(Dikkat! Uzun yazı)
Türkiye bir dönüşümden
geçiyor. Başbakan R.T. Erdoğan hem başkanlık sistemi hem de yeni anayasa
istiyor. Bunları da ileri demokrasi adına istiyor. Ne güzel!
Daha demokratik, daha özgürlükçü, daha sosyal bir ülke olacaksak, neden
olmasın? (Ama aklı başında herkes gibi ben de başbakana mesafeli yaklaşıyorum.
Türkiye için kamu yatırımları ve ekonomi açısından başarılı işler yapsa da, için
için diktatörlük heveslisi olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.)
Hayatının hiçbir döneminde
eşitlikçi olmamış, adaleti kendi meşrebine göre yorumlayan, demokrasiden
nasibini alamamış Başbakan’ın “ileri demokrasi” projesinden ne çıkacağını az
çok tahmin edebiliriz. Başbakan’ın aklındaki başkanlık sistemi ve ileri
demokrasi projelerinin içeriğini sanırım yakında açıklarlar.
Burada beyin fırtınası
yaratmak amacıyla; ileri demokrasi içeren bir başkanlık sistemi nasıl
olabilirin kendince cevabını vermek istiyorum. Yalnız, bu kadar
derinlikli bir konuyu toparlayıp, aklımdakileri yeterince aktarabilir miyim
bilmiyorum? Bu alanda kalem oynatmak ve düşündüklerini anlatabilmek çok kolay
değil. Siyasi kavramlar üzerinden fikirlerimi belirtmek sanırım en kolayı
olacak.
Kurallar ve Yasalar
Bir ülkede herkes kendini
özgür hissetmelidir. Düşüncelerini ve kökenini saklama gereği görmemelidir. Bir
ülkede herkese eşit davranılmalı, eşit fırsatlar ve eşit hizmet sunulmalıdır.
Hiç kimseye ve hiçbir zümreye kanunlar önünde ayrıcalık tanınmamalıdır. Tüm
yasalar özgürlük ve eşitlik baz alınarak hazırlanmalıdır. Bir zümreye veya
çoğunluğa iltimas geçilmemelidir. Onların isteklerini yerine getirmek için
başka insanların veya grupların hakları ihlal edilmemelidir. Yasa koyucular ve
bu yasayı uygulayacak hükümet, adalet ve kolluk kuvvetleri özgürlük ve eşitlik
kavramlarına saygıları olmadığı taktirde görevden el çektirilmelidirler (bkz: militan
demokrasi). İktidara gelenler kendi düşünce ve yaşama biçimlerini toplumun
farklı kesimlerine dayatmamalıdırlar. Bir zümrenin yaşam alanını ve nüfuz
etkisini genişletmek için diğer zümrelerin yaşam alanları ve nüfuz etkisi
kısıtlanamaz. Farklı kişiler veya gruplarla beraberce yaşamaktan hoşlanmayan
kişileri veya grupları rahat ettirmek için farklı olanların sürülmesi,
uzaklaştırılması kabul edilemez. Fikir suçu, fikir yayınlama suçu, eylem
planlama suçu olamaz, sadece eylem suçu olabilir. Herkes başkasının
davranışını, düşüncesini ve inancını eleştirmekte serbesttir. Eleştiren
eleştirisi yüzünden yargılanamaz ve cezalandırılamaz. Düşünceleri, davranışları
ve inançları farklı olan insanlara düşmanlık besleyen kişi ve kurumlar mutlaka
takip edilmeli, kötü eylemlerinden dolayı şiddetle cezalandırılmalıdırlar.
Mevcut özgürlükçü ve eşitlikçi yasaları kabullenemeyip baskıcı, ötekileştirici
ve yasakçı yasalar getirmeyi vaad eden siyasetçiler ne kadar oy alırlarsa
alsınlar hükümet kuramaz. (Hayata bakışınız yukarıdaki gibi değilse yazının
bundan sonraki kısmını algılayabilmeniz zordur. Okumaktan vazgeçmenizi
öneririm.)
