2013 yılının başında 2015 ekonomisinden bahsetmek de
nereden çıktı diyorsunuz, değil mi?
Bu blog’un takipçilerinden çoğu benim aynı zamanda
ekonomist olduğumu bilmez. Evet, ben İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
mezunuyum. Ekonomist diplomasına sahip bir pazarlama danışmanıyım. Ekonomiyi de
ekonomiye dair alınan kararları da elimden geldiğince iyi takip ederim. Her yılın
sonunda müşterilerime, yeni yıla dair ekonomik öngörülerimi içeren bir rapor
gönderirim. Şu ana kadar da bu öngörülerimde yanılmamış olduğumu da bilmenizi
isterim. (2013 yılı ekonomik öngörülerimi okumak için web sitemdeki “sürpriz”
bölümüne tıklayabilirsiniz.)
Neden 2015 yılındaki ekonomik duruma dikkatleri çekmeye
çalışıyorum?
Türkiye gündemini ve ekonomisini çocukluğundan beri takip
eden birisi olarak Türkiye’de her 7 yılda bir ekonomik kriz yaşandığını gördüm,
yaşadım. Son yaşanan 2008 krizinin (hani başbakanın “teğet geçti” dediği ama birçok
firmanın dalağını parçalayan krizden bahsediyorum) üzerinden 5 yıl geçti. İki
yıl sonra 7 yıl geçmiş olacak. Yani tarih tekerrürden ibaretse 2015 yılından da
bir kriz bizi bekliyor olabilir. Tabii 2015’in kriz yılı olacağı “kehanet”im
sadece bu 7 yıllık periyoda bağlı değil. Siyasi ve ekonomik alanlardaki son gelişmelerin
ülkemizi yeni bir ekonomik krize doğru sürüklediğini de görebiliyorum.
Kriz emarelerinden bahsetmeden önce, 1971 doğumlu birisi
olarak aklımın erdiği, şahit olduğum ekonomik krizler üzerinden size “7 yıllık
kriz döngüsü” tezimi anlatmaya çalışacağım. İşte yedişer yıl arayla yaşadığımız
krizler;
·
1980: Bize
“Aman Petrol” şarkısını armağan eden bir krizdi. 1979 yılından itibaren OPEC’in
petrol fiyatlarını inanılmaz artırmasıyla zaten siyasi ve ekonomik istikrarı
olmayan Türkiye daha da batağa girdi. İşsizlik %20’leri geçti. 24 Ocak
kararlarına rağmen iyileşemeyen ekonomi 12 Eylül darbesiyle daha da bir dibe
vurdu.
·
1987: Turgut
Özal’ın başbakanlığında liberal politikalarla ekonomisi kabuk değiştiren
Türkiye hızla dış açık vermeye, dolayısıyla borçlanmaya başlamıştı. Kamu harcamalarının
da artması cabasıydı. Özal para basarak ve devalüasyon yaparak bütçeyi
dengelemeye çalışsa da 1986’da yavaşlayan ekonomik çark 1987 yılında neredeyse
durdu. Köşeye sıkışan Özal erken genel seçime gitti. Seçim ekonomisi ülkeyi
daha da güçsüzleştirdi ve 1987’nin etkileri 1988 ve 1989’da da hissedildi.
·
1994: Serbest
ekonomiye daha fazla adapte olan ekonomimiz, ithalatın ihracattan daha fazla
artmasıyla dış borcu ve onun getirdiği faiz yükünü kaldıramaz hale gelmişti.
Siyasi karmaşanın ve faili meçhul cinayetlerin had safhada olduğu 1993 yılının
bitiminden sonraki ilk Ocak ayında müthiş bir devalüasyon dalgası geldi. Dolar
2-3 aylık biz zaman diliminde %100 değer kazandı, enflasyon da %100’ün üzerine
çıktı. Tansu Çiller’in başbakanlığındaki koalisyon hükümeti de meşhur 5 Nisan
kararlarını açıkladı.
