Geçmişimizi bilmek bizi daha bilgili ve kültürlü yapacağı
gibi geleceğimizi de öngörmemizi sağlayacaktır. Elbette burada kişisel
geçmişimizden ve geleceğimizden bahsetmiyorum. Başlıktaki soruya daha büyük bir
perspektiften ve bilimsel bir gözle bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu
yapabilirsek hayatımızı daha düzgün ve olgun yaşayabileceğimize inanıyorum.
Evrenin, dünyanın, canlılığın ve insanlığın nasıl
oluştuğunu kronolojik olarak bilmekte fayda var. Bu bilgi bizleri daha
kültürlü, daha mantıklı ve daha meraklı yapacaktır. Sizler için, tarihsel
sıralamaya göre önemli olayların tek tek özetini çıkardım. Evrenin ortaya
çıkışından, yani 13,8 milyar yıl öncesinden başladım ve yıllarını belirterek
önemli olayları sıraladım. Daha derinlemesine bilgi edinmek isteyenler için
notlar ekledim. Kısa kısa bölümlerden oluşan uzun bir yazı oldu. Ama aynı
zamanda genel kültürünü (entelektüel bilgi birikimi) artırmak isteyenler için
hap gibi bir yazı oldu diyebilirim.
İlginizi çekmeyen veya uzun bulduğunuz bölümden (tarih
diliminden) dolayı yazıyı okumayı bırakmak yerine ilginizi çeken tarih dilimine
geçmenizi öneririm. Hızlı okuma için notları da atlayabilirsiniz.
İyi okumalar.
13,8 milyar yıl
önce evren oluştu. Önce hiçlikte protondan katrilyonlarca kat daha küçük
bir nokta (tanecik) belirdi. Bu belirmenin bir Plank Zamanı (5,39 x 10-44 saniye) sonunda
olduğu düşünülüyor. (Yani önce zaman başlamış olmalı.) Bilim adamları bu
taneciğin belirdiği ana Big Bang
(büyük patlama) dediler. Belirdiğinde bu taneciğin sıcaklığı bir katrilyon
derecenin kat be kat üzerindeydi. Süper
kuvvet barındırdığı düşünülen bu inanılmaz yoğunluktaki tanecik belirmesinden
sonraki 10-32 saniye boyunca kuantum alanları ve dalgaları oluştura
oluştura muazzam genişledi. Bu süre zarfında önce portakal büyüklüğüne, sonra
dünya, sonra güneş, sonra da güneş sistemi büyüklüğüne kadar ulaştı. Portakal
büyüklüğüne ulaştığında süper kuvvet ilk bölünmesini yaşadı, dünya büyüklüğüne
ulaştığında ikinci bölünmesini yaşadı, güneş büyüklüğüne ulaştığında da üçüncü
bölünmesini yaşadı ve toplamda 4 kuvvete bölünmüş oldu. (Bu kuvvetler etkileşim
sağlayan enerji parçacıkları bozonlar aracılığıyla etki etmektedir.) Bu sırada
temel parçacıklara kütlesini kazandıran Higgs alanı ve bozonu da oluştu.
İlk 10-32 saniyedeki genişleme hızı ışık hızının karesine ulaşınca
enerjinin bir kısmı Higgs alanının ve Higgs bozonunun da yardımıyla maddeye
(atom altı parçacıklara, yani fermiyonlara, yani kurklara ve leptonlara)
dönüştü (E = m.c2). Bilim adamları enerjinin ve ilk parçacıkların
ortaya çıkmasına neden olan bu muazzam genişleme evresine şişme adını verir. Günümüzde evrende bulunan tüm maddelerin
(atomların) yapı taşları bu şişme sırasında ortaya çıktı. Şişme sırasında
karşıt parçacıklar da (anti madde) türemişti ve karşıt eşleriyle
çarpışarak birbirlerini yok edip enerji açığa çıkarmışlardı. Ama madde miktarı
anti maddeden bir miktar fazla olduğu için çarpışma savaşından madde canlı
olarak çıkmayı başarabilmişti. Şişme tamamlandığında evren güneş sistemi
büyüklüğüne ulaşmıştı. (Güneş sisteminin yarı çapı 1 ışık yılı uzunluğundadır.
Yani ilk 10-32 saniyesinde evren 1 ışık yılı kadar şişmiştir.) Şişmeden
sonra genişleme hızı yavaşlasa da evren ilk 1 saniyesi içinde 5 ışık yılı
yarıçapına ulaşmıştı. Birinci saniyenin sonunda bebek evren hala çok sıcak ve
yoğundu. Sıcaklığı 100 milyar derecenin üzerindeydi. İlk saniyeden sonraki 100
saniyeye kadar evren nükleer sentez aşamasındaydı. Yani kuark çeşitlerinden iki
tanesi güçlü kuvvetin yardımıyla protonu (iki yukarı kuark + bir aşağı
kuark) oluşturdu. İlk 100 saniye sonunda bebek evren Samanyolu galaksisinin
büyüklüğüne ulaştı, biraz daha seyreldi, biraz daha soğudu. (Samanyolu
galaksisinin yarı çapı 53 bin ışık yılıdır.) Ama ulaştığı bu büyüklüğe rağmen
bebek evren hala günümüzdeki en büyük yıldızın merkezindeki sıcaklığından bile kat
be kat daha sıcak ve daha yoğundu. Kimi bilim adamlarına göre 3 dakika süren
nükleer sentez (proton oluşturma) aşamasından sonra evren zayıf kuvvetin
yardımıyla bazı protonları nötronlara çevirmeye başladı (her 7 protondan biri
nötrona dönüştü). Elbette bu aşamada evren çok sıcak ve yoğun olduğu için
oluşan protonlar ve nötronlar parçalanıp kuarklara ayrışıyor, sonra tekrar
proton ve nötronlara dönüşüyordu. Leptonlar (elektronlar, müonlar, taular ve
bunların nötrinoları) da bu sıkışık plazma ortamında idi. Sonraki 300 bin yıl
boyunca (evren genişleyip soğudukça) bazı protonlar tek başına takılırken,
nötronların ve güçlü kuvvetin yardımıyla iki, üç, hatta dört protonun bir araya
geldiği gözlenmeye başlandı (sıcaklık büyük bir ihtimalle 1 milyon derecenin
altına düşmüştü). Ama yine de sıcaklık ve yoğunluk yeterince düşmediği için
elektronlar protonların ve proton-nötron kümelerinin yörüngelerine
yerleşememişti. Atomları oluşturabilmesi için evren daha da genişlemeli,
seyrelmeli ve soğumalıydı. İlk atomların (Hidrojen, Döteryum, Helyum, Lityum ve
Berilyum) oluşması için çekirdeklerinin yörüngelerine elektronların elektromanyetik
kuvvet sayesinde yerleşmesi) için 380 bin yıl geçmesi gerekecekti. İlk
atomlar oluşur oluşmaz da evren radyasyon yaymaya (ışımaya) başladı. Evrenin
ilk radyasyonunu bugün mikrodalga arka plan ışıması olarak tespit
edebiliyoruz. (380 bin yıl önce evrenin ortalama sıcaklığı yaklaşık 3 bin
dereceydi. Günümüzde galaksi kümeleri arasındaki uzay boşluğunun sıcaklığı ise
-270,4 derecedir.)
·
Not 1: Evrenin ilk zamanları (ilk saniyesi, ilk dakikaları, ilk 380 bin yılı,
ilk 300 milyon yılı, ilk milyar yılı) çok önemlidir. Bu süreçte evrenin tüm
yapı taşları ve başrol oyuncuları oluşmuştur. Evrenin ilk saniyesinde temel
kuvvetlerin taşıyıcıları olan bozonların (etkileşim parçacıkları), kara madde,
sanal parçacıklar, anti parçacıklar ve temel parçacıklar oluştuğu
düşünülmektedir. İlk 3 dakikasında da evrendeki tüm protonların oluştuğu
düşünülmektedir. İlk 100 bin yılda evren kazan gibiydi. Parçacıklar (protonlar,
nötronlar, kuarklar, leptonlar, bozonlar) bu kazanda birbirleriyle mücadele (çarpışma,
kaynaşma, parçalanma) halindeydi. Evren genişledikçe proton, nötron ve
elektronların hakimiyeti artıyordu. Yine de atom oluşturamayacak kadar çok
sıkışık bir ortamdaydı bu parçacıklar. (Atom oluşabilmesi için evren daha da genişlemeliydi.)
380 bin yılda ulaştığı genişleme sayesinde evren biraz daha seyreldi ve
parçacıklar arasında boşluklar oluştu. Böylece elektronlar protonların
yörüngesine kilitlenebildi. Önce tek protonlu ve tek elektronlu Hidrojen atomları oluştu. Hemen
ardından hidrojen atomunun bir izotopu olan Döteryum (protonuna nötron yapışmış
Hidrojen) atomları oluştu. Sonra da çekirdeğinde 2 proton ve 2 nötron,
yörüngesinde de 2 elektron bulunduran Helyum
atomları oluştu. Böylece ilk atomlar (%75 hidrojen ve %25 helyum ile eser
miktarda, lityum ve berilyum) meydana gelebildi. (Diğer atomları üretmek
yıldızların görevi olacaktı.) İlk atomlardan ve atom altı parçacıklardan
yayılan radyasyon artık boşlukta gidip gelmeye başlamıştı. Aslında radyasyon
(ışıma) yaymasına rağmen bebek evrende hala ışık yoktu. Işık yayımı için
yıldızlara ve kara deliklere ihtiyaç vardı. Oysa ki, ilk 380 bin yılın sonunda evrende
ne bir yıldız ne bir gezegen ne de bir göktaşı vardı. Bunların olabilmesi için
daha 300 milyon ila 1 milyar yıla ihtiyaç vardı.
·
Not 2: Büyük patlamadan 380 bin yıl sonra yeterince genişleyen evren maddeler
arasında boşluk oluşmasına ve ışımaya (elekromanyetik dalgalar yaymaya, foton
yaymaya, radyasyon yaymaya) başladı. Bu ilk ışımanın kalıntıları “mikrodalga
arka plan ışıması” olarak hala tespit edilebilmektedir. Bu antik ışıma
sayesinde evrenin yaşını (13,8
milyar yıl) kusursuz bir şekilde tespit edebildik.
·
Not 3: Yapılan hesaplamalara göre evrendeki genişlemeden dolayı günümüzde
galaksi kümeleri arasındaki mesafe her saniyede 73 km açılmaktadır ve bu rakam
her 44 milyon yılda bir %1 artmaktadır. Tam tespit edilmemiş olan ama teorik
olarak varlığı kabul edilen kara
enerjinin evrenin genişlemesine sebep olan bir kuvvet (temel kuvvetlerin
beşincisi) olduğu düşünülmektedir.
·
Not 4: Evrenin başlangıcındaki süper kuvvet sahibi tanecik şişme evresinde 4
temel kuvvete (etkileşime) bölündü. Big Bang’den 10 Planck Zamanı sonra kütle çekim kuvveti (1) süper kuvvetten
ayrıldı ve süper kuvvet elekronükleer kuvvete dönüştü, 108
Planck Zamanı sonra güçlü kuvvet (2)
elektronükleer kuvvetten ayrıldı ve elektronükleer kuvvet de elektrozayıf
kuvvete dönüştü, 1023 Planck Zamanı sonra zayıf kuvvet (3) ayrıldı ve elektromanyetik kuvvet (4) ortaya
çıktı. (Dört kuvvetin ortaya çıkışı 1 saniyenin yüzde biri kadar bile
sürmemişti.) Kuvvetlerin taşıyıcılarına bozon denir. 7 tip bozon vardır; Graviton
(teoriktir, henüz tespit edilememiştir), Foton, Gluon, W+, W-
ve Z bozonları, Higgs bozonu. Kütle çekim kuvveti büyük kütlelerin
arasında graviton aracılığıyla etkili olurken, elektromanyetik kuvvet
artı ve eksi yüklü parçacıklar (proton ve elektronlar) ile eksi ve artı yüklü
atomlar arasında fotonlar aracılığıyla etkili olur. Güçlü ve zayıf
kuvvetler ise atom çekirdeğinde (kuarklar, protonlar ve nötronlar) arasında
etkili olur. Tüm kuvvetler ışık hızında (saniyede 300 bin km) etki/hareket
eder. Bebek evrende serbest halde (kaos halinde demek daha doğru olur) dolaşan
atom altı parçacıklar son 3 kuvvetin etkisiyle bir araya gelebilmişlerdir. Bu 3
kuvvet Big Bang’ten 380 bin yıl sonra oluşacak atomları da bir arada tutan
kuvvetlerdir. Atom altı parçacıklar ve atomlar çok küçük olduklarından birinci
kuvvet olan kütle çekim kuvveti onlara çok az etki eder ve bu etki herhangi bir
değişime sebep olmaz. Kütle çekim kuvveti büyük kütleli cisimler arasında
etkileşir. Kütle çekim kuvveti evren oluştuktan yaklaşık 300 milyon yıl sonra
marifetini göstermiş ve uzayda serbest halde dolaşan hidrojen ve helyum
atomlarını bir araya toplayıp sıkıştırarak ilk yıldızın oluşmasını sağlamıştır.
(Kara maddenin kütle çekimiyle
maddeleri bir araya toplayıp yıldızların oluşmasına ve galaksilerin bir arada
kalmasına sebep olduğu düşünülmektedir.) Bu dört kuvvet evrenin doğasında ve
hayatımızda büyük rol oynar. Bütün kimya ve yaşamı oluşturan biyokimya elektromanyetik
kuvvetten türer. Atomları birbirine bağlayıp molekülleri oluşturan
elektronlar da elektromanyetik kuvvete tabidir. Ayrıca; radyomuza ses taşıyan
radyo sinyalleri, cep telefonlarımıza dijital bilgi getirip götüren mikrodalga sinyalleri,
ısı transferi yapılmasını sağlayan infrared dalgaları, görmemizi sağlayan ışık,
bronzlaşmamızı sağlayan (zararsız) ultraviyole ışınları, tıbbi görüntülemede
kullanılan X ışınları, kanser tedavisinde kullanılan (zararsız) gama ışınları elektromanyetik
kuvvettin türevleridir. Elektromanyetik kuvvetin gücü kütle çekim kuvvetinin
gücünün 1036 katıdır. Üstelik elektromanyetik kuvvet özellikle kısa
mesafelerde kütle çekiminden çok daha güçlüdür. Kütle çekim kuvveti ile
elektromanyetik kuvvetin menzili sonsuzdur. Bir başka deyişle evrendeki tüm
atomlar ile tüm galaksi, yıldız, gezegen ve daha küçük uzay cisimleri arasında (elektromanyetik
kuvvet ve kütle çekim kuvveti sayesinde) farklı boyutlarda etkileşim vardır. Bu
etkileşim ışık hızındadır ama farklı şiddetlerdedir. Kütle çekim kuvveti
sayesinde atmosferimiz dünyaya tutunur ve uzaya savrulmaz (tıpkı bizler gibi,
tıpkı Newton’un elması gibi). Ayrıca kütle çekimi sayesinde ay dünyanın
yörüngesinde, dünya güneşin yörüngesinde, güneş (ve sistemi) de Samanyolu
galaksisinin merkezinde bulunan karadeliğin yörüngesinde döner. (Einstain’a
göre büyük gök cismi uzay-zamanı eğdiği için küçük gök cismi onun etrafında
dönmektedir.) Kütle çekimi sayesinde yıldızlar dağılmaz ve patlamadan ışımaya
devam eder. Güçlü kuvvet nükleonların (proton ve nötronların ortak ismi)
içindeki 3 kuarkı ve atomların içindeki protonları bir arada tutan kuvvettir.
Bir nükleonun içinde neredeyse ışık hızında hareket eden 3 kuarkı güçlü kuvvet
taşıyıcı bozonu gluonlar aracılığıyla bir arada tutar ve nükleonu terk
etmelerine izin vermez. (Bir başka deyişle bebek evren kuark çorbasıyken 3
kuarkı bir araya getirip protona çeviren güçlü kuvvettir.) Güçlü kuvvetin
nükleon içinde etkisi zayıftır ama nükleon dışındaki etkisi kısa menzilli ama çok
büyüktür (elektromanyetik kuvvetten 100 kat, kütleçekimi kuvvetinden 1038 kat
güçlüdür), menzili ise bir nükleonun çapından biraz küçüktür. İki nötron ve iki
proton içeren helyum çekirdeğindeki protonlar aynı yüke sahip oldukları için birbirini
yaklaşık 9 kg’lık bir güçle iter. Güçlü kuvvet protonları öyle büyük bir güçle
bağlamıştır ki; atomu parçalayarak (dolayısıyla protonları ayırarak) çok büyük
bir enerji açığa çıkarabilirsiniz (atom bombasında veya nükleer santrallerde
olduğu gibi). Buna nükleer fisyon (ayrışma) enerjisi denir. Küçük
atomları birleştirip büyük atomlar sentezleyerek de nükleer füzyon (birleşme)
enerjisi üretirsiniz (güneşin merkezinde veya Tokamak reaktörlerinde olduğu
gibi). Füzyonla enerji elde etmek fisyona göre daha güvenlidir, daha verimlidir
ama daha zor ve pahalıdır. Aynı madde miktarında füzyonla elde edilen enerji
fisyonla elde edilen enerjiden 10-100 kat daha fazladır. Zayıf kuvvet
kütle çekimi kuvvetinden bile daha zayıftır. Menzili proton çapının binde
biridir. Zayıf kuvvet W+, W- ve Z bozonları
aracılığıyla nükleonların (proton ve nötron) beta radyasyonu yaparak (elektron
veya pozitron atarak) birbirlerine dönüşmesine neden olur. Zayıf kuvvet
olmasaydı protonlar nötrona dönüşemezdi, bu yüzden evrende hidrojenden başka
atom olmazdı. Zayıf kuvvet ağır ve dengesiz atomların bozunup hafifleyerek
kurşun gibi daha hafif atomlara dönüşmesini de sağlar. Radyo aktivitenin
kışkırtıcısıdır. Bu özelliği yüzünden ölümcül alfa ve nötron radyasyonuna da
sebep olur.
·
Not 5: Evren 380 bin yaşındayken evrenin %12’si hafif elementlerden (hidrojen
ve helyum atomlarından), %15’i fotonlardan, %10’u nötrinolardan, %63’ü karanlık
maddeden oluşuyordu. Şimdi ise evrenin %4’ü serbest hidrojen ve helyum
atomlarından, %0,03’ü ağır elementlerden (çekirdeğinde 3 ve daha fazla proton
bulunan atomlardan), %0,5’i yıldızlardan, %0,3’ü nötrinolardan, %25’i kara
maddeden, %70’i de kara enerjiden oluşur. Kara maddenin ve kara enerjinin
neye sebep olduğunu tahmin ediyoruz ama haklarında başka bir şey bilmiyoruz. Bu
gizemlerinden dolayı onlara “kara” sıfatı verilmiştir. Kara maddenin ve kara
enerjinin ne biçim şeyler olduğunu çözmesi için yeni bir Einstain’ın gelmesi
beklenmektedir 😊
·
Not 6: Herhangi bir maddeyi (örneğin bir ton kömürü) yakarsanız kül olur.
Isıtmaya devam edip de, karbondan oluşan külün sıcaklığını binlerce dereceye
çıkarırsanız karbon atomlarından elektronların birer birer koptuğunu ve atom
çekirdeklerinin çıplak kaldığını görürsünüz. Sıcaklığı daha da artırırsanız
protonlar ve nötronlar birbirinden ayrılır. Sıcaklığı daha da artırırsanız
protonlar ve nötronlar kuarklarına ayrılır (ki bu sıcaklığa sadece CERN gibi
çarpıştırıcılarda protonlar ışık hızına yakın hızlarda çarpıştırılarak
ulaşılır). Sıcaklığı daha da artırırsanız (ki bu Big Bang sıcaklığının %99’u
olacaktır) kuarklar ve elektronlar bozonlara dönüşür. Sıcaklığı daha da
artırırsanız mini minnacık bir kara delik oluşturabilirsiniz. Bu kara delik
süper kuvvete sahip olur ama çekim etkisi bir ton kömürün çekim etkisiyle aynı
olacağı için sizi çekip yutamayacaktır, ayrıca mikro saniyeler içinde
buharlaşıp yok olacaktır. (Big Bang sırasında sıcaklık 1032
dereceydi)
·
Not 7: 13,8 milyar yıldan daha önce (evren oluşmadan) önce uzay ve zaman
yoktu. (Aslında uzay ve zaman aynı şeyin iki yüzü, bu yüzden uzay-zaman demek
daha doğru.) Uzay-zaman evren ile birlikte oluştu. Evrenden önce boşluk da
yoktu, zaman da yoktu, hiçlik (yokluk) vardı. (Bazı bilim felsefecileri
evrenden önce hiçlik değil boşluk olduğunu iddia eder. Bilim adamları Hartle ve
Hawking beraber yaptıkları “Evrenin Dalga Fonksiyonu” adlı çalışması ile
evrenin veya evrenlerin sonsuz olma, yani big bang öncesinde de var olma ve
hiçlikten ortaya çıkabilme ihtimalini matematiksel olarak ortaya
koyabilmişlerdir. Elbette bu formüllere dayalı bir teoridir şimdilik.)
·
Not 8: Evrende, evrenin doğası (fizik yasaları) gereği bazı limitler vardır.
Örneğin hız limiti ve soğukluk limiti. Hiçbir şey ışık hızını aşamaz, hiçbir
şey -273 dereceden daha soğuk olamaz. -273 dereceye mutlak sıfır veya 0 Kelvin
denmektedir. Hayatına muazzam bir sıcaklıkla başlayan evren genişledikçe
soğumaktadır. Şu anda galaksiler arası uzay boşluğunun ısısı mutlak sıfırın 2 santigrat
derece üzerindedir (2 Kelvin veya -271 derece). Güneş sistemimizdeki gezegenler
arasındaki uzay boşluğu ise güneşe uzaklıklarına göre 2 ila 3 Kelvin
arasındadır. Evren genişledikçe soğumaya devam edecek ve önce uzayın bazı
noktaları mutlak sıfıra yaklaşacak sonra da tamamı mutlak sıfıra yaklaşacaktır.
Son yıldız öldüğünde uzaydaki tüm gezegenlerin ve maddelerin sıcaklığı mutlak
sıfıra en yakın noktada olacaktır. Kuantum mekaniğine göre hiçbir madde
(dolayısıyla ortam/vakum) mutlak sıfır soğukluğuna erişemez. Mutlak sıfıra
yaklaştıkça atomların entropisi düşer, titreşimleri azalır. Ama hiçbir madde
hatta en ıssız uzay boşluğu bile kuantum dalgalanmaları (örneğin kütle çekim
dalgaları) yüzünden mutlak sıfıra ulaşamaz. Teorik olarak mutlak sıfırda atomlar
titreşmez, hareketsiz kalır, donar. Bu da atomik özelliklerini kaybetmelerine
ve parçalanmalarına neden olur. Evren mutlak sıfıra ulaşırsa ne olur
bilemiyoruz ama içine çökmesi, yani başladığı noktaya geri dönmesi ihtimaller
dahilindedir. Bazı bilim adamlarına göre maddeleri mutlak sıfırdan daha fazla soğutursak
tekrar ısınmaya başlayacaklardır. Bu görüş henüz deneylerle kanıtlanmamıştır.
Ama haklılarsa evrenimizin donmuş bir başka evrenden oluşmuş olma ihtimali
vardır.
·
Not 9: Bir başka teoriye (sicim
teorisi) göre Bing Bang’in ilk Planck Süresinde sicimler ortaya çıkmıştır.
Farklı frekansta titreşen bu sicimler farklı parçacıkları (kuarklar, leptonlar,
karşıt parçacıklar, bozonlar ve hatta kara madde ve kara enerji) oluşturmuşlardır.
Atom altı parçacıkları oluşturduğu düşünülen sicimlerin uzunluğu Planck Uzunluğu (1,16 x 10-35
cm) kadardır. Sicim teorisi kuantum mekaniğiyle genel göreliliği birleştirmek
için ekstra boyutlara ihtiyaç duyar. Atam altı büyüklüklerde olan bu boyutlar
kimi teorisyenlere göre 10, kimilerine göre de 26 tanedir. Bu boyutlar
sayesinde Sicim teorisinin matematik modelleri yerli yerine oturmakta ve
günümüzün fizik yasalarına ulaşabilmektedir.
·
Not 10: Kuantum teorisinin babalarından olan Max Planck’ın keşfettiği Planck
Sabiti ile sadece uzunluğun değil, başka ölçülerin de en küçük, bölünemez
birimleri hesaplanmış ve ispat edilmiştir. Planck Sabiti fiziksel bir sabittir
ve bir fotonun enerjisi ile elektromanyetik dalgasının frekansı arasındaki değişmez
oranıdır. Joul-saniye cinsinden ifade edilir ve değeri: 6.63 x 10−34
J⋅s’dir. Bu sabit sayesinde Planck
birimleri (Planck Uzunluğu, Planck Alanı, Planck Hacmi, Planck Sıcaklığı, Planck
Kütlesi, Planck Yoğunluğu, Planck Zamanı, Planck Enerjisi, …vb) hesaplanabilir.
Uzunluğun en küçük ve bölünemez parçasına Planck Uzunluğu (1,16 x 10-35
cm) denir. Planck uzunluğu sınırdır. Bundan daha kısa nesne olamaz. Planck Alanı, Planck uzunluğunun karesidir
ve bundan daha küçük alan olamaz. Planck Hacmi, Planck uzunluğunun küpüdür
ve bundan daha küçük hacim olamaz. Planck Sıcaklığı -273 dereceye (veya
0 Kelvin’e) eşit olan 1,98 x 10−30 Tp’dir. Hiçbir nesne veya ortam
bundan daha soğuk olamaz. Planck Kütlesi bir kütlesi olan en küçük atom
altı parçacığın deniz seviyesindeki ağırlığının en az 2.18 x 10-8 kg
olabileceğini söyler. Bundan daha hafif bir kütle olamaz. Palnck Yoğunluğu
bir metreküp hacme sığabilecek kütlenin maksimumunu ifade eder ve değeri 5,1 x 1096
kg/m³’tür. Büyük patlamadan bir Planck zamanı sonra evrenin yoğunluğunun,
yaklaşık olarak bir Planck yoğunluğunda olduğu düşünülür. Zamanın en küçük ve
bölünemez süresine Planck Zamanı
denir. Bir Planck zamanı, ışık hızında hareket eden bir fotonun, bir Planck
uzunluğundaki mesafeyi kat edeceği süredir. Planck zamanı saniyenin katrilyonda
birinden bile katrilyonlarca küçüktür (5,39 x 10-44 saniye). Zaman
bundan daha küçük birimlere bölünemez. Planck Enerjisi yarı çapı Plank
uzunluğunda olan bir kürenin sahip olabileceği maksimum enerjiyi (1,22 x 1028
eV) ifade eder. (Bu enerji de 57,2 litre benzinin toplam enerjisine eşittir.)
Bu minik küredeki enerji bundan daha fazla olursa karadeliğe dönüşmesi gerekir.
(Parçacık fiziğinde kullanılan enerji birimi elektonvolttur. Bir elektronvolt
1,6 x 10-19 Joule’e karşılık gelir. MeV bir milyon elektronvolt, GeV
bir milyar elektronvolt, TeV bir trilyon elektronvolt demektir.)