Faşizme Dur Demek
Devleti yönetmesi için
hükümet seçilir. Hükümet lider ve kabinesinden oluşur. Yani ortada bir takım ve
takım lideri vardır. Teoride bu takım devlet kurumlarını yöneterek ülkeyi işler
ve ilerleyen hale getirmeye çalışacaklardır. Tabii hiçbir devlet “ideal”
değildir. Dolayısıyla hükümete aday olanlar (partiler, siyasetçiler) sadece
devleti iyi yöneterek refahı artırmayı değil, devleti dönüştürerek özgürlük,
adalet, eşitlik ve benzeri alanlarda da gelişim sağlayacaklarını vaad ederler.
Yani iktidara gelen her siyasetçinin rejimi daha da geliştirme iddiası olabilir
ve olmalıdır da.
Ama rejimi olumlu yönde
değil de olumsuz yönde değiştirebilecek bir siyasetçi (veya parti) iktidara
koşuyorsa veya iktidardaysa ne olacak? Demokratik bir ülkenin vatandaşlarının
basireti bağlanıp da faşist birisini iktidara getirirse ne olacak? (Sonuçta
Hitler, Stalin, Bush, RTE gibi liderler de demokratik seçimlerle iktidara
gelmişlerdir.)
Özgürlük, eşitlik, hukuk,
rejim ve benzeri alanlardaki kazanımları geriye götürecek hamleleri ve
hükümetleri önleyecek bir sistem kurmak şarttır. Yoksa önce ülke halkı
mutsuzlaşacak, sonra faşist iktidar altında baskı ve zulüm görecek, ardından bu
faşist iktidar başka ülkelere saldırarak dünya barışını ve refahını tehdit
edecektir. İçinde yetiştiği grubun hayata bakışı faşist olan, kendisi gibi
düşünmeyen insanlardan nefret eden liderler iktidarı ölünceye kadar ellerinde
tutmak ve öldükten sonra da çocuklarına devredebilmek için daha da faşist
yönetim sergileyeceklerdir. (bkz: Ortadoğu iktidarları)
Peki nasıl bir kurum bir
ülkenin belirttiğim kriterlerde geriye gittiğini objektif olarak tespit ve
deklare edecek? Nasıl bir komisyon bir ülkenin liderinin faşistleştiğini
söyleyecek? Nasıl bir güç faşist lideri, faşist hükümeti ve aldığı faşist
kararları yok edecek? Anayasa mahkemesi demeyin, çünkü ilk önce onlar liderin
ve hükümetin kuklası haline gelebiliyorlar. Korkaklıkları yüzünden de gözleri
önünde faşistleşen lidere dur diyemiyorlar.
Faşist ülkelerin varlığı
dünya barışını tehdit etmektedir. Despotik ülkelerin demokratik ülkelere gıpta
ile bakıp, demokratikleşmesini beklemek büyük bir iyimserliktir. Bunun tam
tersinin gerçekleşme ihtimali daha fazladır.
Ben ülkeleri, faşist
iktidarlardan kurtulabilmesi için kendi kaderlerine terk etmeyi doğru
bulmuyorum. Bence her demokratik ülkenin rejim bekçisi BM (Birleşmiş
Milletler) olmalıdır. Demokratik, sosyal hukuk devletinin evrensel tanımı BM
tarafından yapılmalı ve bu tanıma göre üye ülkelerden rejimlerini düzenlemeleri
istenmelidir. BM’ye üye her ülkenin “ileri demokrasisinin” teminatı BM’nin
kendisi olmalıdır. BM’ye üye demokratik bir ülkenin başına geçen lider eğer
anti-demokratik tavırlar sergiliyorsa, hukuktan uzaklaşıyorsa, insan haklarını
ihlal ediyorsa, yolsuzluğa bulaşıyorsa, ülke içinde ve ülke dışında komplolar
örgütlüyorsa ve tüm bu bozulmaların açık delilleri varsa, o hükümet BM
tarafından görevden alınabilmelidir. Yani uluslararası akil irade milli
iradenin üzerinde olmalıdır. BM tarafından görevden uzaklaştırma kararını alınan
bir lider bu karara uymuyorsa, ülkesi içinden yapılacak darbe girişimi meşru
kabul edilmeli ve BM tarafından desteklenmelidir. Darbe yaparak iktidara gelen
güç demokratik değilse aynı darbe akıbeti onun için de geçerli olmalıdır. BM,
demokrasi getirmeyecek tüm darbelerin karşısında olmalı ama faşist iktidarı
yıkacak tüm darbelerin de destekçisi olmalıdır. Yani BM demokrasinin
koruyucusu ve yayıcısı olmalıdır. BM’nin zorlamasıyla krallıklar derhal lav
edilmeli veya İngiltere de olduğu gibi siyaseten etkisizleştirilmelidir.