·
2001: 1999
yılında Rusya ve Asya ülkelerini kavuran kriz, Türkiye’yi çok hırpalamamış ama
yine de Dış borç stoku 120 milyar dolara dayanan Türkiye için batı ülkeleri ve
IMF uyarılar yapmaktaydı. Son on yıldır süre gelen paradan para kazanma taktiği
kendini besleyemez duruma gelmiş, tavan yapan faiz ve repo gibi araçlar
bankaların lehine değil aleyhine çalışmaya başlamıştı. 2000 yılında dış
bankaların bankalarımızdan kredilerini geri çekmesiyle başlayan süreç “çakma
bankalara” el konulmasıyla sonuçlandı. 2001’in ilk aylarında Cumhurbaşkanı
Necdet Sezer’in anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit’e fırlattığı anda,
baskılanan ekonomik kriz patladı. Enflasyon ve döviz yine müthiş sıçramalar
yaşandı. Siyasi kriz de işin üzerine tuz biber ekti. Öyle ki; Türkiye tüm kurum
ve kuruluşlarıyla nerdeyse çökme aşamasına gelmişti. (Bazı ekonomistler gibi
ben de 2001 krizinin bir bölümünün yerli ve yabancı kodaman iş adamlarının
Türkiye’yi hortumlama projesi olduğunu düşünmekteyim)
·
2008: Bu
kriz aslında dış kaynaklıydı ve ülkemizi derinden etkilemesine rağmen
başbakanın “teğet geçecek” açıklamasını yalanlamamak için medyamızda fazla
gündem işgal etmedi. Durgunlukla, hatta resesyonla savaşan ABD ve AB
ülkelerinde ekonomik krizin çıkacağı söylentileri 2004 yılından beri
dillendiriliyordu. 2007 yılının sonlarında ABD emlak piyasasındaki çökmelerin
bankacılık sektörünü sallamasıyla başlayan ve tüm dünyaya sıçrayan kriz elbette
Türkiye’yi de etkiledi. Nitekim 2008’in üçüncü, dördüncü ve 2009’un birinci ve
ikinci çeyreklerinde Türkiye eksi büyüme (yani ekonomik daralma) gösterdi. Bir
çok firma kepenk kapattı.
Gördüğünüz gibi son 30 yılda 7 yıllık periyodlarda mutlaka
önemli bir ekonomik kriz atlatmışız. Peki, bu döngü kırılmış olamaz mı? 2015
yılında kriz kehanetim “21 Aralık 2012 kıyamet günü” kehaneti gibi fos çıkamaz
mı? İnşallah fos çıkar. Yine de tedbiri elden bırakmayıp, 2015 yılında bizi
krize sokabilecek konuları ele alıp, hem krizi oluşturacak koşulları yok etmek,
hem de kriz yaşanacaksa ülke ekonomisinin de, firmaların da, bireylerin de en
az etkilenmesini sağlayacak önlemleri şimdiden almak gerekir.
Yukarıda bahsettiğim kriz yıllarına daha ayrıntılı
bakarsanız, tüm krizlerin “ben geliyorum” diyen emarelerini görürsünüz. Olası
2015 krizinin emareleri olarak gördüğüm konular şunlar:
·
Suriye
meselesi. Suriye parçalanabilir ve bu parçalanmanın öncesinde ve sonrasında
bize kötü roller düşebilir
·
İran meselesi.
ABD ve İsrail her an İran’a saldırabilir. Bu saldırının öncesinde ve sonrasında
bize kötü roller düşebilir.
·
İsrail
meselesi. İsrail bölgede güçlü ve sözü geçer bir Türkiye istemiyor.
Ortadoğuda huzur , gelişmişlik ve barış da istemiyor. Çünkü 60 yıldır,
diasporadan desteği de, topraklarına toprak katmayı da, tersine göçü de,
Ortadoğu’nun karışıklığına borçlu. Ortadoğu’yu toparlayacak dominant bir
Türkiye istemediği için komplolar çevirdiğini düşünüyorum. İsrail’in oyunları
önümüzdeki 2 yılda daha da artacaktır.
