtiyaç
duymaları yüzünden gelişmiş ülkeler diğer ülkelerin de gelişmesi gerektiğine
inanacak ve serbest ticaretin sınırları artacak. Silah ticaretinin savaşları
tetiklediği, dolayısıyla dünya refahını tehdit ettiği görülecek.
·
Dünyadaki zengin ve eğitimli zümreler dünyadaki
fakir ve eğitimsiz bölgelere nitelikli projelerle yardım edecek.
·
Kapalı ve yarı demokratik rejimler
demokratikleşme konusunda daha hızlı adımlar atacaklar. Dünya ile rekabet edebilmek ve ekonomilerini
geliştirebilmek için bu adımları atmaları gerektiğini görecekler. İnsan
hakları, özgürlük, eşitlik, adalet gibi demokratik nimetlerden daha fazla insan
faydalanacak.
·
Medeniyetler çatışmasının tam tersine
medeniyetler arası anlayış ve hoşgörü artacak.
·
Radikal ideolojiler ve ideologlar yumuşayacak.
İdeolojilerini dünyanın ve hayatın merkezi sanan insan sayısı azalacak.
·
Milletlerin içindeki ırkçı düşünceler ve
ırkçılar azalacak. Irk asilliği ve üstünlüğü safsatası prim yapmayacak. Irklar
farklı ırklara karşı daha misafirperver olacak.
·
Yaşam ve düşünce tarzıyla çoğunluğu oluşturan
zümreler farklı düşünen ve farklı yaşayan azınlık grupları ötekileştirmeyecek.
·
Dindarlık ve din merkezli yaşayanların oranı azalacak.
Dini uygulamaların bazılarının insan haklarına aykırı olduğunu kabul eden inananlar
arasından reformist akımlar doğacak. Dinlerdeki
reformist yaklaşımlar inananlar tarafından daha çok benimsenecek.
·
Kısacık yaşam süresinin değerini bilen
insanların sayısı artacak. Eğlence, oyun, spor, sanat, gezi, turizm gibi
alanlardan faydalanan insan sayısı artacak. Çalışma saatleri düşecek.
Yukarıdaki öngörülerimin hangisinde ne kadar yol
alındığının muhasebesini yapmam gerekirse;
·
Dünya refahının arttığını, dünya nimetlerinin
tüketilmesinden daha fazla insanın yararlandığını söyleyebiliriz. Özellikle
Çin’in kaydettiği aşama öngörülerimin bile ötesinde.
·
Global marka sayısı arttı ve daha fazla ülkeye
nüfus ettiler. Üstelik bu global markalar artık doğu ve gelişmekte olan
ülkelerden de çıkabiliyor.
·
Kültürel kaynaşma olarak özetleyebileceğim gelişmeler
ise son derece yavaş. Toplumlar ve medeniyetler arasındaki nefret düzeyi hala
düşmüş değil. Dolayısıyla medeniyetler arası çatışma, savaş, katliam gibi
riskler dünya barışını ve refahını hala tehdit ediyor.
Küreselleşme sayesinde ekonomik iyileşme sağlandığı kadar
kültürel uzlaşma ve kaynaşma sağlanamadı maalesef. İnsanlardaki aidiyet
duygusunun baskınlığı, aidiyet duygusunun yanlış kodlanması buna neden oluyor. Bu
da küreselleşmenin önünü tıkıyor.
Faşist aidiyet duygularından kurtulamadığı için
küreselleşme sürecinde ilerlemesi yavaşlayan dünyamızda yeni bir kavrama
ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yoksa dünyanın birçok ülkesinde mutlu, sağlıklı,
olanaklı bir hayat geçirmeden, her gece yatağına aç giren, kendini hep tehlikede
hisseden, yani gün yüzü göremeden yaşayan ve ölen milyarlarca insan olmaya devam
edecek.
Dünyayı refaha ve barışa ulaştıracak, küreselleşmeye
katkıda bulunacak katalizör kavram bence “dünya vatandaşlığı”dır.
Dünya vatandaşı
kimdir?