Böylece iktidar sarhoşluğuyla faşistleşmeyi düşünen liderler de insafa gelir.
“Her ülke kendi iç işlerinde bağımsızdır”, “ülkeler kendi kaderlerini kendi belirlemelidir” gibi safsatalarla
bu önerime karşı çıkanların faşizm altında inleyen insanların mutsuzluklarını
ve sefaletlerini umursadıklarını düşünmüyorum. Artık yeter. Dünyadaki her
insanın, her milletin özgürce ve insanca yaşamaya hakkı vardır. Birileri
demokrasiye aç yatarken diğerleri demokrasiye tok uyuyamaz. Sadece ülkemiz için
değil, tüm dünya için demokrasi istemek ve buna ulaşmak için de gerekirse zor
kullanmak şarttır.
Tabii BM’nin bugünkü
yapısıyla bahsettiğim bu sistem kurulamaz. Çünkü BM tüm ülkelerin kulübü
durumundadır. Antidemokratik ülkeler de BM’ye üye olabilmektedir. BM sadece
demokratik ülkelerin kulübü durumuna gelmek zorundadır. Demokratik olmayan
ülkelere karşı tavır almalı ve belli bir zamandan sonra da zor kullanmalıdır.
İnsan hakları evrensel beyannamesi temel alınarak dünyadaki tüm ülkelerin
demokrasiye geçmesi için baskı yapan ve zor kullanan bir kulüp haline
gelmelidir BM.
Demokrasi
Maalesef ben tanımlanan ve
uygulanan demokrasilerin çok da erdemli bir yönetim biçimi olduğuna
inanmıyorum. Hoş demokratik olduğunu ilan eden ülkelerin hepsinde uygulama
farklılıkları var ve bazı demokrasiler daha özgürlükçü ve eşitlikçi. Kabaca
demokrasi için; en çok oy alan parti veya partilerin borusunu öttürdüğü,
muhalefete düşen partilere oy veren insanların kendilerini ötekileşmiş
hissettiği bir sistemdir, denebilir. Yani söylendiği gibi ülke yönetiminde
herkesin söz sahibi olabildiği bir sistem değildir, demokrasi. Bu yüzden
demokrasiden daha gelişmiş bir yönetim sistemi bulunmalıdır derim hep.
Demokrasi için “çoğunluğun
ülkeyi yönetmesi” denir ama %30 oy alan bir parti, kendisi gibi düşünmeyen %70
çoğunluğa inat kararlar alabilmekte ve buna “millet iradesi” diyebilmektedir.
(Buna demokrasi deniyorsa, gerçekten “ileri demokrasi”ye ihtiyaç vardır.) Benim
“ileri demokrasi” anlayışıma göre, seçimlere giren ve %1’in üzerinde oy alan
her parti ülke yönetiminde sorumluluk almalıdır. (Dikkat edin “söz almalıdır”
demiyorum, “sorumluluk almalıdır” diyorum.) Yani hiçbir oy heba olmamalıdır. Bu
fikrimi yazının ilerleyen satırlarında daha da rasyonelleştireceğim.
Siyasetçi
Siyasetçi ülkeyi
geliştirmeyi vaad ederek yönetmeye talip vatandaştır. Kimisi ülküsünü hayata
geçirmek için, kimisi ülkeyi geliştirmek için, kimisi de ahlaksızca zengin
olmak için siyasetçi olmayı seçmiştir. Siyasetçiler genelde yöneticilik
özelliği üzerinden değil de ideolojisi üzerinden oy toplamaya çalışır. İktidara
geldiklerinde de ideolojilerini egemen kılmaya çalışmaktan veya keselerini
doldurmaya çalışmaktan ülkeyi yönetemediklerini ve geliştiremediklerini
görürüz. Buna kesinlikle bir çözüm bulunmalıdır. Ülkeler bu kansız siyasetçiler
yüzünden gelişememekte ve kan kaybetmektedir.