·
ABD ve AB
faktörü. Her ikisi de nasıl bir Türkiye istediklerinden emin değil. Güçlü
Türkiye isteyenler ile Hasta Türkiye isteyenler arasında bir çatışma olduğu
muhakkak. Uzun süredir sessiz kalan Hasta Türkiye isteyicileri önümüzdeki
yıllarda aktif hale gelebilirler.
·
Kürt
meselesi. Öyle sanıyorum ki, büyük Ortadoğu projesi kapsamında,
sınırlarımızı böldürmeden, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın ve Suriye’nin
kuzeyini kapsayan bir bölgede Kürdistan kurulması için hükümetimiz çaba
harcıyor. Bu tehlikeli oyunun başımıza yıkılma ihtimali var.
·
İnşaat
sektörü. AKP hükümeti iktidara geldiği günden beri Keynes’yen bir politika
güdüyor. Yani devlet harcamalarıyla ekonomiyi canlı tutmaya ve büyütmeye
çalışıyor. Bu politikanın en büyük ayağı da İnşaat Sektörü. Hükümet inşaat
sektörünü canlı tutmak için elinden geleni yapıyor. Hükümetin, TOKİ, Kentsel
Dönüşüm, B2 Arazileri, otoyollar, köprüler, Kanal İstanbul ve daha pek çok
projeye önem vermesinin sebebi bu. Bu politika doğru bence, nitekim ekonomik
başarı da ortada. Yalnız iş adamlarımızın aç gözlülüğünü ve finansal
beceriksizliğini hesaba katmak gerekiyor. İnşaat sektöründe ardışık batmalar,
Allah korusun, ekonominin bir haftada çökmesine neden olabilir. (Fi Yapı’nın ve
Ukra İnşaat’ın iflas ertelemeye başvurmaları hayra alamet değil)
·
Politik
hırs. Başbakan RTE, başkanlık sistemini gözüne kestirmiş durumda. Çok köklü
bir anayasa değişikliği de içeren başkanlık sistemi muhalefet ile hükümet
arasını daha da gerecektir. Bu gerginliğin ekonomiye yansıyacağı kesin. Böyle
kritik bir dönemde Türkiye’nin kurum ve kuruluşlarını kökten değiştirecek bir
karar almak istikrarı bozacaktır.
·
İdeolojik
körlük. Dincilerden gerçek demokratlık beklemek hayalciliktir. Onlar
göstermelik demokrattırlar. Maalesef başarılı bir başbakan olmasına rağmen,
İslamcı yanı ağır basan RTE ve AKP hükümeti her geçen gün birer birer İslami
kuralları hayata sokuyor. Modern hayattan haz almayan, eğlenmeyi bilmeyen, yeniliklere
açık olmayan, kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan, mezhepçilik-cemaatçilik
ilişkilerine prim veren, fırsatlardan yandaşlarının yararlanacağı bir ekonomik
düzen kuran, eski çağların zihniyetiyle ilerleyebileceğini sanan, yasakçı ve
baskıcı anlayışın ülke iklimine egemen olması bir ülkeyi batırır ve parçalar
(Örnek: Arap ülkeleri). Radikalleşen bir ülkede dünya ile rekabet edecek
markalar da, firmalar da filizlenemez, ekonomi de batıyla yarışamaz.
Dolayısıyla dünyaya “huzur İslam’da” diyemezsin, İslam’ın marka değerini
yükseltemezsin. Ezcümle; RTE aldığı karalarla Türkiye’yi demokratik, laik ve
hukuk devleti anlayışından uzaklaştırdıkça toplumsal huzursuzluk ekonomik
bozulma olarak karşısına çıkacaktır.
·
Savurganlık.
Başbakan RTE eskisi gibi tutumlu değil. Eski başbakanlarımız gibi bol keseden
harcamaya başladı. Ekonomide aldığı yolun yeterli olduğunu düşünmeye başladı
bence. Politik anlamda bölgesel güç olmamızı sağlayacak eylemleri finanse
edebilecek bir bütçemizin olmadığını biri başbakana söylemeli. Türkiye 1
trilyon dolarlık GSYİH’ya ulaşmadan RTE’nin bu rolü finanse etmesi zor. Bu
tutum bütçeyi olumsuz anlamda etkileyecektir. Nitekim etkiliyor da.