13,5 milyar yıl
önce ilk yıldız oluştu. (Big Bang’den 300 milyon yıl sonra) Öncesinde evrende
uçuşan gaz ve toz kümeleri (çok miktarda hidrojen, az miktarlarda döteryum ve helyum,
çok çok az miktarlarda lityum ve berilyum atomları ve molekülleri) bir araya
gelerek nebulaları (bulutumsular) oluşturdular.
Buluta ve sise benzeyen nebulaların büyüklüğü devasa idi. Çapı bin ila bir
milyon ışık yılı uzunluğunda olan nebulalar vardır. Nebulalar homojen değildi,
bazı bölgeleri daha yoğundu. Yoğun bölgeler ara sıra sıkışıyor ve parlıyordu. Bu
nebulalar (büyük bir ihtimalle kara
madde sayesinde) kümelenmeye başlamıştı. Bu nebulalardan birinin bir
bölgesinde gaz ve toz kümelerinden biri daha da yoğunlaşmaya, parlamaya ve
kendi ekseni etrafında dönmeye başladı. Bu dönüş hidrojen, döteryum ve helyum atomlarının
birbirine daha fazla yaklaşmalarını ve sürtünmelerini sağladı. Gaz ve toz kümesi
artık parlayan bir küreydi. Atomların birlikteliğinden oluşan kütle çekim
sayesinde merkeze doğru iyice sıkışan atomlar kaynamaya ve bozunmaya başladı. Aşırı
basınç ve sıcaklık etkisiyle parçalanan atomlardan etrafa saçılan protonlardan
bazıları nötrona, nötronlardan bazıları da protona dönüşüyordu. Elektronlar, fotonlar
ve nötrinolar delirmişçesine sekiyor ve fırlıyordu. Kürenin merkezi gittikçe
ısınıyordu. Az miktardaki Helyum atomları merkeze toplanmaya başladı.
Çevresinde de Hidrojen atomları vardı. Buradaki sıcaklık 4 milyon dereceye
ulaşınca füzyon (birleşme) başladı. Artık merkeze yakın olan hidrojen atomları
helyum atomlarına dönüşüyordu. Dört hidrojen atomunun elektronları önce
kopuyor, protonlardan ikisi nötrona dönüşüyor ve diğer iki protonla birleşerek
Helyum çekirdeğini (iki proton ve iki nötrona sahip) oluşturuyorlardı. Yıldızın
merkezindeki helyum miktarı gitgide artıyordu. Hidrojen atomlarının Helyuma
dönüşmesi muazzam enerji açığa çıkarıyordu. Her biri muazzam atomik
patlamalardı. Yıldızın içinde oluşan atomik patlamalara (patlama basıncına) rağmen
yıldız parçalanmıyordu, sadece radyasyon (çoğu ışık ve ısı olan ışınım)
yayıyordu, çünkü yıldızın kendi kütle çekimi yıldızı bir arada tutuyordu. Hidrojen,
döteryum ve helyumdan oluşan, ısı ve ışık yayan bu yıldız, evrenin ilk
yıldızıydı. Eğer kütlesi yeterince büyükse ağır elementleri de üretebilecekti. Nebulanın
başka yerlerinde ve diğer nebulalarda da böyle yıldızlar meydana geldi. Bunlar
ilk jenerasyon yıldızlardı. Bu yıldızlar yutamadığı uzay tozlarını ve gazlarını
kendi dönüş ekseni doğrultusunda döndürmeye başladı. Yıldızın etrafında dönen
uzay tozları ve gazları da zamanla birleşerek diğer uzay cisimlerini (gök
taşları, asteroitler, kaya gezegenler, gaz gezegenler, sıvı gezegenle…vb) meydana
getirdi. İlk nebulalar galaksi
oluşturacak kadar devasa miktarda atom ve molekül barındırıyordu. Bu dev
nebulaların içinde oluşan ilk yıldızlar da dev boyutlardaydı ve muhtemelen sonra
da karadeliğe dönüştüler.
·
Not 1: Nebulalar kütlesi büyük ve küçük olmak üzere 2 tür yıldız
oluştururlar. Güneşimiz küçük kütleli yıldızdır. Güneşimizin 10 katı ve üstü
büyüklüğünde olan yıldızlar büyük kütleli yıldızlardır. Yıldızların rengi mavi,
beyaz, sarı, kırmızı ve bu renklerin ara tonlarında olabilir. Yıldızın rengi
sıcaklık seviyesini gösterdiği gibi yaşam evrelerini de gösterebilir.
·
Not 2: Nebula içinde bir bölgede toplanmaya başlayan atomlar ve moleküller
yıldız oluşturmaya başlar. Yıldızın oluşumu bir dönmeyi tetikler. Yıldızın bu
dönüşü etrafındaki her şeyin aynı istikamette dönmesine neden olur. Genç ve
ufak yıldız aç bir kurt gibidir. Kendisine yakın gazları kütle çekiminin
etkisiyle çeker ve yutar. Bu onun irileşmesine ve daha çok parlamasına neden
olur. Bir yıldızın büyüklüğü oluştuğu bölgedeki gaz ve toz kümesinin
yoğunluğuna ve büyüklüğüne bağlıdır.
·
Not 3: Her atomun fark edilemeyecek ve ölçülemeyecek kadar küçük kütle çekimi
vardır. Atomlar bir araya geldiklerinde kütle çekimlerinin etkisi artar. Nebulaların
kütle çekimi vardır. Ama bir nebula yıldız oluşturduktan sonra daha güçlü kütle
çekimine sahip olur. Kütle çekimi adeta atomların birleştiğini evrene bildiren
sinyaller gibidir.
·
Not 4: Evrende devasa nebulalar vardır. Bu nebulalara galaksilerde ve
galaksiler arası uzay boşluğunda rastlanır. Bunların bazıları evrenin oluşumundan
kalmadır (dolayısıyla hafif atomları içerirler), bazıları da yıldız
patlamalarından ve çarpışmalarından meydana gelmişlerdir (dolayısıyla ağır
atomları içerirler).
·
Not 5: Her galaksi nebuladan meydana gelmiştir. Galaksiler tüm nebulasını
yıldıza çevirmez, bazı nebulaları gaz gezegenlere, kaya gezegenlere,
asteroitlere çevirir. Yıldızlar ölürken ve birbirleriyle çarpışarak yeni
nebulalar meydana getirirler. Bu nebulalar da zamanla yıldıza ve diğer uzay
cisimlerine dönüşebilir. Yani galaksiler evrim geçiren (değişebilen) yapılara
sahiptirler.
·
Not 6: Yıldızların kütle çekimi daha büyük olduğu için genelde uzay cisimleri
bir yıldızın yörüngesine girer. Böylece ortasında yıldız olan dönen bir yıldız
sistemi ortaya çıkar. Dönen bir sistemde sert olan maddeler kayalık gezegenleri
oluştururken, dönmenin hızıyla savrulan gazlar sistemin dış katmanlarından gaz
gezegenleri oluşturur. Su molekülleri ise dönen sistemin her yerinde bir
nesneye (gezegene, uyduya, meteora, kuyruklu yıldıza, asteroide…vb) tutunmuş
halde bulunabilir.
·
Not 7: Yıldızların da ömrü vardır. Küçük yıldızların ömrü uzundur, büyük
yıldızların ömrü kısadır. Ölmekte olan yıldızlar önce şişer ve kırmızılaşır,
ardından patlar, etrafa nebula saçar ve başka bir şeye dönüşür. Çok büyük
yıldızlar (mavi renkli süper dev yıldızlar) şişer, kırmızılaşır, mega süpernova
patlaması yapar, nebula saçar ve karadeliğe dönüşür. Ondan biraz küçük
yıldızlar (açık mavi renkli dev yıldızlar) şişer, kırmızılaşır, süpernova
patlaması yapar, nebula saçar ve nötron yıldızına dönüşür. Küçük yıldızların
büyükleri (güneşimiz ebatlarında olanlar) genelde sarı renkli olup yakıtları
azaldığında önce şişerler ve kırmızılaşırlar ardından dış katmanı patlayarak
etrafa nebula salar, çekirdeği de beyaz
cüce dediğimiz yıldızımsıya dönüşür. (Güneşimizin sonu da böyle olacaktır.)
Güneşimizden daha küçük yıldızlar ise (ki renkleri genelde turuncu ve
kırmızıdır) patlamadan ölü yıldıza (kahverengi cüceye) dönüşürler.
·
Not 8: Evrendeki yıldızların %90’ı güneşimizden küçük yıldızlardır. Bu tür
yıldızlar geceleyin gök yüzünde görünmez. Evrendeki yıldızların %90’ı canlı,
%1’i ölmekte olan, %9’u ise ölü yıldızlardır.
·
Not 9: Hidrojen atomunun tamamı Big Bang’ten sonra ama ilk yıldızdan önce
oluşmuştur. (Hidrojenden sonraki ilk 4 elementin çok az bir kısmı da bu evrede
oluşmuştur.) Hidrojenden sonraki tüm elementler ise yıldızlar sayesinde
oluşmuştur. Dünyadaki yaşamın var olması ve sürmesi, yediğimiz içtiğimiz
soluduğumuz her şey ve kullandığımız tüm eşyalar yıldızlarda oluşan 92 element
sayesindedir. (Hidrojen ve helyum hafif atomlardır. Çekirdeklerinde 3 ve daha
fazla proton barındıran elementler ağır atomlardır.) Yıldızlar bu elementlerin
azını yaşarken, çoğunu ölürken evrene saçar. Bir başka deyişle yıldızlar olmasa ve ölmese bizler doğmazdık.
(Hepimiz yıldız tozuyuz)
·
Not 10: Yıldızlar önce 1 protonlu hidrojeni merkezlerindeki 4 milyon derece
sıcaklıkta yakarak 2 protonlu helyuma dönüştürürler. Sonra iç sıcaklıkları 100
milyon dereceye çıkar ve böylece helyumu yakabilirler ve karbona dönüştürürler.
Güneş gibi küçük yıldızlar yaşarken ve ölürken 6 protonlu karbon elementine
kadar olan elementleri üretirler. Güneşin 15 katına kadar büyük yıldızlar iç
sıcaklıklarını 600 milyon dereceye kadar ulaştırarak 12 protonlu magnezyum
elementine kadar olan elementleri üretirler. Güneşin 15 katından daha büyük
olan yıldızlar iç sıcaklıklarını 3 milyar dereceye çıkararak 26 protonlu demir
elementine kadar olan elementleri üretirler. Bu büyük yıldızlar süper nova
patlamasıyla ölürken (karadeliğe veya nötron yıldızına dönüşürken) 50 protonlu
kalay elementine kadar olan elementleri oluştururlar. 50 ve üzeri protona sahip
elementler ise nötron yıldızlarının çarpışması (kilonava patlaması) sayesinde
oluşur. (Yıldızlar yaşarken uzaya genelde hidrojen ve helyum atomlarını
saçarlar.) Yıldızlar yaşarken füzyonla ürettikleri ağır atom çekirdekleri merkeze
çöker. Füzyonla oluşan yeni çekirdeklerden en fazla protona sahip olan element
yıldızın ortasına çökerek merkezi işgal eder. Onun dışına da daha az protona
sahip çekirdekler yerleşir. Ve bu böyle devam eder. Örnek verecek olursak
güneşimizin son evresinde merkezinde karbon atomu çekirdeklerinden oluşan bir
merkez küre oluşacak, onun etrafında helyum atomlarının çekirdeklerinden oluşan
bir katman olacak, onun etrafında da hidrojen atomlarının çekirdeklerinden oluşan
bir katman olacak.
·
Not 11: Karadelikler (bazı bilim adamları karaküre denmesini doğru buluyor)
büyük yıldızların (güneşimizin en az 10 katı büyüklüğündekilerin) yakıtının
azalması ve kütle çekiminin füzyon basıncına galip gelmesi ile içe çökmesinden
dolayı oluşurlar. İlk yıldızlar daha doğmadan önce de evrenin karadelik üretme
ihtimali teorik olarak vardır. Ama evren ilk 380 bin yılında karadelik üretmiş
olamaz. Üretseydi yok olurdu. Sonrasında, yani genişleyerek boşluklara sahip
olduğunda kara maddenin kütle çekim etkisine kapılan yoğun nebulaların yıldız
oluşturmadan direkt karadeliğe dönüşmesi söz konusu olabilir. Ayrıca atom altı
parçacıkların kozmik çarpışmaları sırasında da mikro karadeliklerin oluşup
buharlaştığı teorik olarak hesaplanmıştır.
·
Not 12: Henüz kanıtlanamasa da bütün galaksilerin merkezinde karadelik olduğu
düşünülmektedir. Devasa nebuladan galaksiyi oluşturacak yıldızlar ve gök
cisimleri oluşurken, en büyük yıldız (veya en büyük gaz yoğunlaşma bölgesi)
karadeliğe dönüşerek galaksinin merkezi haline gelmiş ve galaksideki
(nebuladaki) tüm gaz, toz, gök cismi ve yıldızı (muhtemelen kara maddeyi de)
yörüngesine oturtarak döndürmeye başlamıştır. Ortasındaki karadeliğin ve
bünyesindeki kara maddenin kütle çekimi sayesinde bir arada duran galaksilerin
çapı en az 100 bin ışık yılı uzunluğundadır.
13,2 milyar yıl
önce samanyolu galaksisi oluştu. 100 bin ışık yılından daha fazla genişliğe
sahip devasa gaz bulutu bebek evren genişlerken rotasyon kazandı ve açısal
momentumun korunumu yasası gereğince önce disk haline geldi, sonra spiral bir
dağılım gösterdi. Spiral kollarda öbek öbek sıkışan nebulalar uzay
radyasyonunun da etkisiyle yıldızlar, gezegenler, asteroitler ve benzeri gök
cisimlerini oluşturdular. Zamanla bazı yıldızlar kolların dışına (ya kolların
arasına ya da diskin dışına) fırladı. Böylece malzemesinin %99’unu diskinde
toplamış olan Samanyolu galaksisi oluşmuş oldu. Samanyolu galaksisinde 200
milyarın üzerinde yıldız ve 1 trilyona yakın gezegen vardır. Samanyolunda hala
nebulalardan yeni yeni yıldızlar, yaşlı yıldızların ölümüyle de yeni yeni
nebulalar oluşmaktadır. Disk şeklindeki Samanyolu galaksisinin çapı 100 bin
ışık yılı uzunluğundadır. Diskin top şeklindeki merkezinin kalınlığı 12 bin,
diskin kollarının kalınlığı ise 3 bin ışık yılı uzunluğundadır. Galaksinin en
dışındaki bir yıldız saniyede 500 km yol alarak yörünge turunu 650 milyon yılda
tamamlamaktadır. Bir başka deyişle 13,2 milyar yılda Samanyolu sadece 20 defa
dönebilmiştir. Güneşimiz ve dünya
Samanyolu Galaksisinin bir parçasıdır.
·
Not 1: Samanyolu spiral kollara sahip sarmal bir galaksidir. 4 ana kolu ve bu
kollardan dallanan yan kolları vardır. Tüm bu kollar yıldızlarla ve nebulalarla
doludur. Nebula yoğunluğundan dolayı ışıma fazlalaşır ve kol fark edilir.
Kollarının arasında da yıldızlar vardır ama nebulalar yoktur.
·
Not 2: Samanyolu’nun sarmal ana kolları: 1: Norma-Cygnus (Cetvel-Kuğu), 2: Sagittarius
(Yay), 3: Scutum-Crux (Kalkan-Güneyhaçı), 4: Perseus (Kahraman)
·
Not 3: Samanyolu diskinin üstünde ve altında da seyrek de olsa yıldızlar
vardır. Bu yıldızlar da galaksinin parçası olup disk düzlemine zamanında
katılmamış veya diskten dışlanmış yıldızladır.
·
Not 4: Şimdiki gözlemlerimize göre evrende yaklaşık 2 trilyon galaksi
bulunmaktadır. Evrende ne kadar yıldız ve gezegen olabileceğini siz hesaplayın
artık. Tüm bu yıldız ve gezegen miktarına rağmen evrenin sadece %5’i normal
maddedir, kalanı kara madde ve kara enerjidir.
·
Not 5: Galaksilerin yapıları diske benzemekle birlikte beş farklı galaksi
türü vardır. 1-Spiral Kollara Sahip Sarmal Galaksiler, 2-Çubuk Kollara Sahip
Sarmal Galaksiler, 3-Eliptik Galaksiler, 4-Merceksi Galaksiler, 5-Düzensiz
Galaksiler. Samanyolu birinci tip galaksidir.
·
Not 6: Bilim adamları galaksilerin çoğunun merkezinde karadelik olduğunu
düşünüyor. (Samanyolu galaksisinin merkezinde de kara delik olabileceğini
düşünüyorlar. Ama merak etmeyin, olay ufkundan uzak olduğumuz için dünyamız ve
güneş sistemimiz kara deliğin içine düşmeyecek.) Ortadaki karadelik ve
etrafındaki maddelerle (nebulalar, yıldızlar, gezegenler, asteroitler…vb) birlikte
her galaksi müthiş bir hızla dönmektedir. Dönüş hızı o kadar büyüktür ki
aslında galaksideki görünen maddelerin uzay boşluğuna savrulması, yani
galaksinin dağılması gerekir. Çünkü merkezdeki karadelik dahil galaksideki tüm
maddelerin birbirini çekim gücü galaksinin dönüş hızından kaynaklanan merkezkaç
kuvvetine engel olacak kadar büyük değildir. Ama buna rağmen galaksiler savrulup
dağılmaz, çünkü bir şey merkezkaç kuvvetini nötralize etmektedir. O şeyin
görünmez şeyin karamadde olduğu
tahmin edilmektedir. Eğer galaksilerde yeteri kadar kara madde olmasaydı
merkezkaç kuvvetinden dolayı galaksiler dağılırdı.
·
Not 7: Karamadde galaksiler arası uzay boşluğunda da kümeler halinde bulunur.
Aynı karadelikler gibi karamadde kümeleri de ışığın yolunu değiştirebilir ve
mercek etkisi yaratabilir. Bu sayede varlıklarını tespit edebiliriz.
5 milyar yıl önce
evrenin genişleme hızı artmaya başlamıştır. Evren doğumunun birinci saniyesinde
anormal şişmiş, ama sonrasında genişleme hızı azalmaya başlamıştır. Evrenin
genişlemesine karanlık enerjinin sebep olduğu, bu genişlemeye ise maddelerin ve
kara maddenin engel olmaya çalıştığı düşünülmektedir. Ama evrende karanlık
enerji daha fazla olduğu için evrenin genişlemesi hep devam etmiştir.
Genişleyen evren yüzünden galaksi kümeleri arasındaki mesafe de sürekli
açılmıştır. İlk saniyesindeki şişmeden sonraki 8,8 milyar yıl boyunca genişleme
hızı sürekli düşen evren, günümüzden 5 milyar yıl önce galaksi kümeleri
arasındaki kütle çekim etkileşiminin genişleme sebebiyle azalması ve kritik
eşiğe düşmesi ile birlikte evrenin genişleme hızı artmaya başlamıştır. Şu anda
artan hızda evren genişlemektedir ve evrenin sınırlarında bulunan galaksi
kümeleri bizden ışık hızından daha fazla uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla bir süre
sonra bu gök adalardan görüntü almamız imkansızlaşacaktır.
·
Not 1: Galaksi kümeleri içindeki galaksiler ve galaksiler içindeki yıldız ve
gezegenler birbirilerinin yerçekimlerinden etkilendikleri için evrenin
genişlemesinden dolayı birbirlerinden uzaklaşmazlar. Galaksi kümeleri ise
birbirlerinin kütleçikim alanlarını hissetmeyecekleri kadar uzakta oldukları
için evrenin genişlemesi yüzünden saniyede 73 km hızla birbirlerinden
uzaklaşmaktadırlar. Bu hız 44 milyon yılda bir %1 artmaktadır.
·
Not 2: Evrenin artan hızda genişlemesinden dolayı çok uzak bir gelecekte
gökyüzünde karanlık bölgeler artacaktır. Çünkü yıldız zannettiğimiz galaksiler
çok uzağa gideceklerdir.
·
Not 3: Trilyonlarca yıl sonra genişlemeden dolayı evrenin soğuyarak ve
yırtılarak yok olacağı düşünülmektedir.
4,7 milyar yıl
önce samanyolu galaksisinin spiral kolları arasında güneş sistemimizi
oluşturacak olan nebula (gaz ve toz bulutu) oluştu. Bu nebula muhtemelen iki
nötron yıldızının çarpışmasıyla oluşmuştu. Ki zaten nötron yıldızları büyük
yıldızların süpernova patlaması sonrasında ortaya çıkan kalıntı yıldızlardır. Nötron
yıldızlarının etrafı da süpernova patlamasından arta kalan nebula ile
çevrilidir. Öyleyse bugünkü galaktik konumumuza yakın bir yerlerde tahminen
9-10 milyon yıl yaşlarında olan iki dev yıldız farklı zamanlarda süpernova
patlaması yaparak nötron yıldızlarına dönüştüler. Bu nötron yıldızları
nebulaları ile birlikte doğdukları konumlarından uzaklaşarak birbirlerine doğru
yola çıktılar. Bir süre sonra birbirlerinin kütle çekimine yakalanan bu nötron
yıldızları en nihayetinde çarpıştılar ve kilonova patlaması yaparak element
bakımından çok zengin (92 protonlu atoma kadar tüm atomları barındıran) bir
nebula meydana gelmesine neden oldular. Zamanla (yaklaşık 100 milyon yılda) bu zengin
nebulanın merkezinde yoğunlaşma başladı. Kütle çekimi, gaz basıncı, manyetik
alanlar ve dönüş sayesinde en nihayetinde merkezde bir gaz küresi oluştu. Gaz
küresinin içindeki atomların ve moleküllerin birbirine iyice yaklaşması ve
sürtünmesiyle ısı arttı ve gaz küresi alev alarak güneşe dönüştü (gaz küresinin
güneşe dönüşmesini başka yıldız patlamalarından gelen radyasyon da tetiklemiş
olabilir). Böylece güneş sistemimizin baş aktörü olan güneş meydana geldi.
·
Not 1: Güneş sisteminin toplam kütlesinin %99,86’sı güneşe aittir. Diğer
parçaların (gezegenler, uydular, asteroitler vb) toplam kütlesi ise güneş
sisteminin kütlesinin sadece %0,14’üdür. Yani gaz ve toz bulutlarından oluşan
nebulamızdaki maddenin büyük bir kısmı güneşimizin oluşması için harcanmıştır.
·
Not 2: Güneş sistemimiz galaksinin merkezine 30 bin ışıkyılı, dış kenarına
ise 20 bin ışık yılı mesafededir. Güneş sistemimiz galaksideki bütün cisimlerle
birlikte aynı yöne doğru dönmektedir. Hızı saniyede 230 km’dir. Buna rağmen
galaktik turunu 225 milyon yılda bir tamamlayabilmektedir.
·
Not 3: Güneş sistemimiz Samanyolu galaksisinin ana kollarından olan Kahraman
(Perseus) ve Yay (Sagittarius) kollarının arasında bulunan Avcı (Orion) adlı
yan kolun kenarındadır. (Avcı, Kahraman’dan dallanmış bir yan koldur.) Güneş sistemimiz
Avcı’dan Kahraman’a doğru ilerlemektedir ve 80 milyon yıl sonra bu kola
ulaşacaktır. Yaklaşık 200 milyon yıl sonra güneş sistemimizin Samanyolu diskini
terk etme ihtimali vardır.
4,6 milyar yıl
önce güneş sistemi ve dünya oluştu. Yüz milyon yaşındaki element zengini
nebula önce güneşimizi doğurdu sonra güneş sisteminin diğer parçalarını. Güneş
sisteminde önce güneş, sonra Jüpiter, sonra Satürn oluştu. O sıralarda diğer
gezegenler henüz küçük oluşumlardı. İlk oluştuğunda Jüpiter bugünkünden daha
fazla güneşe yakındı. Güneş sisteminin dönüş hızından ve radyasyon
püskürmelerinden dolayı Jüpiter ve sistemdeki gazlar dışa (Satürn’e) doğru
savruldu. Bu savrulma sırasında toz ve kaya parçalarının büyük kısmı da içeri
doğru savruldu. Böylece kayalık gezegenlerin oluşumu da hızlandı. Tahminlere
göre Güneş, Jüpiter ve diğer dış güneş sistemi gezegenleri 10’ar milyon yıl
arayla oluştu. Jüpiter’in yörünge değiştirmesinden sonra da iç güneş sistemi
gezegenleri (kayalık gezegenler) oluştu. Yani dünyamız güneşin oluşmasından
yaklaşık 50 milyon yıl sonra oluştu. Güneşin yakınlarında oluşan Jüpiter
bugünkü yörüngesine doğru hareket ederken dünya muhtemelen ay kadar bir
gezegendi. Ama üzerine sürekli asteroitler çarpa çarpa büyüdü. Bu birleşmeler
sayesinde element bakımından da iyice zenginleşti. Ama elbette dünya çekirdeğinin
ve dış katmanlarının dönüş hızı farkından dolayı bir lav topu gibiydi. Ayrıca
dış katmanları da ağır asteroit bombardımanından dolayı eriyik halindeydi.
·
Not 1: Güneş sistemimizdeki her şey içeriği zengin bir nebuladan (gaz ve toz
kümesi) oluştu. Bu yüzden güneş sisteminin hemen hemen tüm gezegenlerinde ve
uydularında periyodik cetveldeki ilk 92 atoma farklı oranlarda rastlamak
mümkündür.
·
Not 2: Deneyler göstermiştir ki, uzay boşluğunda yükleri elverdiği ölçüde
atomlar birbirine, moleküller birbirilerine, tozlar birbirlerine, nesneler
birbirlerine yaklaşır. Bunun sebebi önce elekromanyetik kuvvet sonra da
kütleçekimi kuvvetidir. Bu yaklaşmalar önce birikintileri, sonra yavaş yavaş
kayaları, gaz toplarını ve gezegenleri oluşturur.
·
Not 3: Kayalık gezegenlerin kaynaşma süreciyle oluştuğuna inanılmaktadır.
Kaynaşma; gezegenlerin; merkezde yer alan önyıldız çevresinde dönen toz
taneleri olarak başlamaları, yavaş yavaş bir ile on metre çapında topaklar
hâline gelmeleri, daha sonra çarpışarak 5 km çapında gezegenciklere
dönüşmeleri ve sonraki birkaç milyon yıl boyunca çarpışmalara devam ederek her
yıl kabaca 15 cm kadar büyümeleri sürecidir.
·
Not 4: Güneş sistemi; merkezdeki güneşten, kayalık olan ilk 4 gezegenden,
asteroit kuşağından, gaz olan 4 gezegenden, Kuiper kuşağından, cüce
gezegenlerden ve var olduğu düşünülen Oort bulutundan oluşur. Ayrıca güneş
sisteminin içinde farklı yörüngeleri olan çeşit çeşit uzay cisimleri vardır. Gezegenlerin
doğal uyduları da (bizim ayımız gibi) haliyle güneş sistemimizin parçasıdır.
·
Not 5: Güneş'ten olan uzaklıklarına göre gezegenler sırasıyla Merkür, Venüs,
Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün'dür. İlk dördü kayalık
gezegenlerdir, son dördü de gaz gezegenleridir. İlk dördüne iç gezegenler, son
dördüne de dış gezegenler denir. Dış gezegenlerin toplamı iç gezegenlerin
toplamına göre hacim bakımından 1068 kat, kütle bakımından 225 kat daha
büyüktür. Jüpiter ve Satürn tamamen gaz gezegenlerdir ve merkezlerinde sert bir
küre yoktur ama sıvı küre olabileceği düşünülmektedir. Uranüs ve Neptün’ün
içinde ise buzlu küreler vardır. Sekiz gezegenin toplam 166 uydusu vardır.