Siyasetçilerin
performansını ölçen bir kurum icat etmeliyiz. (Sayıştay gibi bir şey) Boş
konuşan, vaad ettiklerinin tersini yapan, dün ak dediğine bugün kara diyen,
sorumlu olduğu kurumları geliştiremeyen, zenginliği sürekli artan siyasetçi
sistemden şutlanmalıdır. Karne sistemi de olabilir. Bilimsel bir ölçümleme
metoduyla karne notu verilmeli ve zayıf not alan siyasetçi şutlanmalıdır. (GSMH
büyümesini yüzde 5’in altına düşüren, enflasyonu %10’un üzerine çıkaran, dış
borçlanmayı artıran başbakan ve bakanları görevden alınmalı ve siyasetten men
edilmeli) Ciddiyim, şaka yapmıyorum. İş dünyasında başarısız genel müdürler
nasıl kovuluyorsa, başarısız öğrenciler nasıl sınıfta bırakılıyorsa,
siyasetçilere neden bu model uygulanmasın? (Şöyle düşünün, eğer bu sistem
olsaydı Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibi siyasetçiler 1 yıl siyasetin içinde
kalır ve evlerine dönerlerdi. Kulağa hoş gelmiyor mu?)
Siyasetçilerin bir
hastalığı da kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zannetmeleri, ülkenin kendilerine
çok ihtiyacı olduğunu düşünmeleridir. Bu yüzden siyasetten onları sadece mezar
ayırıyor. Normalde iş dünyasının yöneticileri en verimli çağlarını 40’tan sonra
yaşar ve 60 yaşında jübile yaparken, siyasetçiler 60 yaşından sonra siyaseten
nemalanabildikleri için mezara kadar jübile yapmazlar. Anlayacağınız siyaset
moruklar cennetidir. Beyni süngerleşmiş insanlardan da ülkeye fayda geleceğini
uman halk oy vermeye devam eder. (Önündeki duvara yürüyerek defalarca çarpmak
gibi bir şey bu) Nasıl seçilme yaşının tabanı varsa, tavanı da olmalıdır. 70
yaşını geçenlere siyaset yapmak ve siyasi bir makamda oturmak yasaklanmalıdır.
Yaş haddinden emekli edilmelidirler. Şaka yapmıyorum, benim ileri demokrasi
tanımımda kesinlikle bu madde var. Bu ülkenin 20-70 arasındaki nüfusu dururken
70 yaş üstlerine siyasi görev düşmemelidir. Hem bu sayede siyasi sirkülasyon
daha çok olur ve 70’ine gelmeden başarılı siyasetçiler önemli pozisyonlara
gelebilirler.
Lider
Başa lider seçmek ilkel
bir dürtüdür. İnsanlar tepelerinde mutlaka bir lider olsun isterler. İlkel
zamanlardan kalan bu alışkanlık, kraliyet aileleri, aristokratlar, diktatörler
gibi insanlığa yakışmayacak zümreler yaratmıştır. Demokrasiyle seçilenlerin de
onlardan kalır yanı pek yoktur. Demek ki, iktidarı ele geçiren insanoğlu,
başkalaşıyor. Başa gelmiş siyasetçi kendini ayrıcalıklı hissediyor, kendinde
keramet var zannediyor. Yandaşlarına iyi bakıyor, muhaliflerine zulmediyor.
İktidara gelen liderler halka hizmet etmek yerine konforuna hizmet etmeye
meylediyor.
·
İktidar
kelimesine de gıcığım. Bu kelime diktatörlük zamanlarından kaldığı için seçimle
iktidara gelenlere de diktatörlük virüsü bulaştırıyor.
·
Dünyada
hala kralların olmasına, padişahların rahmetle anılmasına da hayret ediyorum.