Yukarıdaki emarelere bir de ekonomisi sürekli bozulan sektörlerimizi
katarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Zaten şirketlerimiz uzun bir süredir
karsızlık problemi yaşamaktadır. Ekonomide esecek hafif bir rüzgar bile
binlerce KOBİ’yi iflasa sürükleyecektir.
2002 yılından beri iktidarda olan ve başarılı ekonomik
politikalar yürüten güçlü bir hükümet varken 2 yıl sonra 2015 yılını kötü
geçireceğimize inanmıyor olabilirsiniz. Ama tezimi göz ardı etmeyin ve 2015
yılına temkinli girin derim.
Yine de 2013 yılında ve 2014 yılının ikinci yarısına
kadar ekonomimizin canlı gideceğini ve büyüme oranlarımızın pozitif olacağını
tahmin ediyorum. Bugüne kadarki ekonomik birikim ülkeyi 1,5 yıl daha idare eder.
Ama korkarım yukarıda saydığım sebeplerden dolayı 2014’ün ikinci yarısından
itibaren ekonomide daralma baş gösterecek.
2015 tahminimi ciddiye alan firmalara ve bireylere
tavsiyelerim şunlar: Öncelikle devam eden yatırım projelerini 2014 yılında
tamamlasınlar. Planladıkları projeleri de 2016 ve sonrasına atsınlar. 2015 yılı
durgun geçecek, büyüme yerine küçülme yaşayacaksınız. Yatırımda ve kredi
borcunda yakalanmamanızı öneririm. 2015 yılına girerken likid kalmanız daha
iyidir (yani bankada paranızın, altınınızın olması iyidir.) Zira krizin son
günlerinde hem firmanızı finanse edebilirsiniz hem de satın almayı düşündüğünüz
firmaları daha ekonomik bir fiyata satın alabilirsiniz. Kriz dönemlerinde borsa
da dip yapacağından değerli firmaların hisselerini daha uygun fiyattan
alabilirsiniz. Kriz zamanlarında reklam harcamalarınız marka bilinirliğinizi normalden
daha fazla artırır. Çünkü rakipleriniz büyük bir ihtimalle krize hazırlıksız
yakalanıp reklam bütçelerini iptal edeceklerdir. Kriz zamanında kimsecikler
ortada yokken (dolayısıyla ekonomik fiyatlardan) bolca reklam yapmak marka
değerinizi çok yükseltecektir. 2015’e girerken kenarda köşede reklam bütçeniz
olsun. 2015 yılından sağ salim çıkarsanız pazar payınız artmış olacaktır. Kredi
çekecekseniz TL bazlı olsun. Döviz bazlı kredilerinizi 2014 senesinin sonuna
kadar kapatın veya 2015’te devam edecek döviz bazlı kredileri TL’ye çevirin.
2014 yılının ortalarında TL birikiminizi dövize veya altına döndürmenizi
öneririm. 2014 yılının ikinci yarısından sonra borsadan da uzak durmak gerekir.
2014 yılında arsa ve ev yatırımı pek mantıklı durmuyor çünkü 4-5 yıl boyunca
aldığınız fiyatın altında satma ihtimaliniz çok yüksek. Maketten ev alacaklar
da 2014 yılının sonunda teslim edilecek projelere yönelsinler veya sermaye
yapısı güçlü inşaat firmalarından ev alsınlar.
Umarım 2015 yılına dair öngörülerim doğru çıkmaz. Ya da
birileri yukarıda dile getirdiğim konuları dikkate alır da, 2015 yılının ülkece
daha az hasarlı atlatırız.
Ben 2015 krizine yol açacağını düşündüğüm gelişmeleri ve
emareleri burada sizlere aktardım. 2015 yılında ekonomik kriz yaşanıp
yaşanmayacağına siz karar verin. Uyaran ben olayım, önlem alıp almamak sizlerin
kararı olsun.