·
Not 6: Mars ile Jüpiter arasında bulunan asteroit kuşağı iç ve dış güneş
sistemi gezegenlerinin sınırıdır. Asteroit kuşağındaki molozlar büyük bir
ihtimalle Jüpiter yüzünden parçalanmış beşinci kayalık gezegenin parçaları
olabilir.
·
Not 7: Dünya ilk oluştuğunda kendi ekseni etrafında bugünkünden daha hızlı
döndüğü için bir gün yaklaşık 3 saat sürüyordu.
·
Not 8: Dünyanın yaşı 4,6 milyar yıldır. Evrenin ki ise bunun tam 3 katı, 13,8
milyar yıldır. Bir başka deyişle dünyayı oluşturmak için evren 9,2 milyar yıl
boyunca zaman (evrim) geçirdi ve güneşimizle birlikte dünyayı doğurdu. (4,6
milyar yaşındaki dünyada insanoğlu son 200 bin yıldır var. Evrenin/Tanrının
insanı yapmak için bir dünya yaşına, dünyayı yapmak için iki dünya yaşına
ihtiyaç duyduğu söylenebilir😊)
·
Not 9: Güneş ile Dünya arasındaki mesafe yaklaşık 150 milyon km’dir. Bu
mesafeye Astronomik Birim (AB veya AU) denir. En son gezegen olan Neptün güneşe
30 AB uzaklıktadır ve güneş etrafındaki turunu (bir yılını) bize göre 164 yılda
tamamlar. Güneşe 19 AB uzaklıkta olan Uranüs ise turunu 84 yılda tamamlar.
·
Not 10: Dünyanın yörünge uzunluğu 946 milyon kilometredir. Dünya bir günde
yörüngesi üzerinden 2,6 milyon km yol kat eder. Yani güneş etrafında dönme hızı
saatte 108 bin km’dir. Dünyanın kendi
ekseni etrafında dönme hızı saatte 1670 km’dir. Dünyanın çevresi (ekvator
çizgisi) 40 bin km’dir. Dünyanın yarıçapı 6.370 km, çapı 12.740 km’dir.
·
Not 11: Koltuğunuzda 1 saat hareketsiz oturduğunuzda bile aslında evrende
müthiş hızla hareket ediyorsunuz. Çünkü dünya kendi ekseni etrafında saatte
1670 km hızla, güneş çevresinde de saatte 108 bin km hızla dönmektedir. Güneş
sistemi de Samanyolu galaksisindeki yörüngesinde saatte 830 bin km hızla
ilerlemektedir. Samanyolu galaksisi de evrenin içinde saatte 2,2 milyon km
hızla ilerlemektedir. Tüm bu hızları toplayarak oturduğunuz yerde bile evrendeki
konumunuzun saatte 3 milyon km yer değiştiğini söylemek mümkündür.
·
Not 12: Dünyamıza her yıl yaklaşık 90 bin ton ağırlığında uzaydan nesne
(asteroit ve uzay tozu) gelmektedir. Buna mukabil yaklaşık 130 bin ton
ağırlığında gaz (çoğu hidrojen, kalanı helyum ve diğer gazlar) uzaya
kaçmaktadır. Yani dünyamız her yıl yaklaşık 40 bin ton zayıflamaktadır. Yaklaşık
6 sekstilyon ton ağırlığındaki dünya için yılda 40 bin ton kayıp devede pire
bile değildir.
4,5 milyar yıl
önce ay doğdu. Dünyanın oluşmasından yaklaşık 100 milyon yıl sonra yaklaşık
Mars büyüklüğünde başıboş bir gezegen (bilim adamları bu gezegene Theia adını
vermiş) eriyik haldeki dünyaya çarptı ve içine girdi. Bu çarpışma sonucunda dünya
kabuğundan çok büyük kütle uzaya savruldu ve dünyanın etrafında bir disk
oluşturdu. 20 milyon yıl sonra bu diskteki materyaller bir araya gelerek ayı
meydana getirdi.
·
Not 1: Ay ilk oluştuğunda
dünyadan yaklaşık 210 bin km uzaklıktaydı, bugünse 385 bin km uzaklıktadır. Ay
her yıl dünyadan yaklaşık 3,8 cm uzaklaşmaktadır. Oluşumundan sonraki 1,5
milyar yıl içinde ayın demir çekirdeği epey soğumuştur ve kor kısmı küçülmüştür.
Bunun sonucu olarak kendi ekseni etrafında dönmeyi durdurmuştur. Dolayısıyla
son 3 milyar yıldır hiç jeolojik faaliyet olmadığı gibi, çekirdek ve üst
katmanları arasında sürtünme olmadığı için manyetik alanı da yoktur. Bu etkisiz
çekirdek yüzünden ay kendi etrafında dönememektedir. Bu sebeple biz yeryüzünden
sadece ayın bir yüzünü görürüz. Elbette ayın yüzeyinde gece ve gündüz
dönüşümleri olmaktadır ama bu bizim etrafımızda döndüğü içindir. Dünyaya göre
ayın hacmi 49 kat, kütlesi 81 kat, çapı 20 kat, yerçekimi 6 kat küçüktür.
·
Not 2: Ay oluşmadan önce dünyanın yüzeyi eriyik maddeler ile doluydu. Eriyik
maddelerden çıkan zehirli gazlar kara bulutlu bir atmosfer oluşturdu. Atmosfer kül doluydu. Ortalama hava
sıcaklığı 4000 derece idi. Ay oluştuktan sonra dünyanın kendi ekseni
etrafındaki dönüşü yavaşladı, bir gün artık 4 saat idi.
·
Not 3: Dünyaya su (H2O) göktaşları (asteroitler, kuyruklu
yıldızlar) aracılığıyla geldi. Dünyadaki suyun büyük kısmının ay oluşmadan
önceki asteroit bombardımanı ile geldiği tahmin edilmektedir. Genç dünyaya
çarparak ayın oluşmasına sebep olan Theia gezegeninin dünyaya ne kadar su
getirdiği bilinmemektedir. Ayın oluşumundan sonraki asteroit ve kuyruklu yıldız
bombardımanı ile de uzaydan dünyaya su taşınmaya devam etmiştir. Hala daha bu
tür göktaşları dünyamıza uzaydan su taşımaktadır.
·
Not 4: Ay oluştuktan sonra ve dünyaya uzaydan
göktaşları ile su gelmeye başladıktan sonra dünyanın ortalama hava sıcaklığı
1000 dereceye kadar düştü.
4,4 milyar yıl
önce dünyanın atmosferindeki külün miktarı azalırken karbondioksit,
hidrojen, nitrojen, amonyak ve su buharının miktarı artmaya başladı. Ortalama
hava sıcaklığı 350 dereceye indi.
4,3 milyar yıl
önce dünya üzerinde su birikintileri ve karalar (kayalar demek daha doğru
olur) oluştu. Öncesinde dünya yüzeyi eriyik maddeler ile kaplıydı ve dünyaya
sürekli buzlu göktaşları düşüyordu. Atmosferdeki ve yüzeydeki nem sürekli
artıyordu. Sonrasında asitli/sulu/çamurlu yağmurlar yağdı. Yağmur döngüsü sayesinde
dünyanın eriyik yüzeyi soğudu. Uzaydan taşınan su sayesinde su birikintileri,
göl, deniz ve nihayetinde okyanus büyüklüğüne ulaştı. Deniz seviyesinin
üzerinde kalan yerler karaları oluşturdu. Bu dev kara parçaları adeta yüzer
gezerdi. Dünyanın atmosferinde karbon dioksit, nitrojen (azot), hidrojen
sülfit, kükürt dioksit, metan ve amonyak benzeri atomlar ve kimyasal moleküller
bulunuyordu. Ortalama hava sıcaklığı 230 dereceye düştü. Bir gün yaklaşık 5
saat idi.
·
Not 1: Dünyada okyanusların oluşması ayın dünya üzerindeki etkisini artırdı.
Ay yüzünden oluşan gelgit dalgaları dünyaya yaşamı hediye etmiş olabilir.
·
Not 2: Dünyadaki kara, hava ve su (okyanus) hareketliliği, ısı değişimleri,
uzaydan gelen kozmik ışınlar ve radyasyon dünyada sürekli yeni kimyasal
tepkimelerin ve moleküllerin oluşmasına neden oluyordu. Ayrıca uzaydan gelen
moleküller de bu molekül çorbasını zenginleştiriyordu. Çoğunlukla atmosferde,
azınlıkla su içinde, nadiren kayaların üzerinde yeni yeni monomerler ve
polimerler oluşuyor, bunlar minerallere veya organik oluşumlara dönüşüyordu.
·
Not 3: Toprak oluşumu çok sonradır. Dünyanın yüzeyi ilk oluştuğunda eriyik
kaya (lav) ile kaplıydı. Daha sonra üst katmanlardaki lavlar soğudu. Dünya
kayalık mantosunu oluşturmaya başladı. Tektonik hareketlerden dolayı yüzeyi
girintili çıkıntılı hal aldı. Derin yerlere sular doldu, yüksek yerler kayalık
kara oldu. Kayaların yüzeyleri doğal nedenlerle parçalandı ve ufalandı. Ama
kayaların fiziksel ve kimyasal çözülmesi sonucu oluşan parçalar hala toprak
değildi, kumdu. Volkanik aktiviteler de okyanus ve karalara sürekli kül serpti.
Kül ve kumun topraklaşabilmesi için daha fazla mineralin kuma karışması ve
canlıların ortaya çıkması gerekiyordu. Yani dünya bereketli topraklara sahip
olmak için yaklaşık 4 milyar yıl bekledi. Mineralli kumların ve küllerin arasına
bitki ve hayvan kalıntılarının karışmasıyla toprak oluştu ve halen daha toprak
oluşmaya devam ediyor. Toprak; içerisinde çeşitli mineraller, canlı
organizmalar, organik maddeler, hava ve su bulunduran bir örtüdür. Dünya
üzerinde ortalama 125 metre yüksekliğinde toprak örtüsü vardır. Toprak
tabakasının altı kayalıktır.
4,2 milyar yıl
önce havadaki kimyasal moleküllerin konsantrasyonu yıldırımların ve
radyasyonun da etkisiyle organik bir sis tabakası oluşturdu. Yani yaşamın temel
yapı taşlarından olan amino asitler ilk atmosferde oluşmuştu. (Ortalama hava
sıcaklığı 160 derece idi) Yağmurların etkisiyle yeryüzüne amino asitler
iniyordu.
·
Not 1: Amino asitler organik bileşiklerdir. Organik bileşikler karbon
elementi içerir. Karbon elementi içermeyen kimyasal bileşiklere inorganik
bileşikler deriz. Yeryüzündeki tüm canlılar karbon elementi içerir. Karbon
atomu olmasaydı yeryüzünde canlılık olmazdı. Karbon canlılığın çöpçatanıdır.
·
Not 2: En temel organik bileşiklerden olan amino asitler uzayda da
oluşabilmektedir. Dünyamıza düşen asteroitlerde 50’den fazla amino asit türü
bulunmuştur. Bunların 19 tanesi dünyamızda da mevcuttur.
·
Not 3: Günümüzde laboratuvarlarda amino asit tipi organik bileşikler
(özellikle de yaşam için gereken 22 temel aminoasidin tamamı) kolayca
üretilebilmektedir. (Bkz: Miller-Urey Deneyi)
·
Not 4: Amino asitler RNA ve DNA’nın yapı taşlarındandır.
·
Not 5: Dünyadaki canlıların metabolizmasını 4 tip polimer meydana getirir:
Lipit membranları (yağ zarları), polisakkaritler (şekerler), proteinler ve
nükleik asitler. Amino asitler, proteinler, RNA ve DNA aslında polimer tipi
moleküllerdir.
4,1 milyar yıl
önce ortalama hava sıcaklığı 100 derece idi ve bir gün 5,5 saat sürüyordu.
Atmosferde %64 nitrojen, %33 karbon dioksit vardı.
4 milyar yıl önce sığ sularda biriken
amino asitler ve diğer moleküllerden bazıları organik oluşuma dönüştü. Bu
organik oluşum, çevresinde bulunan ortamla olan yoğunluk farklılığının yüzey
gerilimi sayesinde bir arada duruyordu ve dağılmıyordu. Kimyasal moleküllerin
kendi kendilerine yapısallaşma özeliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu organik
oluşumun metabolik faaliyeti yoktu. Yani enerjiyi ne üretebilir ne de
kullanabilirlerdi, ne büyür ne de çoğalabilirlerdi, günümüzdeki tek hücreli canlıların
özelliklerinden hiçbiri yoktu onlarda. Ama bir arada olma özelliği
gösteriyorlardı. Etrafındaki diğer sıvılara karışmıyorlardı. (Hidrofobik
özellikler gösteriyorlardı) Bu mikroskobik oluşumlar (koaservatlar) ileride ilkel
tek hücrelilerin evleri olacaklardı.
·
Not 1: Atmosfer %93 oranında
nitrojen doluydu. Ortalama hava sıcaklığı 70 derece idi. Bir gün de 6 saat
sürüyordu.
3,9 milyar yıl
önce sığ sularda (çamurlu, balçıklı ortamlarda) bolca bulunan organik
oluşumlardan (koaservatlardan) bazıları döngüsel kimyasal tepkimeler vermeye
başladı. İçinde bulundukları zengin ortamdan içlerine molekül çekiyor,
sentezliyor ve enerji açığa çıkarıyorlardı. (Kimyadan biyolojiye ilk geçiş) Organik
oluşum artık protoplazmaya dönüşmüştü. Koyu kıvamlı bu metabolik organizma bir
canlıdan çok motora benziyordu. Enerji tüketiyor ve üretiyordu. Enerji
alışverişi olmasına rağmen bu mikroskobik protoplazmaya henüz tek hücreli bir
canlı denemezdi. Çünkü ne zarı ne organcıkları (organelleri) ne de DNA’sı
vardı. Üstelik ne üreyebiliyor ne de çoğalabiliyordu. İçinde bulundukları ortam
bozulasıya kadar yaşıyorlardı. Bazılarının ömrü saniyelerce, bazılarının ise
yıllarca sürüyordu. (Ortalama hava sıcaklığı 50 derece idi)
·
Not 1: Bir başka kurama göre de canlılık deniz dibindeki termal bacalarda
başlamıştır. Alkali minerallerin asidik deniz suyuyla etkileşime girdiği bu
bacalarda oluşan küçük gözeneklerin içiyle dışı arasındaki gerçekleşen karmaşık
kimyasal işlemler biyolojik bir hal almış olabilir.
·
Not 2: Kimyasal elementlerin ve moleküllerin biyolojik canlıya dönüşmesine Abiyogenez denir. Biyogenez canlıdan
canlının doğmasıdır.
·
Not 3: Bazı bilim adamları dünyaya yaşamın ilk formunun (organik maddelerin,
DNA ve RNA’nın, ilk ilkel hücrenin) uzaydan geldiğini ve sonrasında
evrimleştiğini söyler. Bu teoriye Panspermi
denir.
3,8 milyar yıl
önce protoplazmadan ibaret metabolik organizmalardan bazılarının içinde karbon,
fosfor ve azottan oluşan bir molekül zinciri oluştu. Bu uzun amino asit
zincirine sahip molekül protoplazmayı düzenlemeye ve kontrol etmeye başladı.
Kendini korumaya eğilimli olan bu molekül protoplazma damlasının etrafının bir
zarla örülmesini sağladı. Protoplazmanın kimyasal sentezleme için seçici ve
verimli olmasını sağladı. Protoplazmayı yöneten ve hücreye dönüştüren bu
molekül zinciri tahmin edeceğiniz gibi DNA idi. Hücre içinde elverişli ortam bulan
DNA uzamaya başladı ve sonra büzüşerek kromozoma dönüştü. Ardından kendini
kopyalayarak hücrenin içinde iki ayrı uca yerleşti. DNA hücre içinde sıkışmamak
için hücreyi bölünmeye zorladı (Mitoz bölünme). Böylece çoğalmaya/üremeye
başlamış oldu. (Ortalama hava sıcaklığı 40 derece idi)
·
Not 1: Bir zara sahip olan, içindeki koyu kıvamlı sıvıda (protoplazmada) DNA,
RNA ve az sayıda/türde organcık barındıran, bölünerek çoğalan bu çekirdeksiz
tek hücrelilere Prokaryot denir. Günümüzde de Prokaryotlar vardır ve
doğada genelde tek hücreli canlı olarak yaşarlar. Prokaryotların çok hücreli yaşam
formu oluşturmasına doğada nadiren rastlanır. Tek hücreli prokaryotların
günümüz temsilcileri bakteriler ve arkelerdir. (Bu iki ilkel canlıya biz
insanlar genelde mikrop deriz.) Canlılık iki kol vermiştir; bakteriler ve
arkeler. Arkeler fazla çeşitlenememiş ve evrimleşememiştir. Bakteriler
(prokaryotlar) evrimleşerek çeşitlenmiş ve 1,5-2 milyar yıl sonra içlerinden
bir çeşidi Ökaryot hücreye dönüşmüştür.
·
Not 2: Prokaryotlar basit yapılı ilkel hücrelerdir, buna karşılık olarak
Ökaryotlar karmaşık hücrelerdir. İnsan, hayvan ve bitki hücreleri Ökaryot
hücrelerdir. Ökaryot hücreler, prokaryot hücrelerden çok sonra (yaklaşık 1,5-2
milyar yıl sonra) oluşacaktır. Ökaryot hücrelere ileride değineceğiz.
·
Not 3: Vücudumuz 100 trilyon çekirdekli hücreden (ökaryot) oluşmuştur ama 1
katrilyon çekirdeksiz hücreye (prokaryot/bakteri) ev sahipliği yapmaktadır.
(Mikrop doluyuz. 😊
Telaşlanmayın, bunlar iyiliğimiz için çalışan mikroplar)
·
Not 4: Bazı bilim adamları yaptıkları deneyler ışığında dünyadaki atmosferin
oluşmasından sonra havadaki organik sisin içinde DNA ve RNA zincirlerinin oluştuğunu,
sığ sularda da kimyasal çorbadan protoplazma taneciklerinin oluştuğunu düşünüyor.
Onlara göre; havadan suya düşen DNA ve RNA’lar, sudaki protoplazmaların içine
sızarak Prokaryot hücreleri meydana getirmiş olabilirler. Bu hipotezin en büyük
kanıtı olarak Virüsler gösterilmektedir.
·
Not 5: Virüsler biyolojik varlık olmalarına rağmen canlı kategorisinde
değildirler. Yaşamın kıyısında olan organizmalar olarak adlandırılan virüslerin
herhangi bir organalleri ve metabolik aktiveteleri yoktur. Ne prokaryot, ne de
ökaryot sınıfındadırlar. Ama içlerinde DNA veya RNA bulundururlar. Virüsler bir
hücreye tutunduklarında harekete geçerler (canlanırlar). Virüsler sahip
oldukları DNA veya RNA’larını tutundukları hücreye transfer edip simbiyotik
olarak yaşamaya başlarlar. Bir virüsün kendini kopyalayabilmesi (çoğalabilmesi)
için bir hücreye tutunması şarttır. Bir hücreye tutunamayan virüs zamanla
çürür/ölür. Virüsler prokaryotlara da, arkelere de, ökaryotlara da (bitkilere,
mantarlara ve hayvanlara da) musallat olurlar. Virüslerin kökeni canlılıktır.
Yani bakteri ve arkeler hayata geldikten sonra, bunların evrimi sırasında bozuk
olduğu için hücreden dışlanmış bir DNA (belki de RNA) bakteri veya arke’ye
dıştan tutunarak varlığını devam ettirmesiyle ilk virüsün meydana geldiği
düşünülmektedir. Yani ilk virüs 3,8 milyardan daha fazla yaşlı olamaz. Virüslerin
gen analizlerine göre birden fazla ilk atası olduğu tespit edilmiştir. Virüsler
de evrim geçirir ve çeşitlenir. En son yapılan araştırmalardan birinde bir tür
prokaryot hücrenin bir virüs türünden evrimleştiği saptanmıştır. Bakteriler bir
pirinç tanesinden 5500 kat küçüktür ve ancak mikroskopla görülebilirler.
Virüsler ise bakterilerden 1000 kat küçüktür ve ancak elektron mikroskobuyla
görülebilirler.
·
Not 6: Hayatın devamlılığı için kendini ve içinde bulunduğu hücreyi
kopyalayarak çoğalan/üreyen DNA’da yaşanan gelişmeler, hasarlar, kombinasyonlar
ve mutasyonlar sonraki kuşaklara geçerek evrimin oluşmasına sebep olur.
·
Not 7: Günümüzde laboratuvarlarda yapay DNA üretilebilmekte ve doğal hücrenin
içindeki DNA ile değiştirilebilmektedir. Yapay DNA hücreyi kontrolü altına alıp
mitoz bölünme ile çoğalabilmektedir. Bilim adamları kendini çoğaltabilen RNA
yapmayı da başarmışlardır.
3,7 milyar yıl
önce ortalama hava sıcaklığı 35 derece idi ve atmosferin %98’i nitrojen ile
doluydu. Bir gün yaklaşık 7 saat idi.
3,6 milyar yıl
önce ilk süper kıta ortaya çıktı. (Bildiğiniz gibi dünyanın dış tabakası
levhalardan oluşur ve bu levhalar sürekli hareket halindedir.) Okyanuslar
oluştuktan sonra levha hareketliliği sayesinde karalar batıyor, çıkıyor,
hareket ediyor, bir araya geliyor, süper kıtayı oluşturuyor ve sonra yeniden
dağılıyordu. Bu döngü sayesinde günümüze kadar yüz milyonlarca yıl aralıklarla
7 süper kıta meydana gelmiş ve sonra dağılmıştır. (Son süper kıta günümüzden
300 milyon yıl önce oluşmuş ve bugünkü kıtalarımızı oluşturmak üzere 175 milyon
yıl önce dağılmaya başlamıştır.)
3,5 milyar yıl
önce bir tür siyanobakteri birikimi olan stromatolitler sığ suların olduğu
her yeri kapladı. Yunanca taş örtüsü anlamına gelen stromatolitler, mikro
organizmaların koloni halinde ve katmanlı olarak yaşama eğiliminden doğmuştu.
(Stramolitler prokaryot, yani bakteridir)
·
Not 1: ortalama hava sıcaklığı
30 derece idi ve bir gün yaklaşık 8 saat idi.
3 milyar yıl önce
fotosentez yapabilen (yani oksijen salan) prokaryotlar ortaya çıktı. Bu basit
tek hücreli (ama çekirdeksiz) canlılar atmosferdeki zehirli gazları, nitrojeni
ve karbondioksiti emip, oksijen salıyorlardı. (Bazı kaynaklarda 2,5 milyar yıl
önce olarak belirtilir)
·
Not 1: ortalama hava sıcaklığı 20
derece idi ve bir gün yaklaşık 10 saat idi.
2,9 milyar yıl önce ortalama hava sıcaklığı 10
dereceye kadar düştü.
2,5 milyar yıl
önce büyük oksidasyon olayı gerçekleşti. Fotosentez yapabilen bakterilerin
çoğalmasıyla atmosferdeki karbondioksit müthiş azaldı ve atmosfer oksijence çok
zenginleşti. Anaerobik bakterilerin sayısı düşerken oksijen soluyan
bakterilerin sayısı arttı. Oksijenin artmasıyla birlikte atmosferin üst
tabakasında ozon katmanı oluştu. Ozon katmanı uzaydan gelen ultraviyole
ışınları ve diğer radyasyonları engelledi. Böylece dünya daha yaşanabilir hale
geldi. Bu gelişmeler sera etkisini azalttığı için dünya soğumaya başladı.
2,4 milyar yıl
önce dünya çok soğudu, her yeri kar ve buz kapladı. Ortalama hava sıcaklığı
-35 derece idi. (Yaklaşık 300 milyon yıl boyunca dünya kar topu halindeydi.) Bir
gün yaklaşık 13 saat idi. Her yerin buzla kaplanması fotosentez yapan
bakterilerin sayısını azalttığı gibi, atmosferdeki oksijen seviyesinin de
düşmesine neden oldu. Atmosferin %96’sı nitrojen, %2’si oksijenle dolu idi.
2,1 milyar yıl önce dünya yüzeyini kaplayan kar ve
buzların büyük bölümü eridi. Ortalama hava sıcaklığı 10 dereceye yükseldi. Sıcaklığın
artmasına sebep yanardağ patlamaları ve karbondioksit artışı idi.
(Karbondioksit seviyesi %1’e yaklaşmıştı) Bir gün 14 saat idi.
1,8 milyar yıl
önce uzaydan bakılınca sularla kaplı mavi bir gezegendik. Ama henüz yeşil
alanlarımız yoktu. Su içinde bakteriyel hayat vardı ama su dışında bir canlılık
yoktu. Bir gün 15,5 saat idi. Ortalama hava sıcaklığı 13 derece idi. Atmosferin
%97’si nitrojen, geri kalanı oksijen, argon ve karbondioksit idi.
1,5 milyar yıl
önce sığ sularda ilk modern tek hücreli canlı ortaya çıktı. (Bazı
kaynaklara göre 2 milyar yıl önce) Bu tek hücrelinin dış zarının içinde
protoplazma yerine sitoplazma vardı. Sitoplazmanın içinde birçok organcık ve
ortasında hücre çekirdeği vardı. DNA sarmalı bu çekirdeğin içindeydi. Yani DNA
kendini daha da koruma altına almıştı. Çekirdeğinden dolayı Ökaryot denen bu
tek hücrelilerden bazıları kendibeslek (cansız maddelerle beslenen), bazıları
da karşıbeslek (canlılarla beslenen) idi. Bazıları oksijen tüketiyordu, bazıları da
oksijen üretiyordu. Ökaryot hücreler mitoz bölünmeyle çoğalıyordu. (Bir gün 17
saat idi ve ortalama hava sıcaklığı 12 derece idi)
·
Not 1: Ökaryot hücre; birbirini yutan ve simbiyotik (birbirinden faydalanan)
bir yaşam formuna dönüşen prokaryot hücrelerin marifeti olabilir. Çünkü ökaryot
hücrenin içinde bulunan çekirdek, mitokondri, ribozom, kloraplast gibi
organcıkları prokaryot hücrelere benzemektedir. (Bkz: Endosimbiyotik Teori)
·
Not 2: Ökaryot hücreler prokaryot hücrelere göre daha gelişmiş canlılardır.
Bu gelişmişlikleri ileride dünyanın çehresini değiştirecektir.
·
Not 3: Ökaryot hücreli canlıdan 4 alem doğmuştur: Protistalar, Mantarlar,
Bitkiler, Hayvanlar. (Terliksi hayvan ve deniz yosunları Protistalara örnektir.
Protistalar tek hücreli de olabilirler, çok hücreli de) Günümüze kadar Protistalar
ve Mantarlar çok fazla türleşmemişken, bitkiler ve hayvanlar çok fazla
türleşmiştir.
·
Not 4: İlk bitki hücresi muhtemelen siyonabakteri (fotosentez yapabilen
prokaryot hücre) yutan bir ökaryot hücrenin yuttuğu siyona bakteriyi
hazmedemeyip bir organel olarak kabul etmesiyle hayat bulmuştur. Bir ökaryot
içerisinde organel görevi gören siyanobakteriler zamanla kloraplasta evrilmiş
ve içinde bulundukları hücreyi bitki hücresine dönüştürmüşlerdir. İlk bitkiler
de ilk hayvanlar gibi su içinde ortaya çıkmıştır.