Babadan oğula geçen yönetim hakkına ifrit oluyorum, hanedanlıklara karşı
çıkamayan insanlara da yuh diyorum. (krallık/hanedanlık savunucularının
kişiliksiz insanlar olduğunu düşünüyorum)
İnsanlar tarafından
neredeyse tapınılan, yüksek yetkilerle donatılan, bir dediği iki edilmeyen
liderin sapıtmamasının imkanı yoktur.
O zaman demokrasi
ayaklarıyla lider seçmek niye? Topluma ve bireye hizmet edecek devleti yönetmek
için illa bir lidere mi ihtiyaç var? Niye parti liderlerini suça teşvik
ediyoruz, günaha davet ediyoruz? İlla lider seçmek zorunda mıyız? Mazoşist
miyiz? (İşte aykırı soru diye buna denir)
Hadi farklı düşünüp, bu
konuya farklı bir çözüm bulalım. Benim “ileri demokrasi” projemde lider, mider
yok arkadaş, “yöneticiler” var. Devleti yönetecek lideri değil, devlet
kurumlarını yönetecek “yöneticileri” seçelim, diyorum. İktidar yerine
“yönetim”, lider yerine de “yönetici” kelimesini koymalıyız diyorum. (Böylece
ülkenin başına getirdiğimiz insanların kıçı kalkmaz.) Ülkeler barışçıl ve refah
içinde bir gelecek yaratacaklarsa ülke liderliği kurumunu gözden geçirmeli,
etkisizleştirmeli veya kaldırmalıdır (Nasıl mı? Okumaya devam edin, lütfen)
Seçimler
Demokrasinin olmazsa
olmazı oylamalardır. İnsanlar oy vererek yönetenlerini seçer. 4 veya 5 yılda
bir sandığa davet ederek halka “diktatör” seçme şansı verilir. Seçimler
sayesinde halkın söz sahibi olduğu söylenir. Bu bir nebze doğrudur ama yeterli
değildir. Ülke yönetimiyle ilgili halkın fikri daha çok alınmalıdır. Bazı
kritik konularda referanduma gidilmektedir. Referanduma gidilme kriteri yeniden
tanımlanmalı ve Yüksek Seçim Kurulu tarafından akıllı telefonlara yüklenecek
bir yazılım ile daha fazla referanduma gidilmelidir. (Demek ki devlet halka
akıllı telefon dağıtmalı. İnanın referandum maliyetinden daha ucuza gelir.)
Örneğin kamuoyunda yeterince tartışılmış ama karara varılmamış konularda her
akşam 20:00 ile 21:00 arasında “mobil sandıklar” açılsın ve insanlar oylarını
atsın. Olmaz olmaz deme, bal gibi olur. İşte o zaman ben ülke yönetiminde söz
sahibi olduğumu hissederim. 4 yılda bize fikrimiz sorulunca buna demokrasi
deniyorsa benim “mobil sandık” önerim ileri demokrasinin ta kendisidir.
Devlet
Halklar ortak ihtiyaçlarını
karşılaması için devlet denen kurumu yaratmışlar ve bu devleti besleyecek vergi
sistemini icat etmişlerdir. Bir toplumun ve o toplumdaki bireylerin devletten
beklentileri bellidir. Adaleti, güvenliği sağlamalarını beklerler. Bireyler
arasındaki, kurumlar arasındaki, bireyler ve kurumlar arasındaki ilişkileri
kurallar üzerinden düzenlemesini bekler. Ticaretin kolaylaşması için
olanakların (yol, iletişim, bankacılık…vb) sunulmasını isterler. Sağlık ve
eğitim gibi yüksek maliyetli ihtiyaçların devlet tarafından karşılanmasını
beklerler. Özel sektör tarafından karşılanamayan işler de devlet tarafından
karşılanmalıdır. Dolayısıyla devlet denen mekanizma içinde birçok kurum
oluşmuştur. Halka hizmet götürmek için bu kuruluşların yönetilmesi gerekir. (İşte
tam burada ileri demokrasi projemin bomba önerisi geliyor) Benim önerim şu;
erkler ayrılığı ilkesi gereği devleti oluşturan kurumların bazıları hükümet
yöneticileri tarafından yönetilmelidir, bazıları ise oluşturulacak diğer
kurumlar/meclisler tarafından yönetilmelidir.