Başka ırktan, dinden, düşünceden, yaşam tarzından olan
insanları aşağılamayan, garipsemeyen insandır. Şehrinde, ülkesinde kendisinden
farklı insanlarla yaşamaktan rahatsız olmaz. Aynı şekilde farklı insanların
şehirlerinde yaşamaktan da rahatsız olmaz. Kendi ırkını, dinini, düşüncesini,
yaşam tarzını başkalarından üstün görmez. Kendisinden farklı olan insanlara
dayatma yapmaz, onları ötekileştirmez. Herkese karşı saygılıdır, kibardır. Hayattan
keyif almaya çalışır, etrafına keyif verir. Sanata ve sanatçıya değer verir. Dünyayı
gezmeyi, görmeyi, farklı insanlar tanımayı sever. Sosyal çevresini geniş
tutmaya çalışır. Sadece kendi mutluluğunu değil başkalarının da mutluluğunu
dert edinir. Yardımseverdir. Paylaşımcıdır. İsrafı sevmez. Efendice yaşamayı
yeğler. Bilime, teknolojiye ve eğitime önem verir. Aklı öne çıkarır. İfade
özgürlüğü, fırsat eşitliği, insan hakları, adil yönetim konularına çok önem
verir. Adil olmayı, hak edene hakkını vermeyi ilke edinir. İdeolojilerden
arınmıştır. Din fetişisti değildir. Geleneklere saplanmaz. Kendi neslinin de
gelenek ve kültür oluşturmasına karşı çıkmaz. Kompleksleri, kinleri yoktur.
Başka insanlara karşı önyargılı değildir. Başkalarını ezmek için değil
insanlığa faydalı olmak için güçlenmeye, zenginleşmeye çalışır.
Büyük bir ihtimalle bazılarınız bu tanımda kendinizi bulabilirsiniz.
Çünkü etrafımızda kendine dünya vatandaşı demeden ama bahsettiğim mantıkla
yaşayan birçok insan var. Her ülkede dünya vatandaşıymış gibi yaşayan ve düşünen
insanlar var zaten. Onlardan biri olmanız pek ala mümkündür. Düşünce ve yaşama
biçiminizin teorisini ortaya koyma ve başkalarına empoze etme ihtiyacı
duymadığınız için kendinizi dünya
vatandaşı olarak nitelemiyorsunuzdur.
Dünya vatandaşlarının sesi soluğu, keskin ve sapkın
inançlara/ideolojilere sahip insanlar kadar çıkmaz. Dünya vatandaşları medeniyete,
ilerlemeye ve küreselleşmeye yaptıkları katkının farkında değildir. Bu yüzden
güçlerinin de farkında değillerdir. Ama insancıl medeniyet onların yaşam
alanlarından tüm dünyaya bir gül kokusu gibi yayılır. Onlar dünyanın mantığıdır,
vicdanıdır, geleceğidir.
Dünya vatandaşlarının sayısının artması küreselleşmeyi ve
dolayısıyla dünyanın huzurunu artıracaktır. Dünya vatandaşlarının sayısı
gelişmiş ülkelerde çok, gelişmemiş ülkelerde ise neredeyse yok denecek kadar
azdır. Dünya vatandaşı sayısı az olan ülkelerde faşizm hem devlette hem de
sosyal hayatta kol gezmektedir. Fakirlik, mutsuzluk, bakımsızlık kaderleri değil
alışkanlıkları olmuştur. Bu hayat tarzı onları daha da batağa sürükler. Gelişme
çizgileri tersine döner. İnsanlıktan çıkarlar.
Dünya vatandaşı yetiştirebilen ülkeler gelişebilecek ve
küreselleşmeden daha fazla nemalanabilecektir. Bu yüzden dünya vatandaşlığı
kavramı daha fazla yüceltilmeli ve içi daha fazla doldurulmalıdır.
Not: Küreselleşmeden ne gibi beklentilerim olduğunu 2007
tarihli yazımda etraflıca belirtmiştim. Dünya
vatandaşlığı kavramımın daha iyi anlaşılabilmesi için o yazımı (http://ufukturu.blogspot.com/2007/01/kuresellesme-nasl-bir-dunyaya-dogru.html)
okumanızı da tavsiye ederim.