1,3 milyar yıl
önce ilk su yosunları (algler) ortaya çıktı. Ne hayvan, ne bitki sınıfından
olan su yosunlarının bazıları tek hücreliydi, bazıları çok hücreli. Su
yosunları kendibeslekti. Yani etrafındaki cansız maddelerden, ısıdan ve ışıktan
beslenerek enerji elde ediyordu. Çoğu fotosentez yapıyordu.
·
Not 1: Tek hücreli olan su yosunlarından bazıları zamanla planktonlara
evrildi. Bu planktonlardan bazıları hayvanımsı, bazıları da bitkimsi olacaktı. Bugün
atmosferimizdeki oksijenin % 80 inden fazlasını okyanuslardaki tek
hücreli ökaryot canlılar olan fitoplanktonlar (bitkimsi planktonlar) yapmaktadırlar.
·
Not 2: Algler protista aleminin bitki benzeri canlılarındandır.
1,1 milyar yıl
önce ilk çok-hücreli canlılar oluştu. Bazı ökaryot canlılar koloniler
oluşturarak beraber yaşamaya, sıkı işbirliği yapmaya ve tek bir canlı gibi davranmaya
başladı (Kolonileşme). Artık dip dibe kenetlenerek yaşıyor ve işbölümü
yapıyorlardı. Birbirlerini her anlamda destekliyorlardı. Koloni halinde yaşayan
hücreler birbirlerini kolluyordu. Böylece av olmak yerine avcı da
olabiliyorlardı. Bazıları görevi/konumu gereği fiziksel özelliklerinden vaz
geçerken bazıları da görevi/konumu gereği yeni fiziksel özellikler kazanıyordu.
Yani çok hücreli bir organizmanın dışındaki ve içindeki hücreler birbirinden
farklılaşmıştı. İş bölümü enerji tasarrufunu da beraberinde getiriyordu.
Birbirine kenetlenen hücreler doğa güçlerine karşı da daha dayanıklıydı. Belli
bir süre sonra topyekûn davranan çok-hücreli organizmaya dönüştüler. Bu
organizmalardaki hücreler DNA’larında bulunan genlerde şifrelenen görev ve
konumlarına uygun olarak bölünerek büyüyor ve yenileniyordu.
·
Not 1: Sadece ökaryotlar değil, bazı prokaryotlar da çok-hücreli yaşama
geçebilmiştir.
·
Not 2: Ökaryot canlılar henüz mitoz bölünme ile çoğalıyorlar ve/veya
ürüyorlardı. Mitoz bölünmede; bir hücrenin kendi içindeki materyalleri
kopyalamasıyla başlıyor ve her bir kopya hücre içinde farklı kutuplara doğru
ilerliyor, ardından hücre ikiye bölünüyordu.
·
Not 3: Günümüzde de bazı tek hücreliler koloni halinde yaşar ve adeta
çok-hücreli bir organizma gibi davranır. (Bkz: Volvox kolonisi)
1 milyar yıl önce
ökaryot canlılar mayoz bölünme yapmaya başladılar. Bir bölgede mitoz bölünmeyle
(eşeysiz üremeyle) var olagelmiş bir ökaryot canlı topluluğunun genlerindeki
bozukluk sebebiyle ikiye bölünme değil, dörde bölünme gerçekleşti. 46
kromozomlu ökaryöt hücreler bölünerek iki tane 46 kromozomlu gençleşmiş hücre
meydana getirirken, bir anomali/mutasyon sonucunda bölünmeye devam etti ve 23
kromozomlu 4 tane genç hücre meydana getirdi. Bu hücreler yarım yamalaktı ve
kendi kendine bölünüp çoğalamıyordu. Aynı kendileri gibi bölünmüş hücrelerle
birleşerek yeni nesil çok-hücreli canlı olabiliyorlardı. Bu çok-hücreli
canlıların hücrelerinden bazıları mitoz bölünme bazıları da mayoz bölünme gerçekleştiriyordu.
Mitoz bölünenler çok-hücreli organizmanın büyümesine, mayoz bölünenler de çok-hücreli
organizmanın çoğalmasına neden oluyordu. Yalnız bu üreme için mayoz bölünme
yapan başka bir çok-hücreli canlıya daha ihtiyaç vardı. Mayoz bölünme sayesinde
eşeyli üreme de ortaya çıktı. Çok-hücreli
bu ökaryot canlı artık mayoz bölünme yaparak çoğalmaya başlamıştı. Bu eşeyli üreme
biçimi eş seçmeyi ve seçiciliği beraberinde getirdi. Bu da zamanla cinsiyeti
doğurdu. Artık mayoz bölünmeyle ortaya dişi veya erkek çok-hücreli organizma
meydana gelmeye başladı. Her çok-hücreli organizma karşı cinsini arıyor ve
onunla eşleşiyordu.
·
Not 1: Mayoz bölünme üreme ana hücrelerinde görülür. Vücut hücrelerinde mitoz
bölünme olur. Mitoz bölünme büyümeye ve yaraları onarmaya yarar. Mayoz bölünme
sonucunda 4, mitoz bölünme sonucunda 2 hücre oluşur. Mitoz bölünmede kromozom
sayısı (46) değişmezken, mayoz bölünmede kromozom sayısı yarıya (23) iner.
Mitoz bölünmede kromozomlar arasında parça değişimi olmaz ama mayoz bölünmede
kromozomlar arasında parça değişimi olur. Mitoz bölünme neredeyse birebir
kopyalama, mayoz bölünme ise biraz farklılaşmış kopyalama yapar. Mayoz bölünme
sayesinde genetik çeşitlilik ortaya çıkar.
·
Not 2: Mayoz bölünme sadece Ökaryot hücreli canlılara ait bir özelliktir. Prokaryot
canlılar mayoz bölünme yapamazlar, sadece mitoz bölünme ile çoğalırlar.
·
Not 3: Hem mayoz, hem de mitoz bölünme ile üreme becerisine sahip canlılar da
vardır.
·
Not 4: Mitoz bölünme ile eşeysiz üreyenlerde cinsiyet söz konusu değildir.
·
Not 5: Çok-hücreli organizmaların (canlıların) mayoz bölünme sonucunda ortaya
çıktığını iddia eden bilim adamları da vardır. Yani mayoz bölünme olmasaydı çok
hücreli canlılar olmayabilirdi.
·
Not 6: Mayoz bölünmeden sonra bitkiler ve hayvanların ataları ortaya
çıkmıştır.
·
Not 7: Hayvanların ilk atası 1 milyar yıl önce su içinde yaşayan ve hareket
eden Opistokont grubunun Koanoflagella sınıfından olan tek hücreli bir
ökaryotun bugünkü havanların ilk atasının ilkel versiyonu olması kuvvetle
muhtemeldir. Daha sonra kolonileşen bu tek hücreliler zamanla çok-hücreliye
evrimleşmiştir.
900 milyon yıl
önce çok-hücreli hayvanımsı canlılar ortaya çıktı: Parazoalar. Onlar ilk
gözle görülebilir büyüklüğe erişmiş hayvanımsılardı. Suda yaşarlardı. (O
dönemde tüm canlı hayat hala sudaydı) Deniz dibine veya dipteki kayaya tutunup
yaşarlardı. Bu yüzden bitkilere benzerlerdi. Bu hayvanlara çok-hücreli hayvan
da denebilirdi, kolonileşmiş tek hücreli hayvan sürüsü de. (Bu hayvanımsı
canlılar yumuşak dokulu, peltemsi yapılı ve omurgasız idiler. Bu yapılarından
dolayı öldükten hemen sonra çürürler veya diğer canlıların yemi olurlar ve
dolayısıyla fosillerine yeryüzü katmanlarında çok ender rastlanır. Ama
günümüzde hala 5 bin farklı tür Parazoa vardır.) Parazoaların vücutları asimetriktir. Ön ve
arka diye bir ayrımları yoktur. Tüm hayvanlar gibi parazoalar da heterotroftur.
Yani dışarıdan beslenirler. Ototrof olan bitkiler ve algler gibi kendi besinlerini
üretemezler. Parazoalardan süngerler ve düz hayvanlar türemiştir. (Bir gün
yaklaşık 20 saat idi ve ortalama hava sıcaklığı 12 derece idi)
·
Not 1: Parazoalardan sonra bugünkü hayvanlar aleminin ilk gerçek atası kabul
edilen Eumetazoalar ortaya çıkmıştır. Taraklılar ve Sölenterler bunların ilk
örnekleridir. Bu canlılar dairesel simetriye sahiptirler. Bunlar da yumuşak
dokuludurlar. (Sölenterler: Deniz anaları, mercanlar, deniz anemonları).
·
Not 2: Eumetazoalardan sonra çift taraflı simetrik hayvanlar olan
Bilaterialar sahneye çıkmıştır (850 milyon yıl önce). Bu hayvanların
atalarından farklı olarak önü arkası, altı üstü vardır. Kambrien dönemine kadar
(yaklaşık 300 milyon yıl boyunca) bu hayvanlar evrimleşecek ve bünyelerinde
farklılaşmış/uzmanlaşmış hücreleri artıracaklardı. Bu hücreler ileride kas,
deri, pul, kemik, iç organlar, sinir sistemi, göz, beyin gibi organlara
dönüşeceklerdi.
720 milyon yıl
önce dünya soğudu, her yer kar ve buzla kaplandı. Uzaydan bakınca dünya
adeta kartopuna benziyordu. Ortalama hava sıcaklığı -48 dereceye düştü. Ama bu
durum denizdeki yaşamı çok olumsuz etkilemedi. Kartopu hali 60 milyon yıl
sürdü.
650 milyon yıl önce atmosferin yeryüzüne yakın
olan troposfer tabakasında (ilk 15 km) bolca bulunan ve canlılar için zehirli
olan (toksik) Ozon (O3) gazının önemli bir kısmı 15 ila 50 km arasındaki stratosfer
tabakasının üst bölgesine yerleşerek ince (3 mm) bir tabaka oluşturdu. Bu ozon tabakası
sayesinde uzayın ve güneşin zararlı ışınları (radyasyonu) yer yüzüne daha az
ulaşabilir oldu. Ayrıca yeryüzündeki (denizlerdeki) canlılık için toksik
(zehirli) olan Ozon gazı troposferde azalmış da oldu. Bu gelişme su içinde
yaşayan ve ilkel durumdaki canlılığa müthiş fırsatlar sunacaktı. Yalnız dünya
yeniden soğudu, ortalama hava sıcaklığı -27’dereceye düştü. Dünya 20 milyon
yıllığına yeniden kar topuna döndü.
600 milyon yıl
önce ortalama hava sıcaklığı 16 dereceye ulaştı. Bir gün 21 saat idi.
Atmosferin %89’u nitrojen, %10’u oksijen ile doluydu.
550 milyon yıl
önce karalar kayalardan, çakıllardan, kumlardan ve lav küllerinden
ibaretti. Henüz toprak yoktu. Denizde yaşam (ilkel tek hücreliler ve çok
hücreliler) vardı ama karada yaşam yoktu. Bitkiler ve hayvanlar için daha
milyonlarca yıl evrimleşme gerekiyordu.
·
Not 1: Bir gün yaklaşık 21,5 saatti ve bir yıl yaklaşık 420 gün idi.
Atmosferdeki oksijen oranı %18’e çıkmıştı. Ortalama hava sıcaklığı 16 derece
idi.
·
Not 2: Dünya günümüzdeki yaşının %88’ini yaşamıştı. Geriye kalan hayatının
%12’sinde müthiş bir canlı çeşitliliği başlayacaktı.
540 milyon yıl
önce sudaki hayvanımsı canlı çeşitliliği daha da artmıştı ve bazıları
yüzmeye başlamıştı. Bazıları kendibeslekken, bazıları da karşıbeslek idi.
Hayatta kalma mücadelesi yüzünden bazlılarının deri hücrelerinin belli
kısımlarında ışığa duyarlı hücreler belirdi. Bu hücreler 20 milyon yıl boyunca
gelişerek göze dönüştü. Gözün oluşumundan sonraki 10 milyon yıl içerisinde göze
bağlı sinir hücrelerinden kafaya yakın olanları ilkel beyne dönüştü. Hayvanımsılardaki
evrim ve çeşitlilik arttıkça ortaya kabuklu ve iskeletli canlılar da çıktı. İlkel
balık da bu dönemde ortaya çıkmıştı.
·
Not 1: Salınımlı canlıların ortaya çıktığı, göze, beyne ve iskelete sahip çok
farklı türlerin oluştuğu 550 ile 500 milyon yıl öncesindeki 50 milyon yıllık bu
döneme Kambriyen dönemi denir.
Çeşitliliğin bu kadar artması da Kambriyen Patlaması olarak
adlandırılır. Kambriyen döneminden birçok fosil günümüze gelebilmiştir.
·
Not 2: Kambriyen döneminin ilk hayvanları yassı solucanlar ile hortumlu
solucanlardır. Bu hayvanlar kemiksizdir, vücut içlerinde boşluk yoktur, iç
organsızdır.
·
Not 3: Vücudunun içinde boşluk olan ve ilk sindirim sistemi geliştiren
hayvanlar Kambriyen döneminde ortaya çıkmıştır. İlk sindirim sistemi sahibi
hayvan planktonlardır.
·
Not 4: İlk kabuklu canlılar ve eklembacaklılar da Kambriyen dönemde oluştular.
İlk eklembacaklı canlılardan Tribolitler böceklerin atasıdır. (500 milyon
yıllık bir Tribolit fosiline sahibim ve ona gözüm gibi bakıyorum)
·
Not 5: Kambriyen dönemdeki balıksı hayvanların ağzı vardı ama çeneleri ve
dişleri yoktu. Yutarak avlanıyorlardı ve/veya suyu süzerek besleniyorlardı.
·
Not 6: İlk ilkel omurgalılar Kambriyen döneminin sonuna doğru ortaya
çıkmışlardır.
500 milyon yıl
önce ortalama hava sıcaklığı 30 derece idi. Atmosferde %81 nitrojen, %18
oksijen, %0,74 argon, %0,49 karbon dioksit vardı.
475 milyon yıl
önce ilk omurgalı kompleks hayvanlar ortaya çıktı. Bu hayvanlar atalarına
göre daha gelişmiş iç organlara, sindirim sistemine, sinir sistemine, göz
yapısına ve beyne sahiptiler. Ayrıca kuyrukları ve boğazları vardı.
·
Not 1: İlk omurgalı
hayvanlardan gelen alt türler: İlk çeneli balıklar, ilk kemikli balıklar, ilk
dört ayaklı hayvanlar, ilk sürüngenler, ilk dinazorlar, ilk memeliler, ilk
keseliler, ilk plasentalılar, ilk primatlar ve ilk insanlar.
·
Not 2: İnsanların atası primatlardır, onların atası plasentalılardır, onların
atası memelilerdir, onların atası dört-ayaklı hayvanlardır, onların atası
kemikli balıklardır, onların atası çeneli balıklardır, onların atası
omurgalılardır, onların atası çift simetrili ilkel mini hayvanlar olan
Bilaterialardır, onların atası ilk çok-hücreli hayvanlar olan Eumetazoalardır,
onların atası ilk kolonileşmiş tek hücreli sürüsü olan mikroskobik Parazoalardır,
onların atası da ilk hayvansı davranışlar sergileyen tek hücreli Koanoflagellalılardır,
onların atası da ilk modern hücre olan Ökaryotlardır, onların da atası ilk
canlı olan Prokaryot hücrelerdir.
450 milyon yıl
önce ilk kara bitkileri ortaya çıktı. Gelgit dalgaları sayesinde oksijenli
ortamda yaşayabilecek bazı siyano bakteriler ve kloraplastlı ökaryotlar sular
tamamen çekildiğinde karada hayatta kalmayı başarabildi. Bunlar karada
çoğalarak ilk kara bitkilerini meydana getirdiler. Ortalama hava sıcaklığı 20
derece idi. Atmosferde %80 nitrojen, %18 oksijen vardı. Bir gün 22 saat idi.
·
Not 1: İlk bitkilerden; 100 milyon yıl sonra bazı bitliler yapraklandı, 320
milyon yıl sonra bazı bitkiler çiçeklendi, 370 milyon yıl sonra bazı bitkiler
meyvelendi. (Bitkilerin de evrimsel yolculuğu vardır)
·
Not 2: Bitkiler, fotosentez yaparak inorganik maddelerden organik maddeler
üreten, kloroplast içeren çok hücreli, hücre zarlarının üzerinde asıl maddesi
selülozdan oluşan hücre çeperi bulunan, ökaryotik ve ototrof canlılardır.
Bitkiler özellikle karasal yaşamın oksijen ve besin kaynağıdırlar. Bitkiler
çiçekli ve çiçeksiz olarak ikiye ayrılır. Çiçekliler tohumludur ve açık
tohumlular ile kapalı tohumlular olarak alt iki kümeye ayrılır. Çiçeksizler
tohumsuzdur ve damarlılar ve damarsızlar olarak iki alt kümeye ayrılır. Çam
ağacı ve selvi ağacı açık tohumlu kümesine aittir. Tahıllar ve meyveler kapalı
tohumlu kümesine aittir. Kara yosunları damarsızlar kümesine, eğrelti otları
damarlılar kümesine aittir. Bitkiler aleminde 2 milyon civarında tür vardır.
Milyonlarca tür de küresel yok oluşlar ve diğer etmenler yüzünden yok olmuştur.
·
Not 3: Bir teoriye göre; tektonik hareketler
sonucu denizin dibi üzerindeki su yosunları ve ilkel su bitkileriyle yükseldi.
Bu yükselme oldukça yavaş olduğu için su yosunları ve su bitkileri karasal
hayata uyum sağladı. Bir başka teoriye göre de; dalgalarla karaya vuran (belki
de bataklıklara sürüklenen) fitoplanktonlar karada da yaşayabilecek şekilde
evrimleşebildi.
·
Not 4: Bitkiler sayesinde dünya yüzeyinde toprak oluşumu başladı. İnorganik
maddeler olan kül, kum ve çakıla organik madde olan bitki kalıntılarının
karışmasıyla toprak oluştu.
443 milyon yıl
önce ilk kitlesel yok oluş meydana geldi. Tüm türlerin yaklaşık yüzde 65’inin
(bazı kaynaklara göre %86’sının) yok olduğu bu döneme Ordovisiyan-Silüryan dönemi
denir. Toplu yok oluşun nedeni olarak atmosferdeki karbondioksit seviyesinin
düşmesi gösterilir. Özellikle denizlerdeki yaşam formları etkilenmişlerdir.
Karbondioksitin düşüş nedeni olarak, volkanik aktivite ya da gama ışını
patlaması nedeniyle ozon tabakasının zarar görmesi ileri sürülmektedir.
·
İlkinden sonra dünyanın başına 4 kitlesel yok
oluş daha geldi. İkincisi 370 milyon yıl önce canlıların %75’ini, üçüncüsü 252
milyon yıl önce canlıların %96’sını, dördüncüsü 201 milyon yıl önce canlıların
%80’ini, beşincisi 65 milyon yıl önce canlıların %70’ini yok etti.
·
Canlıların büyük bir kısmının yok olmasına neden
olan felaketlerin ya da süreçlerin sebepleri farklıydı. Bunları yeri geldiğinde
okuyacaksınız. Yok oluş süreçlerinin bazıları 100 yıl, bazıları 2 milyon yıl
sürdü.
425 milyon yıl
önce bazı balıklarda çene ve dişler oluştu, yüzgeçler meydana geldi. Bu
onları daha iyi avcı yapmıştı.
410 milyon yıl
önce eklem bacaklı bir deniz hayvanı karaya çıktı ve burada evrimleşerek
böceklerin atası oldu. Böceklerin karaya ayak basması dünya yüzeyinde yeni
oluşmaya başlamış olan toprak tabakasının zenginleşmesini sağladı, böylece bitki
türleri yaygınlaştı, çeşitlendi ve çoğaldı. Artık toprak daha verimliydi ve karalar
daha yeşildi.
400 milyon yıl
önce ortalama hava sıcaklığı 25 derece idi. Atmosferde %77 nitrojen, %21
oksijen, %0,66 argon, %0,29 karbon dioksit vardı.
370 milyon yıl
önce ikinci kitlesel yok oluş meydana geldi. Canlı türlerinin yüzde 75
kadarı yok oldu. Bu döneme Geç Devoniyen denir. Bunda da en çok deniz canlıları
etkilenmiştir. Okyanuslardaki oksijenin azalması yüzünden olduğu düşünülür. Buna
sebep de küresel soğuma ile okyanus dibindeki volkanlar gösterilir.
365 milyon yıl
önce omurgalı canlılardan biri (bir tür balık) ilk defa kafasını sudan
dışarı çıkardı ve havayı solumaya başladı. Kafasını sudan çıkarınca, karayı da
fark etti. Bol bol yeşilliklerle ve böceklerle dolu olan bu kara parçası yırtıcılarla
dolu su ortamından daha güvenliydi. Havayı soluyabilen bu omurgalı canlı ara
sıra karaya da çıkacaktı. Zira karnını karada da doyurabilmeye başlamıştı. Karayı
ziyaret ettikçe yüzgeçleri ilkel ayaklara dönüşmeye başlayacak ve derisi
kalınlaşacaktı. Ortama ayak uydurma zorunluluğu amfibik (hem suda hem karada
yaşayabilen) türlerin ortaya çıkmasına neden oldu.
·
Not: Kurbağa ilk amfibik canlıya güzel bir örnektir. Kurbağalar
yumurtalarını suya bırakırlar. Yumurtadan çıkan yavrular minik balıklara benzer
ve uzun bir süre su içinde yüzerler ve beslenirler. Asla suyun dışında
yaşayamazlar. Belli bir süre sonra solungaçları yok olur, ciğerleri oluşur, bacakları
çıkar, kuyrukları yok olur. Kurbağaya dönüştükten sonra hem karada hem suda
yaşarlar.
350 milyon yıl
önce bazı bitkiler daha fazla fotosentez yapabilmek için yapraklandı.
Yaprak sayesinde yüzeyi fazlalaşan bitkiler artık daha fazla büyüyordu. Bunlar
ağaçların ataları olacaktı. Ortalama hava sıcaklığı 20 derece idi. Atmosferde
%76 nitrojen, %23 oksijen, %0,64 argon, %0,17 karbon dioksit vardı.
340 milyon yıl
önce karada doğan bir omurgalı canlı suyla ilişkisini tamamen kesmişti. O
artık amfibik değil, kara canlısıydı ve kıtaların içlerine doğru ilerlemeye
başlamıştı.
330 milyon yıl
önce bazı böcekler kanatlandı.
300 milyon yıl
önce son süper kıta Pangea oluştu. Tektonik levha hareketleri sonucu
yeryüzündeki tüm kara kütleleri bir araya toplanmıştı. Ortalama hava sıcaklığı
12 derece idi. Atmosferde %69 nitrojen, %30 oksijen, %0,63 argon, %0,09 karbon
dioksit vardı. Sürüngenler de bu dönemde ortaya çıktı.
252 milyon yıl
önce volkanik patlamaların ve yerkürenin derinliklerinden metan gazı
salımının sebep olduğu düşünülen küresel ısınma sebebiyle türlerin %95’i yok
oldu. Bu üçüncü küresel yok oluş idi. Permiyen dönemi sonu.
240 milyon yıl
önce ilk kürklü (tüylü) canlılar tarih sahnesine çıktı.
230 milyon yıl
önce dinozorlar ortaya çıktı.
215 milyon yıl
önce bir gün 23 saat idi. Ortalama hava sıcaklığı 22 derece idi.
201 milyon yıl
önce dördüncü küresel yok oluş meydana geldi. Trias-Jura dönemindeki bu yok
oluş dünyadaki türlerin yaklaşık olarak yüzde 70-75’inin yok olmasına neden oldu.
Bu yok oluş sayesinde dinozorlar daha baskın hale geldi. Bu yok oluşa 10 bin
yıl boyunca süren ani iklim değişiklikleri ve okyanuslarının asit oranının
artması sebep olmuştur. Bazı bilim adamları asteroid çarpmasından da
şüphelenmektedir. Yoğun volkanik aktivite ve bazalt patlaması seli de bu yok
oluşun nedenleri arasında olabilir.
200 milyon yıl
önce ilk memeli hayvanlar ortaya çıktı. Sürekli dinozorlardan kaçmak ve
saklanmak zorunda kalan hayvanlardan birinin genlerinde mutasyon oluştu ve
yumurtlayarak bebek edinmek yerine doğurarak bebek edinmeye başladı.
·
Not:
Bir gün 23 saat, bir yıl 385 gündü.
175 milyon yıl
önce son süper kıta Pangea dağılmaya ve günümüz kıtalarını oluşturmaya
başladı.
150 milyon yıl
önce gökyüzünde kuşlar görünmeye başladı. Küçük bir dinozor türü
kanatlanmıştı.
130 milyon yıl
önce bitkilerden bazıları çiçek açtı. Arı ve diğer uçan böcekleri
kendilerine çekmek isteyen bitkiler tohumlarının etrafını renkli yapraklarla
sardılar. Tohumlarını böceklere taşıtarak üremeye çalışan bitkiler her geçen
gün daha güzel çiçeklere sahip oldular.
100 milyon yıl
önce ortalama hava sıcaklığı 23 derece idi. Atmosferde %78 nitrojen, %21
oksijen, %0,74 argon, %0,17 karbon dioksit vardı. Bir gün 23,5 saat idi.
80 milyon yıl önce
ağaçlar meyve vermeye başladı. Tohumlarının etrafını lezzetli katmanlarla
kaplayan ağaçlar daha fazla hayvanı kendisine çekiyordu. Hayvanlar olmuş
meyveleri yiyor ve çekirdeklerini toprağa bırakıyorlardı. Böylece ağaçlar
tohumlarını daha uzaklara ekerek üreme şansı buluyorlardı. Tohum olgunlaşasıya
kadar etrafındaki katman acımsı ve sert olduğu için hayvanlar koparıp
almıyordu. Tohum olgunlaştığında etrafındaki katman da (yani meyve)
olgunlaşıyordu.
65 milyon yıl önce
beşinci ve son küresel yok oluş meydana geldi ve dinozorların nesli tükendi.
Buna devasa bir asteroidin dünyaya çarpması sebep oldu. Dünyadaki hayvan ve
bitki türlerinin %76’sı dinozorlarla birlikte yok oldu. Kratese dönemi sonu.
56 milyon yıl önce
bugünkü sincapların ve farelerin atası olan bir minik memeli hayvan diyetine
meyveleri de sokmak için ağaçlara tırmandı ve ağaç tepelerini çok sevdiği için
burada yaşamaya başladı.
40 milyon yıl önce
ağaçlarda yaşayan minik memeli hayvanların bazıları primatlara (kuyruklu maymun
benzeri küçük hayvanlar) dönüştü. Gözler kafatasının önüne kaymış, pençeler de
parmaklaşmıştı. Dallarda oturabiliyorlardı. Küçük gruplar halinde yaşamaya,
sosyal bir yapı oluşturmaya başlamışlardı. Ama hala minik hayvanlardı.