Kuvvetler Ayrılığı
Yasama için seçtiğimiz
meclisin içinden yürütme de çıkarmak, üstelik yargıyı da o yürütmeye bağlamak
bana çok saçma geliyor. Hani kuvvetler ayrılığı? Yasama, yürütme yargı…
Matruşka bebekler gibi birbirinin içinden çıkarsa kuvvetler ayrılığından
bahsedilebilir mi? Kesinlikle kuvvetler ayrılığına ihtiyacımız var. Ülkeyi
yönetsin diye seçtiğimiz insanların ve onların yönettikleri devlet kurumlarının
denetlenebilmesi, özgürlüklerin korunması için yürütme, yasama ve yargı mutlaka
birbirinden ayrılmalıdır.
Bir ülkede demokrasi ve
hukuk adil işliyorsa siyasilerin iktidara gelmek için halka vaat edecekleri tek
şey daha refah içinde yaşatmak olmalıdır. Özgürlüğün ve adaletin hüküm sürdüğü
bir ülkede siyasi partiler ekonomiyi, eğitimi ve sosyal hayatı zenginleştirmeye
aday olmalıdırlar. Bu durumda iktidar olmayı hayal edenlerin sadece yürütmeye
(yönetmeye) talip olmaları gerekir. Yürütme için seçtiğimiz yöneticiler yasama
ve yargıdan şikayetçilerse bilin ki diktatörlük peşindedirler. (Yasama ve
yargıda yürütmeyi gıcık eden, engelleyen bir şeyler varsa, bunun düzeltilmesi
için çözüm başka bir şey olmalıdır.)
Kimi seçelim?
Milletvekili seçimleri ve
belediye seçimleri kaldırılsın. Tek seçim yapalım. Adı Yönetim Seçimleri olsun.
Bu seçimde sadece İl Başkanlarını ve İl Meclis Üyelerini seçelim. (Yani sadece
bugünkü belediye seçimleri olsun. Yalnız baraj falan olmasın. Seçimler 4 yılda
bir olsun). Vali, kaymakamlık ve ilçe belediye başkanlığı gibi makamlar
kalksın. İl başkanı olan kişi TC kanunları çerçevesinde ilini istediği gibi
yönetsin. İl başkanları illerinin refah düzeyinin artması için evrensel, ulusal
ve yerel çıkarlara uygun kararlar alacaklardır. İl meclisinde 100 vekil olsun.
Her parti aldığı oy oranında il meclisine vekil versin. Yalnız aynı seçimde
özel vekiller de belirlenmelidir. Özel vekiller illerini temsilen başkentteki
Yönetim Meclisi’nin de vekili olsunlar. Elbette başkentteki meclise her ilin
nüfusuna orantılı olarak illerden vekil gelmelidir.
Hükümeti Nasıl Kuralım?
Yönetim seçimlerinde en
çok oy alan parti hükümeti kurmalı. Hükümet üyeleri arasında seçimlerde göreve
gelen il başkanları ve il meclisi vekilleri yer almamalıdır. Yani hükümette
seçilmişler olmamalıdır. Parti yönetim seçimlerine girerek illere ve ülkeye
talip olmuştur. Halk da oy vererek hem ilinin başkanını ve meclisini
belirlemiş, hem de ülkeyi yönetecek (hükümeti belirleyecek) partiyi
belirlemiştir. Seçimleri kazanan parti bakanlarını ve sembolik ülke başkanını
atamalıdır. Israrla sembolik diyorum, zira aşırı yetkili, baskın karakterli bir
lidere gerek kalmamalı. İnsanlar çoban edalı bir figürü başlarında kabul
etmemelidirler. Ülke başkanı temsili bir makam olmalıdır. Bakanlıklar daha
fazla önemli olmalıdır. Hükümetin esas karakteri bakanlar kurulu olmalıdır.