17 milyon yıl önce
gittikçe irileşen primatlardan bazıları dalların üzerinde dört ayakla yürümek
ve daldan dala sıçramak yerine, bir ağaçtan inip diğerine tırmanmaya ve
elleriyle tutunarak dallarda ilerlemeye başladı. Bu yeni davranış şekli anatomilerinde
değişikliğe sebep oldu: kolları uzadı, omuzları genişledi, başparmakları
belirginleşti, kuyrukları yok oldu. Bu primatlardan insanların atası olacak kuyruksuz
maymunlar ortaya çıktı.
7,5 milyon yıl
önce Afrika’nın ortalarında bulunan büyük kuyruksuz maymunlar ataları
primatlardan iskeletçe ve davranışca epey farklılaşmıştı. Artık onlar insanımsı
bir primat olan Hominid idi. (Bazı bilim adamları bunu hayvanlardan kopuşumuz
olduğunu söyler. Bazıları da hayvanlardan kopuşumuzun daha sonraki evrelerde olacağını
söyler)
6 milyon yıl önce
bir hominid başka ağaca geçmek için yere indiğinde artık ellerini kullanmadan sadece
ayakları üzerinde yürüyebiliyordu. Ama yine de eğik bir gövdesi vardı.
5 milyon yıl önce
bir hominid türünden üç tür evrildi: şempanze, goril ve (ilkel) insan. (Bu üç türün
genlerinin %99’u ortaktır.) Yani
hominidlerin torunlarından bazıları gelişeceklerine geriledi, sonuç olarak
şempanzeye ve gorillere dönüştüler. Koşullar ve seçimler kardeşleri/kuzenleri
farklı yönde evrimleştirebiliyordu. İnsanı kuzenlerinden ayıran algılama
düzeyinin gelişmesiydi. Algısının gelişmesiyle birlikte insan türü, etrafındaki
olgular arasında neden-sonuç ilişkileri kurmaya başlamıştır. Bu gelişim ileride
beynine bir katman daha (korteks) eklenmesine neden olacaktı. (Pek çok bilim
adamı hayvanlardan kopuşumuzun bu dönemde olduğunu söyler.)
·
Bugünkü
insan anatomisine benzeyen en ilkel insan türü sonradan ortaya çıkacak 3 ana
insan türünün atası olmuştur. Bunlar; Paranthropus (5 ila 3 milyon yıl
önce yaşamıştır), Australapithocus (4 ila 2 milyon yıl önce yaşamıştır),
Homo (2,5 milyon yıl önce ortaya çıkmış ve hala hayattadır.)
·
Paranthropus
türünün kollarından biri evrimleşerek Australapithocus türüne dönüşmüştür. Bu
türün de kollarından biri Homo türüne evrimleşmiştir. Bu üç ana türün alt
türleri çiftleşerek melez türler de geliştirmiştir. Afrika kökenli bu ana
türlerden sadece Homo’nun alt türleri Afrika dışına çıkmayı başarmıştır. Zaten
ilk ikisi türünü devam ettirememiştir. Bu ana türler gittikleri coğrafyanın ve
yaptıkları seçimlerin sonucunda hem anatomik farklılıklar kazanmış hem de
DNA’larında çok ufak gen değişimi olmuştur. (Bilim adamları insan türlerini hem
anatomik yapılarına hem de DNA farklılıklarına göre ayrıştırmakta ve
sınıflandırmaktadır.)
4,4 milyon yıl
önce hala ağaçlarda yaşayan kıllı insanlar (muhtemelen Paranthropus) daha
verimli ve besleyici bir ağaçlık bölgesine ulaşmak için mevcut bölgesini terk
ederek uzun düzlüklerde ilerlemeyi göze almaya ve bunu sık sık yapmaya başladı.
Zorlu koşullarda hayatta kalma mücadelesi vermek beyinlerinin büyümesine neden
oluyordu. Öte yandan omurgaları da eskisine nazaran daha az eğriydi. (Artık
kuzenleri olan şempanze ve gorillerden iyice farklılaşmışlardı.)
3,5 milyon yıl
önce düzlüklerde ilerlemede, besin toplamada ve yaşamada uzmanlaşan kıllı insanın
(muhtemelen Australapithocus) zekası artmıştı. Yırtıcı hayvanlardan
saklanmayı/kaçmayı kurgulamak, zehirli olan/olmayan bitki ve meyveleri
hatırlamak zorunda olmak zeka açıcıydı. Beyinleri 600 grama ulaşmıştı. Omurgaları
git gide düzleşen ve boyunları uzayan insanların gırtlaklarında bir değişim
oldu ve farklı sesler çıkarabilme yeteneğini kazandılar. Bu sayede göçleri
boyunca birbirleriyle daha iyi iletişim kurmaya başladılar. Ama henüz konuşma
yetisine ve manası olan kelimelere sahip değildiler.
3,3 milyon yıl önce insanlar taşı alet olarak
kullanmaya başladı. Taşı yontarak daha işlevli aletler yapması için 1 milyon
yıl geçecekti.
2,5 milyon yıl önce ilk Homo türü insan Australapithocus türü insanların bir alt
kolundan evrilerek ortaya çıktı. Sonrasında anatomileri birbirinden farklı olan
10 Homo alt türü daha sırasıyla tarih sahnesine çıkacaktır. (Bilimsel keşifler
yapıldıkça Homo ailesine yeni insan türlerinin eklenmesi mümkündür.) Bunların
bazılarının dönemleri birbiriyle kesişecek, aynı coğrafyalarda yaşayacak,
birbirleriyle çiftleşecek, melezleşecek, beraber yaşayacak ve en nihayetinde
birbirlerinin kökünü kurutacaktı.
·
Homo
Rudolfensis
2,5 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, 1,8 milyon yıl önce nesli tükendi.
·
Homo
Habilis 2,4
milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, 1,4 milyon yıl önce nesli tükendi. Adı
Yetenekli İnsan anlamına gelir.
·
Homo
Ergaster 2
milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, bir kolu Avrupa’ya ulaştı, 250 bin yıl
önce nesli tükendi. Adı Çalışkan İnsan anlamına gelir.
·
Homo
Erektus 1,9 milyon
yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, bir kolu Asya’ya yayıldı, 150 bin yıl önce
nesli tükendi. Adı Dik Duran İnsan anlamına gelir.
·
Homo
Antecessor
1,2 milyon yıl önce Avrupa’da (ispanya) ortaya çıktı, Ergaster’in evrimleşmiş
torunlarıdır, 700 bin yıl önce nesli tükendi.
·
Homo
Hidelbergensis
800 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, Avrupa’ya kadar ulaştı. Habilis’in
evrimleşmiş torunudur, 200 bin yıl önce nesli tükendi. Bizlerin ve Neanderthal
insanının ortak atası olabilir.
·
Homo
Neanderthalensis
450 bin yıl önce Avrupa’da ortaya çıktı ve kuzey Asya’ya yayıldı, Antecessor ve
Hidelbergensis’in melez çocuklarının evrimleşmiş torunlarıdır, 30 bin yıl önce
nesli tükendi.
·
Homo
Denisovansis
400 bin yıl önce kuzey Asya’da ortaya çıkmıştır, Neandarthal ve Erektus’un
melez çocuklarının evrimleşmiş torunlarıdır. 100 bin yıl önce nesli tükenmiştir.
·
Homo
Sapiens 300
bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, tüm dünyaya yayıldı, hayatta kalmayı
başarabilen tek insan türü oldu ve bugünkü medeniyeti oluşturdu. Akıllı İnsan
anlamına gelen Homo Sapiens; Ergaster, Erektus ve Hidelbergensis türlerinin
birbirleriyle çiftleşmeleri sonucu ortaya çıkan melez insan türlerinin
evrimleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Homo Sapiens türü insanlar da Erektus,
Neanderthalensis, Denisovansis ve Florensiensis ile de çiftleşerek
melezleşmiştir.
·
Homo
Florensiensis
95 bin yıl önce Endenozya’da ortaya çıktı. Erectus’un evrimleşmiş torunlarıdır.
15 bin yıl önce nesli tükendi.
2,3 milyon yıl
önce kıllı insanların (muhtemelen Homo Rudolfensis) yemek menüsüne balıklar
ve leşler de katıldı. Daha fazla et tüketmek hem enerjisini artırmış hem de
beyninin daha da büyümesini (1100 grama ulaşmasını) sağlamıştı. Bu dönemde
atalarımızın farkındalığı artıyor, sorunlardan kaçmak yerine sorunu bertaraf
etmek için çözüm yolları bulmaya çalışıyordu.
2,2 milyon yıl
önce kıllı insan (muhtemelen Homo Habilis) taştan (bıçak, balta görevini
görecek) aletler yapmaya başladı. Bu araçlar sayesinde hayvan kemiklerinin
içindeki besleyici iliğe ulaşmak, kabuklu yemişleri kırmak kolaylaşmıştı.
Elbette bu aletler onların silahı da olacaktı. Bazen hayvanları, bazen de
birbirlerini öldürmek için kullanacaklardı. Bu keşif milattan önce 5500 yılına
kadar sürecek 2,2 milyon yıllık taş devrini de başlatmış oldu.
·
Not 1: 2,2 milyon yıl süren taş devri; Kabataş, Yontmataş ve Cilalıtaş olarak
3 evreye ayrılır. Bu devreler; Eskitaş - Ortataş - Yenitaş veya Paleolitik –
Mezolitik – Neolitik olarak da adlandırılır.
·
Not 2: Taş devrinden sonra maden devri başlar. Artık insanlar sadece
taşlardan değil madenlerden de alet yapmaya başlamışlardır. Maden devri MÖ
5500’lü yıllarda başlar ve yazının bulunduğu MÖ 3200’lü yıllarda sona erer.2300
yıl süren maden devri kendi içinde 3’e ayrılır. Bunlar sırasıyla; Bakır çağı,
Tunç Çağı, Demir Çağı.
·
Not 3: MÖ 3200’lü yıllarda yazının bulunmasıyla Tarihi Devirler başlar ve
günümüze kadar sürer. Tarihi Devirler 4’e ayrılır. Bunlar sırasıyla; İlk Çağ,
Orta Çağı, Yeni Çağ, Yakın Çağ. İlk Çağ yazının bulunmasıyla (MÖ 3200) başlar
ve Batı Roma İmparatorluğunun çökmesiyle (MS 476) sonlanır ve yerini Orta Çağ’a
bırakır. Orta Çağ Amerika kıtasının keşfiyle (MS 1492) sonlanır ve yerini Yeni
Çağ’a bırakır. Yeni Çağ Fransız ihtilali (MS 1789) ile sonlanır ve yerini Yakın
Çağ’a bırakır. Tarihçilere göre Yakın Çağ hala devam etmektedir.
2 milyon yıl önce
bugünkü insanlara da çok benzeyen Homo Ergaster (çalışkan insan) ortaya çıktı.
Bu tür alet kullanmayı, barınacak alan bulmayı daha iyi beceriyordu. Beyni daha
büyüktü (yaklaşık 1200 gram). El becerileri daha fazla gelişmişti. Yiyecek
bulmada daha yetenekliydi. Leş yerine taze et bulmanın yolunu bulmuştu. Grup
halinde tuzak kurarak avlanıyorlardı. Duyguları anlamak ve sorgulamak bu
dönemde gelişmeye başladı. Sevgi,
nefret, aşk, öfke, mutluluk, hüzün, üzüntü, sıkkınlık, gerginlik, heyecan,
sevinç, korku, rahatlık ve daha nice duyguya karşı farkındalığımız arttı. 1,7 milyon yıl varlığını sürdürebilmiş olan
Homo Ergaster türü Afrika dışına da çıkmış, ama daha fazla uzaklara
gidememiştir.
1,9 milyon yıl
önce Homo Erektus (dik duran insan) ortaya çıktı. Omurgası bizim gibi dik
olan bu insan türü daha atletikti, daha hızlı ve daha uzun mesafe
koşabiliyordu. Avını yoruluncaya kadar kovalıyor, soluksuz kalan hayvan yere
çökünce elindeki taşla öldürüp, parçalara ayırıp ailesine taşıyordu. Zekiydi, plan yapabiliyordu. Sopayı silah
olarak kullanabiliyordu ama henüz mızrak haline getirmemişti. 1,7 milyon yıl
varlığını sürdürebilmiş olan Homo Erektus türü Afrika dışına da çıkmış,
Asya’nın en uzak köşelerine kadar ulaşmayı başarabilmiştir. Homo Erektus türü
insan pek çok diğer Homo tür insanla ortak çağlarda yaşamış ve onlarla
çiftleşmiş, evrimle kendi alt türlerini oluşturmuştur.
1,5 milyon yıl önce insan türleri kemikten aletler
yapmaya başladılar.
1 milyon yıl önce
insan türleri doğal yollarla (şimşeklerle, orman yangınlarıyla) oluşan ateşte
et, meyve ve sebze pişirmenin daha lezzetli ve faydalı bir beslenme sağladığını
fark etti. Böylece ateşten kaçan değil, ateşe doğru yönelen ilk canlılar
oldular.
500 bin yıl önce
insan türlerinden bazıları mızrakla avlanmaya başladılar. Birkaç bin yıl sonra
da odun saplı taş baltayı icat ettiler.
450 bin yıl önce
Homo Neandertalensis insanı Avrupa’da ortaya çıktı ve Asya’ya ve Afrika’ya da
yayıldı. (Bazı bilim adamları Afrika’dan çıktığını iddia eder) Bu insan türü
büyük beyinli (yaklaşık 1800 gr.) olmasına rağmen gelişkin bir konuşma yetisine
sahip değildi. Uzun boylu, kaslı yapılı ve dayanıklıydı. Ten renkleri açık koyu
idi. Vücutlarında diğer türlere göre daha az kıl vardı. (Her yeni insan türü
bir öncekine göre daha az tüyle kaplıydı.) Neandertal insanı kolay avları
avlıyor, ateşi yakabiliyor ve komplike aletler yapabiliyordu. Önceki türlere
göre daha sosyal ve daha duygusal idiler. Hastaları geride bırakmıyor, bakıyor
ve tedavi etmeye çalışıyorlardı. Ölülerine de sahip çıkıyorlardı.
·
Not 1: Ölüsünü ilk gömen
canlı türü ve insan türü Neandertal insanıydı. Neandertal insanından önce tüm
canlılar ve insanlar ölülerini doğaya bırakıyor, diğer canlılara yem olmasına
veya doğada çürümesine izin veriyorlardı. Neanderthal insanı ölülerini gömme
adeti edinmeden önce ölülerini ortada bırakmak yerine mağara içine koymak,
nehirlere/göllere/bataklıklara atmak gibi uygulamalar yapmış olabilirler. Bu
ara geçiş adetinden sonra mezar kazma ve ölülerini içine defnetme geleneği
başlatmış olmalılar. Ölü gömmenin sevgi/saygı/özlem/hatıra/koruma duygularından
kaynaklandığı söylenebilir. (Bir teoriye göre de yamyamlıktan koruma amacıyla
da ölü gömme adeti başlamış olabilir.) Bu duygular bilincin geliştiğinin
göstergesidir. Bilinç geliştiyse inanç da gelişmiş olabilir. Hatta ölü gömmenin
inançtan kaynaklandığı bile söylenebilir. Bu durumda ilk inanç geliştirenin
Neandertal insanı olduğu da söylenebilir. İlk Homo Sapiensler de ölülerini
gömmeyip öldükleri yerde bırakıp gidiyorlardı. Arkeolojik ve antropolojik verilere
göre Homo Sapiens insanı Neandarthal insanı ile karşılaştıktan sonra ölü gömme
adeti geliştirmiş gibi görünüyor. Bu da inanç fikrinin Neanderthal
insanından bizlere bulaşmış olabileceği manasına gelebilir.
400 bin yıl önce
insan türlerinden bazıları ateş yakmayı öğrendi. Artık doğal nedenlerle ateşin
çıkmasını beklemiyorlardı. Kuru ağaç dallarını birbirine sürterek ateş
yakabiliyor ve ateşi kontrol altına alabiliyorlardı. Artık mağaralarının için
ısıtabiliyorlardı. Ateşle vahşi hayvanları kendilerinden uzak tutabiliyor, açık
havada gece kampı kurabiliyorlardı. Ateş sayesinde göç kolaylaştı. Ateşin
etrafında toplanmak sosyalleşmeyi ve dili geliştirdi. Ama en önemlisi ateş
sayesinde pişirme kültürü başladı. Pişirme sayesinde insan önceden tüketemediği
şeyleri tüketmeye başladı. Sindirmek için harcadığı enerji azaldı. Çiğneme
kolaylaştı. Bu diş yapısını zamanla değiştirdi. Pişirme kültürü zamanla farklı
yiyecekleri karıştırarak yemek yapma kültürüne evrimleşti. .
300 bin yıl önce
bugünkü insanların türü (Homo Sapiens, Akıllı İnsan) Afrika’da ortaya çıktı. Bugünkü
insan anatomisine ve koyu tene sahiptiler. Zekiydiler. Beyinleri bizimki gibi
1400 gram civarındaydı. Farkındalıkları yüksekti. Kapsamlı işbirliği ve plan
yapma yetenekleri vardı. 10-15 kişilik gruplar halinde avcı ve toplayıcı olarak
yaşıyorlardı. Av hayvanlarını ve su kaynaklarını takip ederek göç ediyorlar,
mağaralarda ve doğal sığınaklarda yaşıyorlardı. Taş, tahta, kemik ve benzeri
malzemelerle komplike aletler ve eşyalar yapabiliyorlardı. Hemen besin
zincirinin üzerine geçtiler. Avcı-toplayıcılıkta çok iyi oldukları için diğer
insan türlerine göre üstünlük sağladılar. Aralarında çok iyi iletişim
kuruyorlardı. Mağara duvarlarına ve kaya üstlerine resimler çizerek anlaşmayı
da geliştirmişlerdi. Birtakım seslerle konuşmayı da başlatmışlardı ama dil
geliştirmeyi sonra başaracaklardı. Uzun süre (kendi tarihlerinin %95’inde)
avcı-toplayıcı olarak yaşadılar. 13 bin yıl önce tarımı keşfettikten sonra
medeniyetlerini füze hızıyla geliştirdiler.
·
Not 1: Anne tarafından geçen X kromozomu üzerinde yapılan genetik ve
biyolojik araştırmalara göre ilk Homo Sapiens kadını 200 bin yıl önce ortaya
çıkmıştır ve bugünkü insanlığın en eski ananesidir.
·
Not 2: Homo Sapiens türü insan ortaya çıktığında Homo Erektus, Homo
Heidelbergensis, Homo Neanderthalis ve Homo Denisovansis türü insanlar da
yeryüzündeydi. Yani o dönemlerde aynı anda en az 5 tür insan vardı. Bunların
birbiriyle karşılaşmaları çok uzun zaman aldı. Karşılaştıklarında da bazen
savaştılar, bazen birlikte yaşadılar. Kız alıp vererek, Homo Sapiens türünün
içinde eridiler. Homo Sapiens daha ileriki zamanlarda Endonezya’da Homo
Erectus’tan evrilen Homo Florensis türü ile de karşılaşacaktı.
·
Not 3: Önceki insan türleri avlaması kolay hayvanları yakalarken, Homo
Sapiens; yaptığı aletler ve gelişkin avcılık teknikleriyle, avlaması zor (balık
ve kuşlar gibi) hayvanlar ile avlaması tehlikeli (domuz ve fil gibi) hayvanları
da menülerine eklemiş oldular.
170 bin yıl önce
insanlar ilk defa giyindi. Bundan 2,6 milyon yıl önce başlayan ve devam eden son
buzul çağı Afrika’nın kuzeyini serinletti. Buralara göç eden insanlar öldürdükleri
hayvanların derisinden (posttan) kendilerine giysiler yaptı. Yine de yarı
çıplak dolaştıklarını söylemeliyiz. Deri giysileri bir arada tutan ipler yine
ince ve uzun kesilmiş hayvan derileriydi. Giysi yapılacak deriye kesik atılıyor
ve dikiş yapmak için deri ipler bu kesiklerden geçiriliyordu. Deri ip sayesinde
insanlar kemik, taş ve deniz kabuklarından takılar ve süsler yapmaya
başladılar. Düğümün icadı da bu dönemde olsa gerek.
·
Not 1: Son buzul çağı yüzünden dünyada o kadar çok su dondu ki, deniz seviyesi
90-100 metre düştü ve bugünkü karalar arasında geçitler oluştu. (4.6 milyar yaşındaki
dünyanın 5 buzul çağı atlattığı tespit edilmiştir. Bu buzul çağlarının ilk
dördü insan türlerinin tarih sahnesine çıkışından önce yaşanmıştır.)
·
Not 2: İlk ip büyük bir ihtimalle deri ipler değil, kalın şeyleri (örneğin
baraka yapmak için ağaç dallarını) birbirine bağlamak amacıyla kullanılan esnek
bitki dallarıydı. Sonrasında ot ve saz gibi bitkilerden orta kalınlıkta ipler
yapıldı. Soğuk bölgelere göçenler avladıkları hayvanların derisinden ip de
yaparak kendilerine kıyafet yaptılar.
·
Not 3: İlkel ipler yapıları gereği zamana dayanamamış ve günümüze
ulaşamamışlardır. Bu yüzden arkeolojik kazılarda çok eski dönemlere ait ince ip
çıkmaz. Ama başka bulgulara bakarak ince iplerin ilk ne zaman ortaya çıkmış
olabileceğini kestirebiliriz. Örneğin; arkeologlar 50 bin yıl öncesine ait kuş
kemiklerinden yapılmış iğneler buldular. Bu iğnelerde ince ip kullanılabilir,
dolayısıyla ince dikiş ipliğinin keşfinin en az 50 bin yıl önce olduğunu
söylemek yanlış olmaz. Ayrıca harmanlanmış bitki liflerini eğirerek ince ipe
çevirmeye yarayan fildişinden yapılma delikli bir alet 40 bin önceye
tarihleniyor. Dolayısıyla ipin tarihi en az 40-50 bin yıllık olmalıdır. İnce ip
ve iğnenin keşfiyle dikişin, dolayısıyla modanın başladığını söylemek yanlış
olmaz.
·
Not 4: Her ne kadar dikiş başlasa da kumaşın keşfi için daha çok bin yıllar
geçmesi gerekecekti. Bu süre zarfında insanoğlu hayvan postlarıyla giyindiler
ve soğuktan korundular.
·
Not 5: Giyim kuşamın başlamasıyla insanın kendi görüntüsünü daha sık merak
ettiğini ve bu yüzden su birikintilerine daha çok baktığını, hatta parlak
yüzeyli taşları ıslatırsa kendini görebileceğini keşfettiğini söyleyebiliriz.
Hatta keski olarak kullandığı obsidyen taşının mükemmel bir ayna görevi
gördüğünün de farkına varmış olmalı. (Obsidyen silisyum/silikon bazlı lav
taşıdır. Lav akıntılarının oluşturduğu mağaralarda bulunur. Bu mağaralar yüzeye
yakındır ve ilkel insanlar bu mağaraları barınak olarak kullanmışlardır.)
·
Not 6: Homo Sapiens’in nüfusu
tahminen 50 bin idi.
100 bin yıl önce
insanlar ölülerini gömmeye başladılar. (Neandarthal insanına ait kazılarda,
onların da ölülerini gömdükleri görülmüştür. Belki de gömme işini biz onlardan
öğrendik.)
·
Not: Homo Sapiens’in nüfusu
tahminen 300 bin idi.
78 bin yıl önce
Afrika’da kurulan bir ailenin babası şu anda dünyada bulunan tüm insanların
büyük babasıdır. Genetik araştırmalara göre bu babadan gelen Y kromozomunu
taşımaktayız. Bu da; bu adamla aynı dönemde yaşayan diğer ailelerin erkek
soyları devam edememiş ama kadın soyları devam edebilmiş demektir.
·
Not 1: Elbette o dönemde Afrika’da daha fazla, yaklaşık 2-3 bin kadar Homo
Sapiens vardı. Bunlar Afrika’ya dağılmışlardı. Hepsi türedi ve nesiller verdi
ama sadece bir sülalenin nesilleri günümüze kadar dayandı.
·
Not 2: Dünyadaki tüm insanların en büyük büyükbabası bu adamdır. Ama en büyük
babaannesi bu adamın eşi değildir. Bu büyükbaba ve babaannenin ve de bizlerin
en büyük babaannesi 200 bin yıl önce yaşamış bir Homo Sapiens kadınıdır. Bir
başka deyişle en eski kadın atamız 200 bin yıl önce, en eski erkek atamız 78
bin yıl önce yaşamıştır. (Adem ve Havva mı?)
·
Not 3: Y Haplogrubu araştırmalarına göre bu babadan türeyen soy Afrika
içlerinde farklı yönlere dağılarak türemeye devam etti. Farklı yönlerde
ilerleyen bu soyun gruplarından biri Arap yarım adasının güneyine, diğeri kuzeyine
(yani Mezopotamya’ya) göç etti. Güneyden ilerleyenler kıyı şeridini takip
ederek bugünkü Pakistan, Hindistan, Bengladeş, Myanmar, Taylan, Kamboçya,
Viyetnam ve Çin kıyıları boyunca ilerlediler ve Kore’ye kadar ulaştılar. Bu
ilerleme sırasında her verimli bölgede akrabaları kaldı ve her yol ayrımında
bazı akrabalar kafileyi terk ederek farklı yönde ilerledi. Böylece içlerinden
bazıları Malezya, Endonezya ve Filipinlerin adalarına, oradan da Okyanusya
Kıtasına ve Yeni Zellanda adalarına ulaşmış oldu. Kore’ye ulaşanlardan bazıları
Japonya adalarına da çıktı. Elbette Asya’nın içlerine de ilerlediler. Bu
göçleri sırasında Neanderhal, Denisovan ve Florensis insanlarıyla da
karşılaştılar, kaynaştılar. Afrika’dan Arap yarım adasının kuzeyine, yani Mezopotamya’ya
göç eden ilk insanların soyları ise sonradan Anadolu’ya, Kafkasya’ya ve Orta
Asya’ya göç ettiler. Buradan da Avrupa’ya ve Bering boğazından önce Kuzey Amerika’ya,
sonra da Güney Amerika’ya ulaştılar. Daha önce belirttiğimiz gibi MÖ 70 binli
yıllarda Afrika’dan Arap yarım adasının kuzeyine ve güneyine çıkan bu iki
farklı grup soydaştı, çünkü ataları 78 bin yıl önce yaşamış bir erkekti.
Onlardan türeyen ve dünyanın dört bir yanına ulaşan nesiller ise bunu unuttu,
gittikleri yerlerde farklı dil, din ve kültür geliştirdiler ve birbirlerinden
farklılaştılar. Bu farklılıkları onları çoğunlukla birbirine düşman etti.
Birbirine saldırdılar, tecavüz ettiler, işkence ettiler. Birbirlerini
yağmaladılar, kaçırdılar, öldürdüler. Bazıları birbirlerine karıştılar, asimile
oldular. 78 bin yıl önce birbiriyle kardeş olan insanlık şimdi, ırklara,
milletlere bölünmüş durumdadır.
·
Not 4: 78 bin yıl önce Homo
Sapiens’in nüfusu tahminen 500 bin idi.
75 bin yıl önce
Afrika’nın tüm bölgelerine yayılmış olan Homo Sapiens’lerden bazıları iki
koldan Arap Yarımadasına (Ortadoğu’ya) göçtü. Bir kol kuzeyden (bugün Süveyş
kanalının olduğu bölgeden) yürüyerek Mezopotamya’ya geçti, diğer kol
Kızıldeniz’in güneyindeki Babülmendep boğazından Arap yarımadasının güneyine
geçti. (Bu boğazdan nasıl geçtikleri muammadır. Yüzerek veya salla geçmiş
olabilecekleri gibi, burada o zamanlar boğaz yerine belki de kara parçası
vardı. Belki de deniz yarıldı ve karşıya geçtiler 😊.
Kızıldeniz’in kuzeyinde gerçekleşen bir mucize (!) neden güneyinde de
gerçekleşmiş olmasın ki? 😊)
·
Not 1: Bilim insanları Homo Sapiens’in Afrika’dan Arap yarımadasına çıkışı
konusunda geniş bir tarih aralığı verir. 110 ila 60 bin yıl öncesinde bu göçün
yaşandığı düşünülür. Yeni çıkacak insan fosilleri ile daha kesin tarih
verileceğini düşünüyorum. İnsanlığın Y Hablogrup atasının 78 bin yıl önce
yaşadığı tespit edildiğine göre, bu ata Afrika’da yaşamış olmalı. Dolayısıyla
Afrika’dan çıkış bu atadan sonra gerçekleşmiş olsun.
·
Not 2: Homo Sapiens’ten çok önce diğer insan
türleri de Afrika’dan yola çıkıp dünyanın çeşitli yerlerine ulaşmıştı.
Ergaster, Antecessor ve Neandarthal insanı Avrupa’da yaygındı. Denisovan ve
Erektus insanı Asya’ya, hatta Avustralya’ya kadar ulaşmıştı.
·
Not 3: Homo Sapiens dünyaya yayılmaya başladığı dönemde dünyada sadece 4 Homo
türü insan vardı, sonra bunlara Floresiensis insanı da katıldı.
70 bin yıl önce
bilişsel devrim oldu. (Bazıları buna “büyük sıçrama” diyor.) Bilişsel devrime
sebep olan büyük bir ihtimalle insanların yetkin diller geliştirmeyi
başarmalarıydı. Dil ile birlikte soyut düşünme, kavram üretme, kültür birikimi
ve inançların gelişimi arttı. Giysi ve takı çeşitliliği ile, süsleme sanatı da
arttı. Hayvan derilerinden yapılmış ilk (ilkel) çadırın da bu dönemde
yapıldığına inanılmaktadır.
·
Not 1: Homo Sapiens’ler arasında hep iletişim vardı. Bu iletişimin dili
gramer yapısına sahip değildi ve çok az kelimeden oluşuyordu. 70 bin yıl
öncesine kadar çoğunlukla işaret diline benzer hareketlerle birlikte ses
çıkararak ve yüz mimikleri yaparak anlaşıyorlardı. 70 bin yıl önce kelime
dağarcıkları arttı ve gramer başladı diyebiliriz. Böylece diller yetkinleşti.
Yetkin bir dille konuşma tecrübe aktarımını sağlıyor, böylece hayatta kalmak ve
çoğalmak kolaylaşıyordu. Dilin yetkinleşmesiyle birlikte hikâye aktarımları
başladı. Konuşmak sorgulamayı beraberinde getirdi. Meraklı bireyler
kendilerinden daha tecrübeli olanlara sürekli sorular soruyordu. Öte yandan; yaşadığı
duyguların, tanık olduğu doğa olaylarının ve zarar gördüğü doğal afetlerin
nedenselliğini çözemeyen insan, beyninin cevap bulma ısrarını dindirmek için
hayal gücünün de etkisiyle uydurma cevaplar üretti. İnsanlar, açıklayamadıkları olguların
arkasında, gizemli bir “yapan” olduğu hissine kapıldı. Bu tür konuşmalar
antik dinler olan Animizm, Totemizm ve Panteizm’in ayak sesleriydi. Anlatılan
hikayeler abartılarak efsanelere dönüştü ve ilk mitler doğdu.
·
Not 2: Bazı bilim adamları bilişsel devrimin nedeninin dildeki gelişme değil,
beyindeki örgütlenmenin gelişmesi olduğunu iddia eder.
·
Not 3: Bilişsel devrimle birlikte avcı-toplayıcı olan insanoğlunun göç
becerisi de arttı.
·
Not 4: Dil bilimciler, konuşmayı başarabilmiş ilk insan türü olduğu tahmin
edilen Homo Sapiens’in tarih boyunca en az 30 bin dil geliştirmiş olabileceğini
ve bunlardan sadece 6-7 bin tanesinin günümüze kadar geldiğini söylüyor. Bu 6-7
bin dilin %75’i bu yüzyıl tamamlanmadan yok olup gidecek. 23.yüzyıla büyük bir
ihtimalle 100-150 dille gireceğiz ve nüfusun %95’i sadece 5 dil konuşuyor
olacak.
·
Not 5: Homo Sapiens’in bu kadar fazla dil geliştirmesi, evrimleşmesinden
hemen sonra değil, çok sonra dil geliştirdiği içindir. Evrimleşen ilk soy dil
geliştirmiş olsaydı muhtemelen bugün dünyada konuşulan tüm diller birbirine çok
yakın olacaktı. Sadece lehçe farklılıkları olacaktı.
·
Not 6: 70 bin yıl önce dil Afrika’nın farklı bölgelerindeki farklı klanlar
kendilerine ait dilleri geliştirdiler. Bu ilkel diller zamanla zenginleşti,
göçlerle farklılaştı ve yeni dillerin doğmasına neden oldu. Büyük bir ihtimalle
bu yüzden dil bilimciler 5 ana dil ailesi olduğunu, kullanılan ve kullanılmayan
tüm dillerin her birinin bu 5 dil ailesinden birinin akrabası olduğunu söyler.
(5 Dil Ailesi: Hint-Avrupa, Hami-Sami, Çin-Tibet, Ural-Altay, Bantu)
·
Not 7: Bir başka teoriye göre 70 bin yıl önce nesnelere isim takma (ki tek
heceli isimlerdi bunlar) ve işaret diliyle konuşmanın ötesinde bir dil yoktu.
Göç ede ede, 35 bin yıl sonra insanlık gramere sahip dillere kavuştu.
Birbirlerinden farklı yerlerde dil geliştirdikleri için de farklı gramer
yapılarına sahip diller ortaya çıkmıştı. Bu yüzden yer yüzünde tümce dizilimi
açısından farklı sıralamaya sahip gramer yapıları var. (Farklı gramere sahip
dillerde özne, nesne, yüklem, tümleç, sıfat, zaman belirten kelimeler ve ekler
cümle içinde farklı sıralamada olur.) Kaldı ki aynı gramer yapısına sahip
topluluklar bile zamanla birbirlerinden farklı yöne göç ettikleri için
dillerindeki kelimeler de değişikliğe uğradı ve farklılaştı. Bu farklılaşmaya
elbette karşılaştıkları diğer kültürlerin dilleri de etken oldu.
·
Not 8: Temel olarak 3 farklı dil yapısı vardır. Tek heceli diller, Eklemeli
diller ve Çekimli diller. Çince ve Tibetçe tek heceli dillerdendir. Türkçe,
Moğolca, Korece, Japonca, Fince, Macarca eklemeli dillerdendir. İngilizce,
Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Hintçe, Kürtçe, Farsça, Arapça
çekimli dillerdendir. Tek heceli dillerde temel nesnelere ve fiillere tek
heceli kelimeler verilir. Bu tek heceli kelimelerin birleşiminden tanımlamalar,
cümleler ve yeni kelimeler türetilir. Eklemeli dillerde, kelime köklerinden
yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime
köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme
olmaz. Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Türkçe sondan
eklemeli bir dildir. Çekimli dillerde de kelimenin önüne, içine veya sonuna
ekleme vardır ama çoğunlukla bu eklemelerle kelimenin kökü kaybolur, kök kelime
ile benzerliği kalmaz. Genel olarak bu 3 farklı dil yapısının özne, nesne ve
yüklem dizlimi de birbirinden farklıdır.
·
Not 9: Homo Sapiens’in nüfusu
tahminen 600 bin idi.
60 bin yıl önce
insanlar ok ve yayı icat ettiler. Artık avlanmak ve korkusuzca ilerlemek
kolaylaşmıştı. Yalnız bu silah terör ve yağmayı da başlatmıştı. İyi oka sahip
olanlar diğer klanların yiyeceklerini ve mallarını almak veya onları kendi
bölgelerinden kovmak için ok ve mızraklarla saldırıya geçiyorlardı. Ok
sayesinde köleleştirme de başlamış oldu. Dikiş iğnesi de bu dönemde icat
edildi. İlk mağara resimleri de bu dönemde yapıldı.
50 bin yıl önce
Arap yarımadasının kuzeyinden (Mezopotamya’dan) çıkan bir grup Homo Sapiens Orta
Asya’ya, Arap yarımadasının güneyinden çıkan bir diğer bir grup da Güney
Asya’ya ulaştı.
45 bin yıl önce
Güney Asya’daki bir grup Homo Sapiens Okyanusya kıtasına (Avustralya, Yeni
Zelanda, Yeni Gine ve diğer adalara) ulaştı. (Bu ulaşım ilkel sallarla olmalı,
çünkü son buzul çağından dolayı sular ne kadar çekilse de Okyanusya kıtasına bir
deniz taşıtı olmadan ulaşmak imkansızdır.) İnsanların ilk kez ayaklarına
ayakkabı benzeri deri geçirdikleri görüldü.
43 bin yıl önce insanlar ilk defa kayıt maçlı
çetele tutmaya başladı. Bunun için kemik, ahşap veya taş kullanıyorlardı. Bu
malzemelere sert ve keskin taşlarla çentik atıyorlardı. Öyleyse insanoğlu
saymayı daha önce keşfetmiş olmalıdır. Sonraları iplere düğüm atarak da kayıt
tutmaya başlamıştır insanoğlu. Bu çentikler ve düğümler ilk yazı sistemleri
olarak adlandırılabilir.
42 bin yıl önce insanlar ilk flütü yaptı. Bu icat,
müziğin ve şarkıların insan hayatına daha önce girdiğini gösterir.
41 bin yıl önce insanlar heykelcikler yapmaya
başlamışlardır. Bu heykelcikleri ilk önce hayvan kemiklerini ve boynuzları şekillendirerek
yaparken, daha sonraları taşları yontarak veya çamura şekil verip kurutarak
yapabiliyorlardı.
·
Not 1: İnsanoğlu 41 bin yıl öncesinden
çok daha eski zamanlarda ahşaptan heykelcikler de yapmış olmalıdır, ama ahşap
organik malzeme olduğu için günümüze kalamadığı için bulunamamış olabilir.
·
Not 2: Günümüzden 41.000 yıl
öncesine tarihlenen Aslan Adam Heykelciği ya da Stadel Aslanı. 1939
yılında Almanya'nın güneyinde yer alan Stadel Mağarası'nda (Baden- Württemberg)
keşfedilmiştir. Bu heykel, tüylü mamut dişinden çakmak taşı ile oyulmuş olup, boyu
yaklaşık 30 cm’dir. Bu heykel, daha eskisi bulunasıya kadar, insanlık tarihinin
en eski sanatsal temsillerinden biri olarak kabul edilmektedir.
·
Not 3: Günümüzden 40-35 bin yıl
öncesine tarihlenen Hohle Fels Venüsü heykelciği Almanya’daki Hohle Fels
Mağarası'nda bulunmuştur. Mamut dişinden yapılan 6 cm yüksekliğindeki eserin dini
bir anlamı olabileceği düşünülüyor.
·
Not 4: Günümüzden 30 bin yıl
öncesine tarihlenen ve killi çamurdan yapılmış hayvan figürleri keşfedilmiştir.
Bu kusurlu hayvan figürlerinin çocuklar tarafından oynamak için yapıldığı düşünülmektedir.
Eğer öyleyse insanoğlu oyuncakla 30 bin yıl önce tanışmış demektir.
·
Not 5: Dünyanın ilk gerçek
boyutlu insan heykeli MÖ 9500’lü yıllarda Şanlıurfa’da kireç taşı bloğundan
oyularak yapılmıştır. Balıklıgöl Heykeli veya Urfa Adamı olarak anılan
bu heykel 1,80 metre boyundadır.
40 bin yıl önce
Orta Asya’daki Homo Sapiens’lerin bir kısmı Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya,
bir kısmı da Sibirya-Bering-Alaska üzerinden Kuzey Amerika’ya ulaştı. Kuzey
Amerika’dakilerin Güney Amerika’ya ulaşmaları ise 10 bin yıl sürdü. Homo
Sapiens artık dünyanın her yerindeydi.
·
Not 1: 40 bin yıl önce orta Asya’dan ters yönde yola çıkan göçmenler hemen
hemen aynı anda (35 ila 30 bin yıl önce) Avrupa ve Kuzey Amerika’ya ulaştılar.
Bu göçmenlerden batıya gidenler Avrupalıların atası olacak, doğuya gidenler
Amerikan yerlilerinin atası olacaktı. Avrupa’ya ulaşan orta Asyalı göçmenler tarımı
keşfedecek, şehirleşecek, dinler türetecek, modernleşecek, icatlar ve keşifler
yapacaktı. Amerika’ya ulaşan orta Asyalı göçmenler ise hemen hemen hiç gelişim
göstermeyip avcı-toplayıcı olarak kalacaklardı. Avrupalı olanlar günümüzden 624
yıl önce Amerika kıtasını keşfedecek, Amerika’daki yerlilerin uzak akrabaları
olduğunu bilmeden, çoğunu katledecekti.
·
Not 2: Bazı bilim adamlarına göre orta Asya’dan Bering boğazı üzerinden kuzay
Amerika’ya geçiş 35 ila 14 bin yıl arasındadır.
·
Not 3: Bazı bilim adamları 26 ila 19 bin yıl önce Avrupa’da yaşayan
insanların da donmuş deniz (kesintisiz su tabakası) ve Grönland üzerinden Kuzey
Amerika’ya ulaştıklarını da iddia eder. Yani onlara göre Amerikan yerlilerinin
ataları hem orta Asyalı hem de Avrupalıdır.
·
Not 4: 300 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkan Homo Sapiens türü insanlardan
bazıları 60 bin yıl önce Afrika’dan ayrılacak ve 40 bin yıl içinde (Antarktika
hariç) tüm dünyaya yayılacaklardı. (20 bin
yıl önce dünyanın her yerine dağılmıştık)
·
Not 5: Afrika’dan çıkıp dünyanın her yerine ulaştığımız bu 40 bin yıllık
sürece yaklaşık 2000 nesil sığar. Dünyanın çevresi yaklaşık 40 bin km’dir.
Teorik olarak; her yeni nesilden bir klan (boy) 20 km öteye göçmüş olsa, 40 bin
yılda insanoğlu dünyanın etrafını dolaşmış olur. Yani demem o ki, göçmen
atalarımız her yıl 1 km öteye göçseler, dünyadaki tüm kara parçalarına ulaşmak
için 40 bin yıl yeter de artar bile. 40 bin yıllık süreçte kökeni Afrika olan
insanlar farklı coğrafyaların, farklı iklimlerine, farklı çevrelerine, farklı
doğalarına ve farklı yüksekliklerine uyum sağladılar. (Antarktika kıtasına ayak
basmamız ise son 200 yılda gerçekleşmiştir. Bu kıtada yaşamış veya yaşayan insan
topluluğu yoktur. Sadece kaşifler ve bilim adamları bulunmaktadır.)
37 bin yıl önce
insanlar tahılları ezerek un haline getiren, bitkileri eserek suyunu ve
posasını çıkaran havan tokmağını icat ettiler.
32 bin yıl önce
insanlar ilk müzik aletlerini yaptılar. Demek ki, şarkı söylemeye ve dans
etmeye daha önce başladılar. Sepet örmeye ve ip eğirmeye de bu dönemde
başladılar.
31 bin yıl önce kangren olmuş veya parçalanmış
uzuvları kesmeyi ve ampüte edilmiş insanı hayatta tutmayı başardılar. Bitkisel
ilaç yapmaya başladılar. Tıp başlamış oldu.
30 bin yıl önce
Homo Neanderthalis insanının nesli tükendi. Neandarthal insanı yoğunlukla
Avrupa’da ve kuzey Asya’da bulunuyordu. Bu tür Homo Sapiens ile yaklaşık 270
bin yıl boyunca sürekli karşılaştı ama en yoğun karşılaşması bundan 60 bin yıl
önce başladı ve 30 bin yıl sürdü. Neandarthal insanının neden tarih sahnesinden
silindiği bilinmiyor ama Homo Sapiens tarafından soykırıma uğramış olma
ihtimalleri var.
28 bin yıl önce insanlar deriyi ince keserek elde
ettikleri şeritlerden dokuma giysiler yaptılar.
25 bin yıl önce
insanlar daha sistematik inançlar kurgulamaya başladılar. Artık tapınıyorlardı
ve rutin ritüeller düzenliyorlardı. Komplike bir inanca sahip olan topluluklar
daha sıkı işbirliği yapıyor ve gelişiyordu. (Şamanlar görülmeye başlandı)
22 bin yıl önce insanlar ilk balık kancasını
yaptılar.
20 bin yıl önce
insanlar boyayı icat etti. İlk boyalar hayvansal yağ, toprak ve bitkiler gibi
doğal kaynaklardan elde edilerek yapılmıştır. İlk renk paleti ise beyaz, siyah,
kırmızı, sarı ve kahverengiydi. Diğer renkler çok sonra bulunacaktır.
·
Not 1: İcat edilen ilk boyalar
mağara duvarlarına yapılan resimleri, kişisel takıları ve vücutlarını
renklendirmekte kullanıldı.
·
Not 2: İnsan icadı boya
renklerini tarih sahnesine çıkışları;
o
Siyah: Siyah pigmentler (örn.
kömür tozu, kül) antik çağlardan beri kullanılmakta olup, özellikle MÖ
20.000'lerde mağara resimlerinde görülmektedir.
o
Kırmızı: Kırmızı pigmentler,
doğada bulunan mineral kaynaklardan (örneğin, hematit) yapılan en eski
boyalardandır. MÖ 20.000'lere kadar uzandığı tahmin edilmektedir.
o
Kahverengi: Yapılması en kolay
renkti. Toprağı suyla karıştırıp kahverengi çamur elde diyordunuz. MÖ
20.000'lerde mağara resimlerinde görülmektedir.
o
Beyaz: İnsanlar, beyaz
renklendiriciyi yaklaşık M.Ö. 10,000 yılında keşfettiler. Beyaza boyamak için, kemik
tozu, kireç taşı ve kaya mineralleri gibi doğal kaynaklardan elde edilen
malzemeler kullanılmıştır. Özellikle, kaolin ve tuz gibi malzemeler beyaz boya
yapımında yaygın olarak kullanılmıştır. Titanyum dioksit ve çinko beyazı gibi
modern beyaz pigmentler 19. yüzyılda keşfedilmiştir. Ancak, kurşun beyazı gibi
eski beyaz pigmentler de uzun süredir kullanılmaktaydı.
o
Turuncu: MÖ 3 binli yıllarda
antik Mısır’da bitkilerden ve mineral kaynaklardan elde edilmiştir
o
Mavi: Mısır mavisi (calcinated
copper) olarak bilinen pigment, yaklaşık MÖ 2500 civarında Antik Mısır'da
üretilmiştir. Gerçek mavi pigment (lapis lazuli) ise daha sonra, özellikle Orta
Çağ'da değerli bir maden olarak üretilmiştir.
o
Yeşil: Doğal yeşil pigmentler
(örneğin, yeşil toprak) Antik çağlardan beri kullanılmaktadır. Ancak, bakır
bazlı yeşil pigmentler (örneğin, Scheele's Green) 18. yüzyılda
geliştirilmiştir.
o
Sarı: Sarı pigmentler,
özellikle sarı topraklar ve kurşun sarısı pigmentleri Antik Mısır dönemine
kadar uzanmaktadır. 18. yüzyılda daha çeşitli sarı pigmentler geliştirilmeye
başlanmıştır.
o
Mor: MÖ 1500’lü yıllarda elde
edilmiştir. Eski zamanlarda, mor boya yalnızca belirli türdeki deniz
salyangozlarından elde edilebiliyordu ve bu süreç oldukça zahmetliydi. Bu
nedenle, mor boya son derece pahalıydı ve yalnızca zenginler, özellikle de
kraliyet ailesi, bu rengi kullanabilirdi.
·
Not 3: Boya insanlığın ilk
ticari malzemelerinden biridir. Bu yüzden çok çeşitlendirilmiş ve yapım
metodolojisi çok geliştirilmiştir.
18 bin yıl önce insanlar mağaralara yıldızların
konumlarını işaretlediler. Belki de burçların kökeni bu tarihlere
dayanmaktadır.
17 bin yıl önce insan ilk defa mızrak fırlatıcısı
kullanmaya başladılar.
15 bin yıl önce
Homo Floresiensis insanının nesli tükendi. Bu tür Endonezya’ya 1 milyon yıl
önce yerleşen Homo Erektus türünden 95 bin yıl önce evrimleşmişti ve sadece
Endenozya adalarında yaşıyorlardı. Bu adaların kıt kaynaklarından dolayı
bedenleri küçük olan bu tür Yüzüklerin Efendisi filmindeki Hobit
boyutlarındaydı.
·
Not 1: İlk Homo türü insandan günümüze (5 milyon yıl boyunca) yeryüzünde
10’den fazla insan türü yaşadı ve sadece Homo Sapiens olan bizler hayatta
kalmayı başarabildik. Son 15 bin yıldır dünyayı sadece Homo Sapiens türü
yönetiyor ve şekillendiriyor.
·
Not 2: Homo Sapiens’in tarih sahnesine çıktığı dönemde yer yüzünde olan diğer
insan türlerinin günümüze kadar gelememesinin sebebi belki de Homo Sapiens’in
onlara soykırım uygulaması olabilir. Belki de hastalık yapan virüslere/bakterilere
karşı bizler daha dayanıklıydık. Diğer insan türlerinin neden soylarını devam
ettiremediklerini şimdilik bilemiyoruz. Öte yandan Homo Sapiens’in diğer insan
türlerinden bazılarıyla çiftleştiğini ve aile kurduğunu genetik araştırmalarla
tespit etmiş bulunuyoruz.
·
Not 3: Birbirimize ne kadar farklı gelsek de; koyu derililer, kızıl
derililer, sarı derililer, koyu mor derililer, çekik gözlüler, sarı saçlılar,
kızıl saçlılar, kıvırcık saçlılar, düz saçlılar, iri kemikliler, mavi gözlüler,
uzunlar, kısalar, cüceler aynı türün (Homo Sapiens) insanıdırlar. Yani
hepimizin atası aynıdır. En eski erkek atamız 78 bin yıl önce, en eski kadın
atamız 200 bin yıl önce yaşamıştır.
14 bin 500 yıl önce insanlar vahşi buğday
tanelerini una çevirip, suyla karıştırıp, altında ateş yanan ince taş üstünde pişirerek
ilk ekmeği yaptı. Ekmek kavgası başlamış oldu 😊
14 bin yıl önce
insanlar başıboş dolaşan kurt yavrularına rastladı. Henüz tehlikesiz olan bu
sevimli yavruları barınaklarına getirdiler. (Sanırım o zamanın çocuklarının
oyuncaklarıydı bu yavru kurtlar) İçlerinden bazıları insanlara alıştı.
İnsanların elinden beslenmeyi, insanlarla yaşamayı sevdiler. Evcil kurta sahip
olmak ayrıcalık halini almıştı. İnsanlar evlerine alışabilecek yavrular bulmak
için kurtların yavrularını çaldılar. O dönemde evcilleşen bu kurtlar günümüz köpeklerinin ataları oldu. Artık kurt
yavrusu aramaya gerek kalmamıştı. İyi koşullarda yetişen köpekler insanları
terk etmiyor ve hızla çoğalıyorlardı.
13 bin yıl önce
(MÖ 11.000’li yıllarda) bazı insanlar tarımı başlatarak yerleşik düzene geçti. Avcı/toplayıcı
topluluklar büyük bir ihtimalle bir önceki yıl terk ettikleri kamp yerlerinde tükettikleri
bitkilerin ve meyvelerin artıklarından/çekirdeklerinden bir yıl sonra bitki ve
meyve ağacı yeşerdiğini daha önce biliyorlardı. Ama bu kendiliğinden yeşermenin
onlara yetecek yiyeceği vermeyeceği aşikardı. Kabiledeki yaşlıların ise göçe
dayanması zorlaştığı için yaşlıları kamp yerlerinde yiyecekle bırakıyor ve
onların etrafında yeşerecek bitkilere güveniyorlardı. Böylece yaşlılar da
yiyecekleri bittiğinde etraflarında yeşeren bitkilerle idare ediyorlardı. Her
kamp bölgesinde bu ekme biçme döngüsü gelişti ve genişledi. Yaşlılar
yerlerinden hiç göçmeden kendi kendilerine beslenebiliyorlardı. Zamanla avcı ve
toplayıcı kabilelerin erkekleri eşlerini ve çocuklarını da elverişli araziye
sahip kamp yerinde yaşlılarıyla birlikte bırakmaya başladılar. Yaşılar ve
kadınlar tarımı avcılığa gerek duyulmayacak şekilde geliştirmiş oldu. Arada
sırada önlerinden geçen hayvanları avlayıp yemek de bonus idi. Erkekler de
avcılığı ve toplayıcılığı bırakarak tarıma girişti. Artık tarım için bekleme
aylarında avcılık yapılıyordu. Böylece tarım devrimi başlamış oldu. İnsanların
diyetine tahıl ürünleri daha fazla girdi. (ilk mahsuller buğday ve arpa idi) Çiftçilikle
uğraşmak yüzünden avcılığa az vakit kalıyordu, dolayısıyla insanların et
tüketimi azaldı ama besin çeşitliliği arttı. Üstelik avcılığın getirdiği
ölümler azaldı. Tarım ve yerleşik yaşam nüfusun hızla artmasını sağladı. Yerleşik
düzen; köylerin, kentlerin, dinlerin, siyasetin, icatların ve medeniyete dair
pek çok şeyin başlangıcı olacaktı.
·
Not 1: İnsanoğlu bundan önce avcılık ve toplayıcılıkla beslendiği için
sürekli göç etmek veya gezinmek zorundaydı. Yenebilecek hayvanların peşinde
olmak ve yenilebilir bitki ve meyveleri toplamak zahmetli ve tehlikeli olduğu
kadar göçü de zorunlu kılıyordu. Bu da nüfusu az tutuyordu. İnsanlar
yaşlılarını terk ediyor, göçü engellediği için az çocuk yapıyordu. (Her ne
kadar 105 bin yıldır yabani tahılları doğadan toplayıp yeseler de, ekip
biçmeyi, yani tarımcılığı henüz keşfetmemişlerdi.)
·
Not 2: Pek çok insan tarım devriminin 11 bin yıl önce (MÖ 9 binli yıllarda) başladığını
sanır. Ama Göbeklitepe kazıları da gösterdi ki, tarım devrimi bundan en az 2
bin yıl daha önce (MÖ 11 binli yıllarda) başlamıştır.
·
Not 3: Tarım 13 bin yıl önce (MÖ 11 binli yıllarda) Harran bölgesinde
başladı. Tarımcılık buradan MÖ 9 binli yıllarda Mezopotamya bölgesine ve
Levanten bölgesine sıçradı. MÖ 8 binli yıllarda Ege ve Yunan kıyılarına, MÖ 7
binli yıllarda Karadeniz’in kuzeyine (bugünkü Ukrayna, Volga bölgelerine) ve
sonrasında Avrupa’nın kuzeyine ulaştı. MÖ 9 binli yıllarda (neredeyse
Mezopotamya ile aynı anda) Çin'de, Yangzi Nehri ve Sarı Nehir bölgesinde tarım
başlamıştır. MÖ 8000’li yıllarda İndus vadisinde, MÖ 7 binli yıllarda Okyanusya
adalarında, MÖ 6 binli yıllarda Avustralya’da, MÖ 5 binli yıllarda Güney ve
Kuzey Amerika kıtalarında, MÖ 4 binli yıllarda Afrika’da tarım başlamıştır.