Başkan, bakanlar kuruluna moderatörlük yapan bir figür olmalıdır. (Aslında
muhalefet partilere de bakanlık verilmesinden yanayım ama bunu nasıl formülüze
edebiliriz bilemiyorum. İktidara gelen partiye verilmeyen oyların boşa
gitmemesi gerekir. Muhalefet de ülke yönetiminde rol almalıdır.) Sonuçta
vatandaşın işi devlet kurumlarıyla, onlar da ya belediyelere ya da bakanlıklara
bağlı. İl başkanlarının ve bakanların performansları daha fazla sorgulanır
olmalıdır. Böylece ideolojiler değil, icraatlar daha fazla öne çıkar. Bu da
ülkeyi daha da ilerletir. Sonuç olarak seçimler sadece “yürütme” ayağını
belirlemek için yapılmalıdır diyorum. İl başkanları bakanlar kurulu kararlarına
uymalıdır.
Meclisler
Bana bir meclis yetmez, üç
meclis istiyorum. Madem kuvvetler ayrılığı olacak. 3 tane meclisimiz olmalıdır.
·
Yönetim
Meclisi: İl Meclislerine
seçilen üyelerin içinden başkentteki büyük meclise (Yönetim Meclisi) gönderecek
vekiller olmalıdır. İl meclisinde her partiden toplamda 100 tane vekil
olabilir. İlin bu vekiller içerisinden Yönetim Meclisi’ne vereceği vekillerin
belirlenmesi bugünkü seçimlerdeki gibi olacaktır. Yani il meclisindeki bazı
vekiller aynı zamanda Yönetim Meclisi üyeleri de olacaktır. Bu mecliste
(Yönetim Meclisi) iller hükümetten taleplerini dile getirmeli, hükümet de
kalkındırma projelerini değerlendirmeye sunmalıdırlar. Bu sayede merkezi
yönetimin illerden uzaklaşmaması sağlanmış olur, dolayısıyla halka hizmet daha
kolay iner. Hükümet de daha fazla illerin sorunlarına eğilmek zorunda kalır.
·
Yasama
Meclisi: Ülkenin ve
özgürlüklerin gelişmesi ile adaletin sağlanması için ihtiyaç duyulan yasaları
çıkaracak kurum Yasama Meclisi olacaktır. Yasa yapmak kültürlü, eğitimli,
entelektüel insanların işidir. Bu yüzden bu işin içine halkı dahil etmeye gerek
yoktur. Yasama Meclisini her üniversiteden gönderilen temsilciler
oluşturmalıdır. Her üniversite göndereceği 5 temsilciyi akademisyenlerinin ve
öğrencilerinin seçimiyle belirlemelidir. (Evet, üniversiteler de ülke
yönetiminde söz sahibi olmalıdır. Bir ülkenin yetiştirdiği en bilge ve vasıflı
insanlar Üniversite eğitim görevlileridir. Yasama gibi bilimle ve bilgelikle
ele alınması gereken alanları en entellektüel kesime bırakmakta ne sakınca
olabilir ki?) Elbette yasama meclisi de gündeme gelen yasama konularını uzun
uzadıya tartışacak ve oylama ile yasalaştıracaktır. Yasama Meclisi ülkenin
gündemini ve kurumların ihtiyaçlarını takip ederek yasama kararları almalıdır.