·
Not 4: Tarım devrimi sayesinde insanlar pek çok bitkiyi ıslah etmiş ve
tarlalaştırmıştır (evcilleştirmek demek bana göre doğru olmayacaktı, ben de bu
kelimeyi uydurdum). İlk tarlalaştırılan bitkiler buğday, bezelye, fasulye ve
nohut idi.
·
Not 5: Tarlalaştırılan ilk bitkilerinin üretildiği yerler ve yıllar aşağıdaki
gibidir.
o Buğday: Yaklaşık 10.000 yıl önce Orta Doğu'nun verimli hilal bölgesinde
(özellikle günümüz Türkiye'si, İran, Suriye ve Irak çevresi) tarıma
başlanmıştır.
o Arpa: Buğdayla birlikte, yine Orta Doğu'da, özellikle Mezopotamya bölgesinde
erken dönemlerde yetiştirilmiştir.
o Pirinç: Pirincin domestikasyonu Asya'da, özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinde,
MÖ 8 bin civarlarında gerçekleşmiştir.
o Mısır: Meksika kökenli olan mısırın yetiştirilmesi, MÖ 7 binli yıllara kadar
uzanır.
o Soya Fasulyesi: doğadaki vahşi soya fasulyelerinin ıslah edilip tarımla üretilmesi MÖ 7
ila 6 binli yıllara denk gelir. İlk Çin’de tarımı yapılmıştır ve binlerce yıl
boyunca güneydoğu Asya’nın başlıca besin kaynaklarından olmuştur.
o Baklagiller (nohut, mercimek vb.): Bu bitkiler de yine Orta Doğu'da, buğday ve arpa
ile birlikte, ilk tarım yapılan alanlarda yetiştirilmiştir.
o Pamuk: MÖ 4.500’lerde eş zamanlı olarak Hindistan’da ve Güney Amerika’da
çiftçiler vahşi pamuk bitkisini tarımsallaştırdılar.
·
Not 6: Tarım devrimi sayesinde insanlar kalıcı yerleşkeler (köyler) kurmaya
başladılar. Tarım aletleri ve sistemleri keşfedildi, bu da mekaniği ve
teknolojiyi başlattı. Gelişmeler bununla da kalmayacaktı; inançlar
komplikeleşecek ve kurumsallaşacak, merkezi idare sistemi doğacak, devletler ve
ordular kurulacak, yazı icat edilecekti. Kısacası modern hayatın tetikleyicisi
tarım devrimi olmuştu.
·
Not 7: Özellikle Bereketli Hilal denen bölgede tarım çok gelişti, tarımın
gelişmesi yerleşik hayatı, komun hayatını ve ticareti geliştirdi. Bu bölgede
ilk şehir devletlerinin ortaya çıkmasına da vesile oldu. Bu bölgede günümüzde
şu ülkeler bulunmaktadır; İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak.
·
Not 8: Bugün yaşadığımız halklar ve sınıflar arasındaki eşitsizliğin ilk
başlama zamanı da tarım devrimiyle olmuştur.
·
Not 9: Tarım devrimi insanlara tahıl ve meyve yetiştirmeyi öğretmişti ama
hayvancılığı henüz öğretememişti. Bu yüzden sadece tarımla uğraşan çiftçiler
avlanmaya devam ettiler.
·
Not 10: Göbeklitepe’deki yapıların yerleşke mi, silo/depo mu, tapınak mı veya
başka kullanım amacı olan bir yapı mı olup olmadığı bilinmemektedir. Ama
avcılık ve toplayıcılık için sürekli göçmek-gezmek zorunda olan insanoğlunun
ilk yerleşik yaşama burada geçtiğini biliyoruz. MÖ 11 binli yıllarda böyle
görkemli yapıları yapmayı nasıl başardıklarını hala çözebilmiş değiliz. Ama
antik insanlar bugün bile yapılması zor yapılar yapmaya devam ederek bizi
şaşırtmaya devam etmişlerdir. MÖ 10 binli yıllarda Halep’de Tell Qaramel yerleşkesini,
MÖ 5 binli yıllarda Bulgaristan’da Perperikon megalitlerini, MÖ 4 binli
yıllarda Fransa’da Bernanez megalitlerini, MÖ 4 ila 3 binli yıllar
arasında Mezopotamya’da zigguratları, MÖ 3 binli yıllarda Peru’da Sechin
Bajo yerleşkesini, MÖ 3 ila 2 binli yıllar arasında Mısır’da piramitleri,
MÖ 3 ila 2 binli yıllar arasında İngiltere’de Stonehange megalitlerini, MÖ
1.400’lü yıllarda Mısır’da Luksor tapınağını, MÖ 800 ila 600 yılları
arasında Meksika’da Cuicuilco tören merkezini, MÖ 600 ila 500 yılları
arasında Efes antik kentinde Artemis tapınağını, MÖ 500 ila 400 yılları
arasında Yunanistan’da Athena tapınağını yaptı antik insanlarımız.
12 bin yıl önce
(MÖ 10.000’li yıllarda) farklı bölgelerdeki insanlar birbirinden habersizce kil
ve çamurdan elle çanak çömlek yapmaya başladılar. Başlarda güneşte kurutarak
sağlamlaştırdıkları bu eşyaları sonradan ısıtarak sağlamlaştırmaya başladılar.
·
Not 1: Bu icat sayesinde ilkel tuğla yapmayı da akıl ettiler. Artık çalıdan
ve çadırdan evlerde kalmak zorunda değildiler. Kendilerine kerpiçten ev de yapabilirlerdi.
·
Not 2: Yaklaşık 7500 yıl sonra (MÖ 3500’lü yıllarda) pürüzsüz çömlekler
yapabilmelerini sağlayacak tepsi biçimli çarkı icat ettiler. Bu icat onları
tekerleği bulmaya da yaklaştıracaktı.
·
Not: 12 bin yıl önce, yani MÖ:10.000 yılında dünya nüfusu yaklaşık 5 milyon
idi. Bu nüfusun yarısından fazlası Amerika kıtalarındaydı. Şimdi ise %14’ü
Amerika kıtalarında yaşamaktadır.
11 bin 500 yıl
önce (MÖ 9.500’li yıllarda) ilk şehirler ortaya çıktı. Bugünkü
anlayışımızla küçük bir kasaba büyüklüğünde olan bu şehirlerin ilki
Filistin’deki Eriha şehri idi. Buradaki evler kerpiçten yapılmıştı. O
dönemde 2000’e yakın nüfusu olduğu sanılan bu şehirde Eriha halkı tarımla ve
takasla geçiniyorlardı. Muhtemelen kollektif tarım yapıyor, hasılatı
paylaşıyor, kendilerine yetenden fazlasını takasta kullanıyorlardı. Avcılar ve
çömlekçilerle takas yapıyorlardı.
·
Not 1: Eriha’dan sonra bilinen en eski antik şehirler şunlardır.
o Çatalhöyük: MÖ 7.400’de Türkiye’de (Konya) kuruldu.
o Ayn Gazal: MÖ 7 binli yıllarda Ürdün’de kuruldu.
o Mehrgarh: MÖ 7 binli yıllarda Pakistan’da kuruldu.
o Rakhi Garhi: MÖ 6 binli yıllarda Hindistan’da kuruldu.
o Hirokitya: MÖ 5.800’de Kıbrıs’da kuruldu.
o Erudu: MÖ 5.400’de Irak’ta kuruldu.
o
Kiş: MÖ 5 binli yıllarda Irak’ta kuruldu.
o
Biblos: MÖ 5 binli yıllarda Lübnan’da kuruldu.
o
Uruk: MÖ 4.500’lü yıllarda bir Sümer kıralı
tarafından Irak’ta kuruldu.
o
Ur: MÖ 4 binli yıllarda Irak’da kuruldu.
o Kültepe: MÖ 4 binli yıllarda Türkiye’de (Kayseri)
kuruldu.
o Şam: MÖ 4 binli yıllarda Suriye’de kuruldu.
o Halep: MÖ 4 binli yıllarda Suriye’de kuruldu.
o Susa: MÖ 4 binli yıllarda İran’da kuruldu.
o Feyyum: MÖ 4 binli yıllarda Mısır’da kuruldu.
o Sayda: MÖ 4 binli yıllarda Lübnan’da kuruldu.
o Filibe: MÖ 4 binli yıllarda Lübnan’da kuruldu.
o Troya : MÖ 3 binli yıllarda Türkiye’de (Çanakkale) kuruldu.
o Dülük: MÖ 3 binli yıllarda Türkiye’de (Gaziantep) kuruldu.
o Kerkük: MÖ 3 binli yıllarda Irak’ta kuruldu.
o Beyrut: MÖ 3 binli yıllarda Lübnan’da kuruldu.
o Kudüs: MÖ 2800’lü yıllarda İsrail’de kuruldu.
o Sur: MÖ 2.700’lüi yıllarda Lübnan’da kuruldu.
o Mohenjo-daro: MÖ 2.600’lü yıllarda Pakistanda (İndus vadisinde) kuruldu.
o Erbil: MÖ 2.300’lü yıllarda Irak’ta kuruldu.
o Harran: MÖ 2 binli yıllarda Türkiye’de (Urfa) kuruldu.
o Hattuşa: MÖ 2 binli yıllarda Türkiye’de (Çorum) kuruldu.
o Milet: MÖ 2 binli yıllarda Türkiye’de (Aydın) kuruldu.
o Knossos: MÖ 2 binli yıllarda Girit’de kuruldu.
o Argos: MÖ 2 binli yıllarda Yunanistan’da kuruldu.
o Erlitou: MÖ 2 binli yıllarda Çin’de kuruldu.
o Luyang: MÖ 2 binli yıllarda Çin’de kuruldu.
o Atina: MÖ 1.400’lü yıllarda Yunanistan’da kuruldu.
o Perge: MÖ 1.200’lü yıllarda Türkiye’de (Antalya) kuruldu.
o Baalbek: MÖ 1.100’lü yıllarda Lübnan’da kuruldu.
o Varanasi: MÖ bin yılında Hindistan’da kuruldu.
o Efes: MÖ bin yılında Türkiye’de (İzmir) kuruldu.
·
Not 2: Yukarıdaki şehirlerin köy olarak
başlangıçları daha da eskilere gitmektedir.
·
Not 3: Bildiğiniz pek çok antik şehrin kuruluş
tarihi MÖ bin yılından sonradır.
11 bin yıl önce
(MÖ 9.000’li yıllarda) son buzul çağı sona erdi. 18 bin yıl önce zirvesine
erişen ve neredeyse Avrupa’nın tamamını 4 mevsim kaplayan buz ve kar geri
çekildi. Artık Avrupa toprakları da Bereketli Hilal bölgesi kadar verimli hale
geldi. Tarım devrimi Avrupa’ya da sıçradı.
10 bin 500 yıl önce (MÖ 8.500’lerde) insanoğlu ilk
su kuyusunu kazdı.
10 bin yıl önce
(MÖ 8.000’li yıllarda) insanlar kendir bitkisinden yaptıkları ipliklerle ilk
kumaşı ördüler. Bugünün keten kumaşının atası olan bu kumaş sayesinde insanlar
giyim çeşitlerini artırdılar, 4 mevsim çalışabildiler ve daha soğuk yerlere göç
edebildiler. Sonraki bin yıllarda insanoğlu sırasıyla yünden, pamuktan, ipekten,
bambudan ve plastikten kumaş yapmayı da başaracaktı.
·
Not 1: Kumaşın atası ot ve sazlardan yapılan hasır örgülerdir. Hasır sepet ve
zemin döşemeleri avcı-toplayıcı zamanlardan kalma göçebe eşyalarıydı.
9500 yıl önce (MÖ
7.500’li yıllarda) insanlar artan et ihtiyacını karşılamak için yabani domuz ve keçileri yakalayarak tutsak ettiler, beslediler, çoğalttılar,
büyüttüler ve ihtiyaç duyduklarında bazılarını kesip yediler. Zamanla bu
hayvanlar evcilleşti. İnsanlar bu yöntemle diyetlerine daha çok protein
katabildiklerini gördükten sonra etinden, sütünden, yumurtasından, yününden,
gücünden ve sevimliliğinden yararlanabilecekleri hayvanları da evcilleştirmeye
çalıştılar. 8 bin yıl önce koyun ve inek, 7 bin yıl önce tavuk, 6 bin yıl önce kedi, 5 bin yıl önce at, eşek ve deve
evcilleştirildi. Evcilleşen hayvanlar artık doğal seçilimle değil, insan
seçimiyle evrimleşiyordu. Günümüzdeki evcil hayvanlar ilk evcilleştiklerinde
bugünkü kadar verimli ve faydalı değildi. Hayvan evcilleştirme de ilk Bereketli
Hilal bölgesinde oldu.
·
Not 1: Hayvancılığın başlamasıyla tarım devrimi tamamlanmış oldu. Artık doğa
insana değil, insan doğaya hükmediyordu.
·
Not 2: Tarım devriminden faydalanan yerleşik insanların refahını gören avcı-toplayıcı
insanlar çiftçiliğe yönelmeye başladılar. Yönelmeyenleri de çiftçiler dışladı,
kovdu veya katletti. Bazı avcı-toplayıcı klanlar çiftçiliğin sadece hayvancılık
kısmını benimseyip göçebe hayatı yaşamaya devam ettiler. Tarım devriminden
haberi olmayan başka coğrafyadaki avcı-toplayıcı toplulukların çoğu 11 bin yıl boyunca
bundan habersiz yaşadı ve modern insanlar yurtlarını istila edince tarım
devrimin farkına vardılar. Dünyanın kıyısında köşesinde, dağında ormanında tecrit
edilmiş gibi yaşayan kabileler ise hala avcı-toplayıcı olarak yaşamlarını idame
ettirmektedirler.
9000 yıl önce (MÖ
7.000’li yıllarda) Bereketli Hilal bölgesinde yaşayanlar doğuya ve batıya göç
ederek dillerini (Hint-Avrupa dillerini) yaymaya başladılar. Tarım ve
hayvancılık sayesinde refahı ve kültürü artan Bereketli Hilal’de yaşayan
insanların dilleri hemen hemen ortaktı. Bu bölgedeki çiftçilerden bazıları daha
verimli topraklar bulmak için Avrupa’ya, Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya, İndus
Vadisi ve ötesindeki Hindistan’a göç ettiler. Gittikleri her yere hem
zenginliklerini, hem tarım ve hayvancılık bilgilerini, hem kültürlerini, hem de
dillerini taşıdılar. Ekonomik ve kültürel güçlerinden dolayı taşındıkları
bölgelerin dillerini de etkilediler ve böylece Hint-Avrupa dilleri doğmuş oldu.
·
Not 1: Bilim adamları Hint-Avrupa dilinin doğduğu bölgenin Karadeniz’in
kuzeyindeki Kırım veya güneyindeki Anadolu olabileceğini iddia eder. Son
dönemde ağırlık Anadolu’dan yanadır.
·
Not 2: Anadolu’nun eski medeniyetlerinden olan Etilerin dili Hititçe bir Hint-Avrupa
dilidir.
·
Not 3: Hint -Avrupa dilleri; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca,
İspanyolca, Portekizce, Hintçe, Bengalce, Pencepca, Urduca, Rusça ve
benzerleridir.
·
Not 4: Türkçe bir Hint-Avrupa dili değildir, çünkü Türkler Bereketli Hilal’in
en verimli toprakları olan Anadolu’ya günümüzden yaklaşık bin yıl önce gelmişlerdir.
Türkçe Ural-Altay dil ailesine mensuptur. Türkçe’nin anavatanı orta Asya’dır.
·
Not 5: 9 bin yıl önce, yani MÖ 7.000 yılında dünya nüfusu yaklaşık 9,5 milyon
idi.
9000 yıl önce
(MÖ 7.000’li yıllarda) ilk alkollü içki olan bira Çin’de yapıldı. 2 bin yıl
sonra Gürcistan’da üzüm şarabı, 3 bin yıl sonra da Avrupa’da bal şarabı icat
edildi. Köpeğin çektiği kızaklar da bu dönemde icat edildi.
8000 yıl önce
(MÖ 6.000’li yıllarda) ilk taş fırınlar yapıldı. Artık yemekler daha lezzetli
ve daha çeşitliydi.
7750 yıl önce
(MÖ 5.750’li yıllarda) insanlar dağların içinden tuz çıkarmaya ve takasta
kullanmaya başladı.
7500 yıl önce (MÖ
5.500’lü yıllarda) insanlar madenleri keşfetti. Madenleri eritip eşya yapmaya
başlamalarıyla taş devri sona erdi, maden devri başladı. 2300 yıl sürecek maden
devri; bakır, tunç ve demir çağları olarak üçe ayrıldı. Maden devrine
girildiğinde dünya nüfusu 15 milyon civarındaydı.
·
Not 1: 7500 yıl kadar önce bakır keşfedildi ve bakır aletler yapılmaya
başlandı. 5000 yıl kadar önce bronz keşfedildi ve bronz aletler yapılmaya
başlandı. (Tunç olarak da bilinen bronz, o zamanlar bakır ve kalay karışımıyla
yapılırdı) 3500 yıl kadar önce demir keşfedildi ve demir aletler yapılmaya
başlandı.
·
Not 2: Madenlerin keşfi ile insanlar yeni bir tür ayna ile tanıştılar. Yüzeyi
cilalanarak parlatılmış metal ayna. Bu aynalar bakırdan, bronzdan ve gümüşten
yapılıyordu. Bu aynalar önemli bir ticaret malıydı. Daha önceleri obsidyen
taşından aynalar vardı. Obsidyen taşı takı yapımında da kullanılıyordu. Bu
yüzden obsidyen taşı ticareti çok gelişmişti. Obsidyen taşına en çok Anadolu’da
rastlanıyordu. Çünkü Bereketli Hilal’de ve Mısır’da pek fazla antik volkan
yoktu ama Anadolu’da bolca vardı. Anadolu’da (Çatalhöyük) sekiz bin yıllık
obsidyen ayna bulunmuştur. Camı sırlayarak ayna yapımı çok sonraları icat
edilmiştir. İlk sırlı camlı oval ayna (14.yüzyıl) sonra sırlı camlı düz ayna
(18.yüzyıl) icat edilmiştir.
7200 yıl önce
(MÖ 5.200’li yıllarda) insanlar sütten peynir yapmaya başlamışlardı.
7000 yıl önce
(MÖ 5.000’li yıllarda) Mezopotamya’daki çiftçiler sulama sistemleri
geliştirdiler. Tarlalarına nehirden kontrollü bir şekilde su çekmeye
başladılar. MÖ 4.500’lü yıllarda İndus vadisi çiftçileri ve MÖ 3.000’li
yıllarda Nil vadisi çiftçileri de sulama sistemi kullanmaya başladılar. Sulama
sistemi sayesinde topraktan daha fazla verim alındı, böylece bölgede nüfus
artmaya başladı.
·
Not 1: ilk defa pamuk bitkisinden iplik yapıldı.
Bu bir İndus vadisi teknolojisiydi.
6500 yıl önce (MÖ
4.500’lü yıllarda) insanlar su üzerinde taşıma yaptıkları kürekli kayık tipi
araçları icat ettiler. (Salları ise daha önce de kullanıyorlardı.)
·
Not 1: Sallara yelken takmayı
MÖ 5.500’lerde icat etmişti insanoğlu.
6200 yıl önce (MÖ
4.200’lü yıllarda) insanlar tarımda daha verimli olmak için güneş takvimini
geliştirdiler. Böylece ekim ve dikim zamanlarını kollayabiliyor, nehirlerin ne
zaman yükseleceğini ve böylece tarla sulamasını ne zaman yapabileceklerini
hesap edebiliyorlardı. Yalnız bu takvim sadece yıllık döngüleri takip
etmelerine yarıyordu.
·
Not: Aylar için ay hareketlerine bakarak icat ettikleri ay takvimini
kullanıyorlardı. Dolayısıyla bir ayları 29 gün idi.
6000 yıl önce (MÖ
4000’li yıllarda) kent krallıkları (şehir devletleri) oluşturmaya başladılar.
Kentlerini büyütmek ve halkı bir arada tutmak için dinden faydalanmayı icat
ettiler. Büyük tapınaklar modası başladı.
·
Not 1: Evlere su kanalı/borusu
çekilmeye başlanmıştı. Hatta bazı şehirlerdeki bazı evlerde kirli suyu evin
dışına ve hatta nehre taşıyan borular/kanallar vardı. Sıhhi tesisat
akledilmişti.
·
Not 2: ilk ilkel kilitler de bu
dönemde icat edilmişti.
·
Not 2: MÖ 4000 yılında dünya
nüfusu yaklaşık 30 milyon idi.
5600 yıl önce
(MÖ 3600’lü yıllarda) insanlar ipek kumaşı icat ettiler.
5500 yıl önce (MÖ
3500’lü yıllarda) insanlar tekerleği ve camı icat etti. Mühür kullanımı da bu
dönemde başladı. Dövme de bu dönemde yapılmaya başlandı. Saban da bu dönemde
icat edildi.
5300 yıl önce
(MÖ 3300’lü yıllarda) insanlar kılıcı icat etti. Gasp, yağmalama, saldırı daha
da kolaylaşmıştı.
5200 yıl önce (MÖ
3200’lü yıllarda) bir Mezopotamya uygarlığı ola Sümerler yazıyı icat etti. Fırat
ve Dicle nehirlerinin güneyindeki Basra bölgesinde 6000 bin yıl önce (MÖ 4
binli yıllarda) tarih sahnesine çıkan Sümerliler ne Sami-Hami dilini ne de
Hint-Avrupa dilini konuşuyorlardı. Başka bir dil ailesine mensuptular çünkü
onlar Basra’ya Asya’dan gelmişlerdi. Sümerlerin alfabesi, tarihin en eski yazı
sistemlerinden biri olan çivi yazısıdır. Çivi yazısı, resimlerden oluşan
semboller kullanılarak yazılmıştır ve harf ya da hece alfabesi değildir. Kil
tabletlerin icadıyla çivi yazısı ile pek çok kayıt tutulmuştur. Kil tabletler
killi toprağın suyla çamur haline getirilmesiyle yapılıyor ve henüz kurumadan
çivilerle üzerine yazı yazılıyordu. Çivi yazısının, tarım ürünlerinin
üretimini, depolanmasını ve taşınmasını takip eden muhasebe yöntemlerinden
kaynaklandığı düşünülmektedir. Keşfedilen en eski çivi yazılı kayıtlar muhasebe
amaçlıdır ve çoğunlukla rakamları içerir. Biçtikleri tahılları güvenle
saklayacakları depoları olmayan çiftçiler diğer çiftçilerle birlikte mahsulü
sağlıklı ve güvenli koruyacak silolar (depolar) yapmıştı. Bu siloları beklemesi
için de rahiplere güvenmişlerdi. Rahipler çiftçilerden aldıkları mahsulü kayda
almaya ve bir kopyasını çiftçiye vermeye başlamıştı. Böylece yazı ortaya çıktı.
Köylerdeki silolar zamanla ibadethaneye de sahip oldu. Daha sonra altı silo
olan dev tapınaklar (Zigguratlar) inşa edildi. Rahipler hem mahsul bekçiliği
yapıyor hem de mahsulden vergi alıyorlardı. Bu durum önce büyük köy (şehir),
sonra devlet anlayışının temelini attı. Yani devlet halkın malını korumak ve
kamu malı oluşturmak için kuruldu denilebilir. Yazının çıkışıyla, şehir
devletlerinin ortaya çıkışı ardışıktı ve birbirine yakın tarihlidir.
·
Not 1: Yazıyı bir kayıt sistemi olarak addedecek olursak kayıt amaçlı
kullanılan mağara resimlerini, kemiklere ve ahşaplara atılan çentikleri, ipe
atılan düğümleri insanoğlunun ilk yazı sistemleri olarak görebiliriz. Ayrıca çanak
çömleklerin üzerinde yapan ustayı belirten semboller ile hayvanların kime ait olduğunu
gösteren dağlamanın, hatta vücutlara yapılan ve anlam ifade eden dövmelerin de ilk
yazı sistemlerinin bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. (Eski insanlar kölelerin
kime ait olduğunu dağlamanın yanı sıra dövme ile de işaretlemişlerdir.)
·
Not 2: Yazıya giden yolda tokenlar ve mühürler önemli kilometre taşlarıdır. Mezopotamya’da
tarım, hayvan ve tekstil ürünlerinin alışverişinde kullanılan tokenler kilden
yapılmış minik yassı boncuklardır. Her biri kendine özgü anlam ifade eden
desene sahip olan tokenlara MÖ 8 binli yıllardan itibaren rastlanmaktadır. Depolanan
ve nakledilen malların üzerine iliştirilen Bulla’ların (kilden yapılmış
yuvarlak zarfın) içinde malların nevine ve adetine dair tokenler konurdu.
Böylece zamanı geldiğinden zarf kırılır ve içindeki tokenlara bakılarak kayda
bakılmış olunurdu. Mezopotamya halkları zamanla tokenlara alternatif olarak silindir
mühürleri icat ettiler. Silindir mühürler üzerindeki kazınmış desenler, yaş bir
kil parçasının üzerinde yuvarlanarak aktarılıyordu. Kayıt işlerine bakanların
farklı anlamları ifade eden pek çok silindir mührü vardı. En eski silidir mühürler
MÖ 6 binli yıllara tarihlenmiştir. Tokenların ve silindir mühürlerin üzerindeki
motiflerin, kendilerinden çok sonra ortaya çıkan çivi yazısındaki motiflerle benzerlikleri,
onları proto yazı sistemi olarak adlandırmamıza neden olmaktadır.
·
Not 3: Bir şeyler anlatmaya çalışan proto yazı
sistemlerinden biri de Piktografidir. Taş ve özellikle mağara duvarlarında
rastlanan ve resim yazısı olarak adlandırılan Piktografi türünün ilk örnekleri
M.Ö 3500 yılında Mezopotamya’da ve Mısır’da gözlemlenir.
·
Not 4: İlk geliştirilen tüm yazı sistemleri (proto yazılar) insan konuşmasını
grafik olarak yansıtma, kayda alma ve nakletme fikrinden doğmuştur diyebiliriz.
İnsanlar arası ticaret arttıkça kendi hafızasına ve karşısındakinin niyetine
güvenmeyen insanlar alışveriş muhasebesini kayda almak için yazıyı icat
etmişlerdir.
·
Not 5: Harfleri işaretleyen yazılar (alfabeler) olduğu gibi, heceleri
işaretleyen, kelimeleri işaretleyen, hatta iki veya daha fazla kelimeden oluşan
tanımlamaları işaretleyen yazı türleri de vardır dünyada.