Elbette hükümet, yönetim meclisi ve il başkanları tarafından önerilecek
yasaları da incelemeli ve gerekiyorsa yürürlüğe koymalıdır. Adalet bakanlığı
hükümete değil, Yasama Meclisi’ne bağlı olmalıdır. Benim anlayışıma göre
demokrasilerde hukuk ve emniyet teşkilatı asla seçilenlere (siyasilere ve
iktidara) teslim edilmemelidirler. Dünya tarihi hukuku ve emniyeti kendi
çıkarlarına göre kullanan iktidarlarla doludur. Bu ikiliyi iktidara verdiğiniz
sürece bir ülkede derin devlet oyunlarına, kanunsuzluklara, soygunlara,
rüşvete, siyasi hortumlara her zaman maruz kalırsınız. Hukuk ve hukukun
koruyucusu emniyeti iktidara bağlı olmaktan kurtarıp, bağımsız hale
getirmelisiniz. Bu yüzden adalet bakanlığı ve emniyet teşkilatı Yasama
Meclisi’ne bağlı olmalıdır. Yasama meclisi çağdaş, eşitlikçi, özgürlükçü
bir Anayasa hazırlamalı ve bu anayasayı Yönetim Meclisi ve Denetim Meclisi’nden
gelen öneriler ile sürekli geliştirmelidir. Anayasayı halkın oyuna sunma
yalakalığı da yapılmamalıdır. (Sanki halka sunulan anayasayı herkes okuyup oy
veriyor. Halbuki, taptığı lider ne derse onu oyluyor.) Yasama Meclisi’ne bağlı
Rejimi Koruma Dairesi ve Anayasa Mahkemesi oluşturulmalıdır. Rejimi Koruma
Dairesi sadece seçilmiş partilerin faaliyetlerini denetlemelidir. Yönetim
Meclisi’ne girememiş partilere dair araştırma yapamamalıdır. Anayasa Mahkemesi
de tüm siyasi dava ve sorunların son başvuru noktası olmalıdır.
·
Denetim
Meclisi: Denetim meclisi istediği
her şeyi, herkesi ve her kurumu denetlemeye yetkisi olan bir kurum olmalıdır.
Sivil toplum kuruluşlarının üyelerinden yine sivil toplum kuruluşlarının
üyelerinin katılacağı seçimle belirlenmelidir. (Yüzde 50’sini muhalefetteki
partiler de atayabilir) Denetim meclisi seçimlerine katılacak sivil toplum
kuruluşları yasama meclisi tarafından belirlenmelidir. Denetim meclisi
seçimleri yönetim meclisi seçiminden bir ay sonra yapılmalıdır. Görev süresi
yönetim meclisinin görev süresi kadar olmalıdır. Bu meclise bir kişi 2 dönemden
fazla seçilememelidir. Denetim meclisinin denetim görevini layıkıyla
yapabilmesi için, her sivil toplum kuruluşuna eşit mesafede olmak ve eşit
fırsatı yaratmak yasama meclisinin onuru olmalıdır. Sayıştay ve benzeri denetim
kurumları denetim meclisine bağlı olmalıdır. Devletin denetim kurumları denetim
meclisine bağlı olmalıdır ve bu kurumların başkanları da denetim meclisi
tarafından atanmalıdır.
Adalet
Adalet saraylarında neden
hakimler ve savcılar bir arada olur anlamam. Sonuçta adaletin tecellisi için
bir iddia makamı, bir savunma makamı bir de hakim vardır. Hakim her iki tarafın
avukatına da aynı mesafede olmalıdır. Savcılar kamunun ve devletin yararına
dava açan devlet avukatlarıdır. Gerçek demokrasilerde devleti vatandaştan
koruma değil, vatandaşı devletten koruma anlayışı esastır. Savcıların adalet
saraylarında hakimlerle birlikte aynı çatı altında olmaları son derece yanlış
bir uygulamadır. Bu birliktelik savcıların elini doğal olarak
güçlendirmektedir. Aynı yemekhanede yemek yiyen, aynı servisle adalet sarayına
gelen, aynı lojmanlarda oturan, hatta birlikte tatile çıkan bu kişilerin aynı
davaya bakmaları durumunda sıradan vatandaş karşısında tarafsız olacaklarını
düşünmek saflıktır. Hakimden savcılığa, savcılıktan hakimliğe geçişin çok kolay
olduğu bir sistemde hakimlerin savcıların iddialarından savunmanın yanıtlarına
odaklanması neredeyse imkansızdır. Diktatörlüklerde hakimler ve savcılar aynı
çatı altında olabilir ama demokrasilerde aynı çatı altında olmamalıdırlar.
Hakimler savunmanın avukatlarına maddi ve manevi anlamda ne kadar mesafeliyse,
savcılara da aynı mesafede durmalıdırlar. Hakimler ve savcılar aynı çatı
altında çalışmamalıdır. Savcılar derhal adalet saraylarından farklı bir yere
konuşlanmalıdırlar. Aslında bu iki farklı organın Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu adı altında yönetiliyor olması bile sakıncalıdır.