·
Not 6: Çivi yazısından sonra ortaya çıkan belli başlı yazı sistemleri ve
alfabeler aşağıdaki gibidir.
o Mısır Hiyeroglifleri: İlk olarak MÖ 3000’li yıllarda Mısır'da
kullanılan bu yazı sistemi, resimlerden oluşan sembollerle yazılmıştır ve kil
tabletlerde ve duvar resimlerinde görülmüştür. Ayrıca Luvi hiyeroglifleri ve
Urartu hiyeroglifleri de bu yazı sisteminin Mezopotamya'da kullanılan diğer
örneklerindendir. Girit hiyeroglifleri ise Girit Uygarlığı tarafından
kullanılan başka bir tür hiyerogliftir. Hiyeroglif deyice “resimli yazı”
anlamalıyız ama kökence “kutsal yazıt” demektir.
o Elamit Yazısı: İran'ın güneybatısında MÖ 3000'li yıllarda var olmuş Elam medeniyetine
ait eski bir yazı sistemidir. Çivi yazısına benzerlik göstermektedir. Elamit
yazısı, daha sonra ortaya çıkan Linear Elamit yazı sistemi ile birlikte
kullanılmıştır ve Proto-Elam yazısıyla da ilişkili bulunmaktadır.
o Çin Karakterleri: MÖ 3000 ila 2500’lü yıllarda Çin’de ortaya
çıkan ve Çinceye özel olan bir yazı sistemidir. Çin dilindeki karakterler yan
yana gelerek bir kelimeyi meydana getirmez, her kelime için farklı bir karakter
bulunmaktadır. Her bir karakter fonetik ve semantik özelliklere sahiptir.
o Indus Yazısı: İndus yazısı, diğer adıyla Harappan yazısı, İndus Vadisi Uygarlığı
tarafından üretilen yaklaşık 400 sembolden oluşan bir yazı sistemidir. Bu
semboller, sosyal, idari ve dini alanlarda görülen gelişmelere paralel olarak
yaklaşık M.Ö. 2600 civarında ortaya çıkmıştır. Ancak İndus yazısının tam olarak
ne anlama geldiği ve nasıl kullanıldığı konusunda kesin bir bilgi mevcut
değildir.
o Ugarit Yazısı: MÖ 1400 veya MÖ 1300 civarında, soyu tükenmiş bir Kuzeybatı Sami dili
olan Ugaritçe için kullanılan hece öğelerine sahip bir çivi yazısı ebcedidir
(ünsüz alfabesi) .
o Fenike Alfabesi: MÖ 1200’lü yıllarda Akdeniz kıyılarında ortaya çıkan bu alfabe, modern
alfabelerle aynı temelde kuruludur ve birçok modern alfabe sisteminin temeli
olmuştur. Bazı araştırmacılara göre Fenikeliler de bu yazı sistemini, Mısır
hiyerogliflerinden esinlenerek oluşturmuştur. Fenike alfabesi, Fenikelilerin
tüccar olmasının da yardımıyla bütün Akdeniz çevresine yayılmıştır. Arapların,
Yunanların, İbranilerin ve Latinlerin alfabeleri hep Fenike alfabesinden
türemiştir.
o Yunan Alfabesi: MÖ 1000 civarında Antik Yunan'da geliştirilmiş bir yazı sistemidir ve
24 harften oluşur. Bu alfabede 15 sessiz, 7 sesli ve 2 tane birleşik harf
bulunmaktadır. Yunan alfabesi, modern Avrupa alfabelerinin doğrudan veya
dolaylı atasıdır ve Fenike alfabesinden türetilmiştir.
o Latin Alfabesi: MÖ 7.yüzyılda Romalıların Yunan alfabesini örnek almalarıyla başlar.
o Arami Alfabesi: Aramiler tarafından Fenike alfabesinden uyarlanmış ve MÖ 8. yüzyılda
ayrı bir yazı haline gelmiş yazı sistemi. Aramiler köken olarak Asurludurlar,
Asurlular da sami halklarındandır. Harflerin tümü ünsüz sesleri temsil
etmiştir, ancak bu harflerin bazıları uzun ünlüleri belirtmek için de
kullanılmıştır.
o İbrani Alfabesi: İbraniler MÖ 6.yüzyıla kadar Fenike alfabesini kullanmış, sonrasında
da Aremi alfabesinden İbrani alfabesini türetmişlerdir.
o Kharosthi Yazısı: M.Ö. 3.yüzyılda kuzeybatı Hindistan’da Hint
ve İskit Kralları tarafından kullanılmıştır.
o Brahmi Yazısı: MÖ 3.yüzyılda tam gelişmiş bir yazı olarak ortaya çıkan antik
Hindistan'a ait bir yazı sistemidir. Brahmi yazısı, Hint yazı sistemlerinin
öncüsü olarak kabul edilen bir alfabedir. Güney ve Güneydoğu Asya'da kullanılan
birçok modern yazı Brahmi'den türemiştir, bu da onu dünyanın en etkili yazı
geleneklerinden biri haline getirmiştir. Brahmi yazısı, sayıları da içeren
karmaşık bir sistemdir.
o Nabatî Alfabesi: Nabatîler tarafından MÖ 2.yüzyılda kullanılmış olan, sadece ünsüz
harflerin bulunduğu alfabedir. Aramice alfabesinden türemiştir.
o Süryani Alfabesi: MÖ 2. yüzyıldan itibaren Mardin'de
Süryanice için kullanılan bir alfabedir. Bu yazı sistemi, Arami alfabesinden
türeyen Sami ebcedlerden biri olup Fenike, İbrani ve Arap alfabesi ile
bağlantılıdır.
o Arap Alfabesi: Arap alfabesi Nabatî ya da Süryani alfabesinden evrimleştiği
düşünülür. MÖ 1.yüzyılda Hicaz yarım adasının güneyinden kuzeyine çıkan Araplar
Nebati ve Süryani alfabesiyle karşılaştılar ve kendi dillerine uyarladılar.
o Runik Alfabesi: MS 2.yüzyılda Cermen ve Skandinav topluluklar arasında ortaya çıkmış
bir alfabe olup Ural-Altay dillerini konuşan bazı topluluklar tarafından da
kullanılmıştır. Futhark ve Damga alfabesi olarak da bilinir. Runik yazı genellikle
taşlara, ahşap üzerine veya metal objelerde yazılmıştır.
o Kiril Alfabesi: MS 9.yüzyılda Slav misyonerler tarafından yaratılmıştır. Aziz Kiril ve
kardeşi Metodius tarafından Slav dillerine eklenen Yunan sesleri ile
oluşturulmuştur. Kiril alfabesi, günümüzde Rusça, Bulgarca, Sırpça ve birçok
diğer Slav dili için temel yazı sistemidir.
o Devanagari Alfabesi: Hindistan ve Nepal'de kullanılan bir alfabe
yazı sistemidir. Temel olarak 11 ünlü ve 33 ünsüz harften oluşur ve soldan sağa
doğru yazılır. Bu alfabe, Sanskritçe, Prakritçe, Hintçe, Marathi, Konkani ve
Nepalce dillerini yazmak için kullanılır. Devanagari alfabesi, MS 7.yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandı ve
11. yüzyıldan itibaren olgun biçimine ulaştı. Bu alfabenin kökeni ise eski
Nagari alfabesine dayanmakta olup, yaklaşık 8. yüzyıl civarına
tarihlenmektedir.
o Braille Alfabesi: Görme engelli insanların okuma ve yazmasına
imkân tanıyan Braille alfabesi, Louis Braille tarafından 1821 yılında geliştirilmiştir.
Kabartma tekniği ile yazılıp parmakla okunan bu yazıya “Altı nokta körler
alfabesi” de denilmektedir.
·
Not 7: Yazının yazıldığı ilk
yüzeyler (odun hamurundan yapılan kağıt öncesi yazı yüzeyleri); mağara
duvarları, düz taşlar, kemikler, kuru deriler, kırık çömlek parçaları, palmiye
yaprakları, ağaç kabukları, odun, fil dişi, hayvan kabukları, ahşap, parşömen, insan
vücudu (dövme yazı), taş sütunlar ve duvarlar, çömlek üstleri, papirüs kağıdı,
bambu kağıdı, kemik mühürler, kil tabletler, metal levhalar, keten bezler, ipek
bezler…vb
·
Not 8: Antik zamanların (ilk çağın) yazı araçları; bitkisel boyalar, kamışlar,
hayvan kemikleri gibi malzemelerden yapılmış kalemler, sivri aletlerle kazıma/bastırma,
hayvan kıllarından yapılan fırçalar…vb
·
Not 9: Bu yazı sistemlerinin bazıları yukarıdan aşağıya, bazıları aşağıdan
yukarıya, bazıları soldan sağa, bazıları da sağdan sola doru yazılmakta ve
okunmaktadır.
·
Not 10: Yazının icadıyla tarih öncesi çağlar kapanmıştır. (Tarih öncesi çağlar
ikiye ayrılır; birincisi 2,2 milyon yıl süren taş çağı, ikincisi 2300 yıl süren
maden çağıdır.) Yazının icadıyla birlikte İlk Çağ başlamıştır. İlk çağ kavimler
göçüne (MS 375) kadar devam etmiştir.
5000 yıl önce
(MÖ 3000’lü yıllarda) mum icat edildi. Böylece karanlıklar aydınlığa çevrilmiş
oldu.
·
Not 1: dünya nüfusu yaklaşık 50
milyon idi.
4600 yıl önce (MÖ 2600’lü yıllarda) Mısırlılar bir
sazlık bitkisi olan papirüsten papirüs kağıdını icat etti. Yazmak artık daha
kolaydı. İlk terazi ve denge ağırlıkları da Mısır’da icat edildi. Ayrıca
Sümer’de ilk defa cetvel kullanılmaya başlandı. Hindistan’da ve İndus
vadisindeki şehirlerde kanalizasyon ve sanitasyon sistemleri yapıldı. İlk halk
tuvaleti ve halk hamamı da bu şehirlerde görüldü. Nehre yön vermek ve taşmasını
önlemek için ilk setler de bu bölgelerde yapıldı. İlk rıhtım Nil nehrinde
yapıldı.
4400 yıl önce
(MÖ 2400’lü yıllarda) Babilliler yılı 12 eşit parçaya ve günü de 24 saate
ayırmışlardır.
4300 yıl önce
(MÖ 2300’lü yıllarda) ilk çok şehirli devlet olan Akad İmparatorluğu kuruldu.
Bundan önceki devletler şehir krallıklarıydı. İlk sözlük Mezopotamya’da
yazıldı.
4000 yıl önce
(MÖ 2000’lü yıllarda) ilk savaş arabası, ilk makas, ilk çeşme icat edildi. Mimaride
ilk kemerli taş bağlantı kullanıldı.
·
Not: dünya nüfusu yaklaşık 80
milyon idi.
3750 yıl önce
(MÖ 1750’li yıllarda) devletleri kurumsallaştıracak hamlelerden ilki atıldı. Babil’de
Hammurabi Kanunları yayınlandı.
3600 yıl önce
(MÖ 1600’lü yıllarda) ilk cerrahi inceleme yapıldı. İnsan vücudu açıldı, içine
bakıldı ve dikildi.
3500 yıl önce
(MÖ 1500’lü yıllarda) ilk güneş saati yapıldı.
3400 yıl önce
(MÖ 1400’lü yıllarda) ilk beton yapıldı.
3200 yıl önce
(MÖ 1200’lü yıllarda) ilk kez damıtma yöntemi geliştirildi ve ilk ürünü
parfümdü.
3000 yıl önce
(MÖ 1000’lü yıllarda) dünya nüfusu yaklaşık 125 milyon idi.
2700 yıl önce
(MÖ 700’lü yıllarda) insanlar alışverişte ödeme aracı olan değiş-tokuşa
(barter) alternatif olarak parayı icad etti. (Bir Anadolu krallığı olan
Lidyalıların marifetiydi para). Ata binmeyi kolaylaştıran Eyer de icat edildi.
İlk kütüphane de yapıldı. İlk makara düzenekleri yapıldı.
2650 yıl önce
(MÖ 650’lü yıllarda) orta Asya’da tatar yayı icat edildi. İran da yel
değirmenleri icat edildi.
2500 yıl önce (MÖ
500’lü yıllarda) insanlar ilk demokrasi uygulamasını hayata geçirerek politik
oylama yaptılar. Mimaride kemerli taş
örneklerine ilk defa rastlanıldı.
2300 yıl önce
(MÖ 300’lü yıllarda) insanlar hayvan tahrikli döner değirmeni icat ettiler.
Daha sonra dişlileri icat etti. Bu sayede az bir kuvvetle daha ağır işleri
yapabiliyorlardı. İlk şirketler de bu dönemde kuruldu.
2200 yıl önce (MÖ 200’lü yıllarda) insanlar odun hamurundan
yapılan kağıdı keşfetti. Arşimed suyu yukarıya çıkarmaya yarayan hidrolik
vidasını ve kaldıraç kanunlarını keşfetti. Kanallardaki suyun akışını
düzelemeye yaraya kanal kilidi, su çarkı, döner hareketi doğrusal harekete
çeviren kam mili bu dönemde keşfedildi.
2100 yıl önce (MÖ 100’lü yıllarda) ilk gazete
çıkarıldı.
2016 yıl önce,
Milad’ın başında dünya nüfusu 240 milyon civarındaydı. Çoğunluğu Asya
kıtasındaydı.
·
Not 1: MS 500 yılında nüfus 270
milyona, 1000 yılında da 310 milyona ancak ulaşabildi. Çünkü milattan sonraki
ilk bin yılda savaşlar, yağmalar, gasplar, istilalar, katliamlar, soykırımlar,
göçler, salgınlar ve kıtlık oldukça fazlaydı. O dönemde İnsanoğlu hep yağmacıydı, üretmek yerine
üretenleri yağmalıyor, katlediyor ve köleleştiriyordu. Bu bin yıllık dönemde
insanlığın hayrına, icatlar ve keşifler adına kayda değer bir gelişme olmadı.
(Günümüzde modern ve nispeten vicdani/adaletli bir hayat sürüyoruz. Atalarımızın
zamanında tüm kavimler/milletler komşularının mallarına göz dikmiştir.
Yağmalama ve öldürme sıradan bir olaydır. Bunu biz Türkler de, Vikingler de,
Cermenler de, Keltler de, Hunlar da, Araplar da, Persler de, Asurlular da,
Antik Mısırlılar da, Antik Romalılar da, Antik Yunanlılar da, Hintliler de, Çinliler
de ve bütün kavimler de yapmıştır. Amaç kendi üretmedikleri/sahip olmadıkları
şeylere gasp ederek sahip olmaktır. İstila edip yağmaladıkları yerlerdeki
erkekleri katletmişler, kadınları ve çocukları da köle olarak alıp kullanmış
veya satmışlardır. Bu sebeple atalarımızla övünmeyi artık bir kenara
bırakmalıyız. Bizler onlardan kat be kat daha iyi ve medeni insanlarız.
Atalarımıza hak etmedikleri değeri/övgüyü vermek öncelikle bizlere
saygısızlıktır.)
·
Not 2: Dünya nüfusu 500 milyona 1650’li yıllarda, 1
milyara 1802 yılında, 2 milyara 1927 yılında, 3
milyara 1961 yılında, 4 milyara 1971 yılında, 5
milyara 1987 yılında, 6 milyara 1999 yılında, 7 milyara
2011 yılında ulaşılmıştır. 8 milyara 2020 yılında ulaşması beklenmektedir.
Bu tarihten sonra dünya nüfusunun artış hızının azalması beklenmektedir. 10
milyara 2050 yılında ulaşılacağı tahmin edilmektedir.
·
Not 3: Dünyanın bugünkü nüfusu 7,5
milyardır. Bu nüfusun %60’ı Asya kıtasında, %16’sı Afrika kıtasında, %10’u
Avrupa kıtasında, %8,5’u güney Amerika kıtasında, %5’i kuzey Amerika kıtasında,
%0,5’i de Okyanusya kıtasında yaşamaktadır.
1766 yıl önce
(yıl 250) insanlar barutu icat etti.
1540 yıl önce
(yıl 476) yaklaşık yüzyıldır Germen ve Hun akınları yüzünden sürekli batıya göç
veren ve bu yüzden ekonomik ve askeri olarak zayıflayan Batı Roma İmparatorluğu
battı. Kavimler göçü sebebiyle bu imparatorluğun yok oluşu yeni bir çağı
başlattı: İlk Çağ kapandı ve Orta Çağ başladı.
1423 yıl önce
(yıl 593) insanlar ağaç oyma tekniğini kullanarak ilk seri baskıyı (ilkel
matbaa) icat etti.
993 yıl önce
(yıl 1023) ilk kağıt para Çin’de basıldı.
971 yıl önce (yıl 1045) Çinde
hareketli bir baskı makinesi geliştirildi.
834 yıl önce (yıl
1182) insanlar manyetik pusulayı icat etti.
816 yıl önce (yıl 1200) insanlar elbise düğmesini
icat etti.
766 yıl önce (yıl 1250) ilk ateşli silah Çin’de
icat edildi.
741 yıl önce
(yıl 1275) insanlar büyüteci ve gözlüğü icat etti. Optikteki gelişmeler sonraki
yıllarda mikroskopu ve teleskopu armağan edecekti.
736 yıl önce
(yıl 1280) insanlar mekanik saati icat etti.
726 yıl önce
(yıl 1290) insanlar yel değirmenlerini icat etti.
650 yıl önce (yıl
1366) insanlar terazilerde kullanılmak üzere standart ağırlıkları üretti.
596 yıl önce (yıl
1420) insanlar yağlı boyayı icat etti.
566 yıl önce (yıl
1450) insanlar modern matbaayı icat etti.
563 yıl önce (yıl
1453) Kopernik tarafında güneş sistemi kuramı ortaya atıldı.
524 yıl önce
(yıl 1492) Amerika kıtası keşfedildi. Bu kıtanın keşfedilmesi hem Avrupa hem de
dünya tarihini değiştirmeye başladı. Dünya tarihçilerine göre bu keşif Orta
Çağ’ın kapanmasına ve Yeni Çağ’ın başlamasına neden olmuştur. (Bizim
tarihçilerimize göre bu çağ değişimi 1453 İstanbul Fethi ile olmuştur)
451 yıl önce (yıl
1565) kurşun kalem icat edildi.
426 yıl önce (yıl
1590) insanlar mikroskopu icat etti.
407 yıl önce (yıl
1609) ilk teleskop yapıldı.
398 yıl önce (yıl
1618) güneş sisteminin yasaları keşfedildi.
396 yıl önce (yıl
1620) ilk denizaltı yapıldı.
387 yıl önce (yıl
1629) buhar türbini icat edildi.
366 yıl önce (yıl
1650) hava pompası icat edildi.
360 yıl önce (yıl
1656) ilk taşınabilir mekanik saat icat edildi.
350 yıl önce (yıl
1666) Fransa’da kraliyet bilimler akademisi kuruldu.
346 yıl önce (yıl
1670) şeker kamışından şeker üretildi.
345 yıl önce (yıl
1671) ilk mekanik hesap makinesi yapıldı.
329 yıl önce (yıl
1687) evrensel çekim yasası keşfedildi.
318 yıl önce (yıl
1698) ilk ticari buhar pompası ve buhar makinesi icat edildi.
304 yıl önce (yıl
1712) ilk atmosferik buhar motoru icat edildi.
271 yıl önce (yıl
1745) ilk elektrikli kondansatör icat edildi.
247 yıl önce
(yıl 1769) buhar gücüyle çalışan ilk otomobil yapıldı.
242 yıl önce (yıl
1774) elektrikli telgrafın patenti alındı.
241 yıl önce (yıl
1775) ilk buhar motorlu gemi (vapur) yapıldı.
227 yıl önce
(yıl 1789) yoksulluk, adaletsizlik ve savaşlar yüzünden ezilen Fransız halkı
aydınlarının bilinçlendirmesiyle ve burjuvanın önderliğinde ayaklanmış ve
Fransız Devrimini yapmıştır. Bu devrim sayesinde krallık (monarşi) yıkılmış ve cumhuriyet
kurulmuştur. Sonrasında Fransız Devrim’i dünyaya örnek olmuş, milliyetçilik
akımları İmparatorlukları sarsmış, pek çok imparatorluk milli devletlere
bölünmüş ve yönetimi biçimi olarak Cumhuriyet/Demokrasi yaygınlaşmaya
başlamıştır. Bu sebeple Fransız Devriminin Yeni Çağ’ı sonlandırdığı ve yeni bir
çağa geçit verdiği söylenir. Fransız Devrimi sonrasındaki bu yeni çağa Yakın
Çağ denmektedir ve günümüze kadar gelmiştir.
·
Not: Yakın Çağ’ın da
sonlandığını ve zaten yeni bir çağın başladığını, bunun gelecekteki tarihçiler
tarafından dile getirileceğini iddia edenler vardır. Bu iddia sahiplerinin çağ
dönüşümünün aşağıdaki tarihlerden/gelişmelerden biri olduğunu iddia eder.
o
1800’lerde sanayileşmenin etkisiyle ortaya
çıkan eşit paylaşım, hümanizm, sosyalizm, komünizm akımlarıyla başlayan Toplumsal
Refah Çağı
o
1900’lü yılların ilk yarısında gazetecilik,
radyo, TV ve sinemanın gelişmesiyle başlayan Medya Çağı
o
1948 yılında Birleşmiş Milletlere üye tüm
ülkelerin ortak imzasıyla yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile
başlayan Özgürlük, Eşitlik ve Adalet Çağı
o
1900’lü yılların ikinci yarısında hava, kara
ve deniz taşımacılığı ve ulaşımının muazzam gelişimiyle seyahat, para ve mal
trafiğindeki artışla başlayan Küreselleşme Çağı
o
1990’larda kişisel bilgisayarların
yaygınlaşması ve internetin halka açılmasıyla başlayan Dijital Çağ
o
2000’li yılların başlarında ortaya çıkan
Akıllı Telefon ve Sosyal Medya ile başlayan Çoklu Etkileşim Çağı
216 yıl önce (yıl
1800) ilk elektrik bataryası yapıldı. pilin icat edilmesiyle yüzyıllardır
bilinen elektrik kullanılabilir hale geldi.
207 yıl önce (yıl
1809) ilk ark lambası üretildi.
202 yıl önce (yıl
1814) ilk fotoğraf çekildi, ilk buharlı lokomotif yola çıktı.
195 yıl önce
(yıl 1821) elektrik motoru yapıldı.
(yıl 1830) ilk dikiş makinesi icat edildi.
185 yıl önce (yıl
1831) elektrik üreten dinamo icat edildi.
181 yıl önce
(yıl 1835) ilk elektrikli motora sahip otomobil yapıldı.
177 yıl önce (yıl
1839) ilk bisiklet üretildi.
170 yıl önce (yıl
1846) insanlar telgrafı buldu.
157 yıl önce
(yıl 1859) gaz yağı ile çalışan iki zamanlı ilk içten yanmalı motor yapıldı.
154 yıl önce (yıl
1862) insanlar plastiği icat etti.
151 yıl önce
(yıl 1865) insanlar dinamiti icat etti.
149 yıl önce
(yıl 1867) gaz yağı ile çalışan dört zamanlı ilk içten yanmalı motor yapıldı.
140 yıl önce (yıl
1876) insanlar telefonu icat etti.
139 yıl önce
(yıl 1877) insanlar ses kayıt cihazını icat etti.
138 yıl önce (yıl
1878) insanlar hareketli görüntüyü (videoyu) ve elektrik ampulünü icat etti.
136 yıl önce
(yıl 1880) ilk benzin yakıtlı motor yapıldı.
131 yıl önce
(yıl 1885) benzinle çalışan içten yanmalı motora sahip ilk otomobil yapıldı.
129 yıl önce (yıl
1887) gramofon icat edildi.
128 yıl önce
(yıl 1888) ilk tükenmez kalem yapıldı ve trafo icat edildi.
125 yıl önce (yıl
1891) yürüyen merdiven icat edildi.
124 yıl önce (yıl
1892) dizel yakıt kullanan içten yamalı motor icat edildi.
123 yıl önce (yıl
1893) fermuar icat edildi.
121 yıl önce (yıl
1895) taşınabilir kamera icat edildi.
115 yıl önce (yıl
1901) ilk radyo yayını yapıldı.
114 yıl önce
(yıl 1902) ilk elektrikli süpürge ve klima yapıldı.
113 yıl önce (yıl
1903) insanlar uçmayı başardı.
112 yıl önce
(yıl 1904) ilk kol saati ve ilk traktör yapıldı.
111 yıl önce
(yıl 1905) Einstein 4 makale yayınladı. E=mc2, Fotoelektrik etki,
Özel görelilik,
109 yıl önce (yıl
1907) İlk helikopter üretildi.
108 yıl önce
(yıl 1908) ilk seri üretim otomobil üretildi.
105 yıl önce (yıl
1911) marş motoru icat edildi.
103 yıl önce
(yıl 1913) radyasyon ölçüm aleti (Geiger Sayacı) yapıldı.
102 yıl önce
(yıl 1914) ilk elektrikli bulaşık makinesi yapıldı.
101 yıl önce
(yıl 1915) Einstein genel görelilik makalesini yayınladı. Uzay-zaman, kütle
çekimi, karadelik, zaman genleşmesi
100 yıl önce
(yıl 1916) ilk elektrikli matkap üretildi.
95 yıl önce
(yıl 1921) insülin bulundu.
91 yıl önce
(yıl 1925) ilk FM radyo yayını başladı.
90 yıl önce (yıl
1926) ilk televizyon yayını başladı ve sıvı yakıtlı roket icat edildi.
88 yıl önce (yıl
1928) ilk antibiyotik olan Penisilin pazara sunuldu.
85 yıl önce
(yıl 1931) ilk elektron mikroskobu yapıldı.
83 yıl önce (yıl
1932) radyo teleskobu icat edildi.
77 yıl önce (yıl
1937) fotokopi makinası ve jet motoru icat edildi.
78 yıl önce (yıl
1938) ilk bilgisayar (ilkel) yapıldı.
76 yıl önce (yıl
1940) akümülatör icat edildi.
74 yıl önce (yıl
1942) ilk elektronik dijital bilgisayar yapıldı.
71 yıl önce (yıl
1945) atom bombası icat edildi.
70 yıl önce (yıl
1946) mikrodalga fırın icat edildi.
69 yıl önce (yıl
1947) transistor icat edildi.
67 yıl önce
(yıl 1949) 45’lik plak piyasaya sunuldu.
66 yıl önce
(yıl 1950) ilk kredi kartı çıktı.
64 yıl önce (yıl
1952) hidrojen bombası yapıldı.
63 yıl önce (yıl
1953) laboratuvarda hücre benzeri organik oluşum elde edildi. (Miller-Urey
Deneyi)
62 yıl önce
(yıl 1954) ilk nükleer santral faaliyete geçti.
61 yıl önce (yıl
1955) fiber optik kablo üretildi ve kullanıldı.
59 yıl önce (yıl
1957) ilk uydu yörüngeye yerleştirildi.
(yıl 1959) ilk mikroçip icat edildi.
56 yıl önce (yıl
1960) lazer bulundu.
55 yıl önce (yıl
1961) insanoğlu atmosferin dışına, uzaya çıktı. Aynı yıl müzik kasetleri ve
kaset çalarları piyasaya sunuldu.
49 yıl önce (yıl
1967) ilk dijital hesap makinası yapıldı.
48 yıl önce (yıl
1968) ilk bilgisayar faresi yapıldı.
47 yıl önce (yıl
1969) insanoğlu aya ayakbastı ve internetin atası (arpanet) icat edildi.
44 yıl önce (yıl
1972) ilk defa bir canlının (bitkinin) genetiği (DNA’sı) değiştirildi.
37 yıl önce (yıl
1979) cep telefonu icat edildi.
35 yıl önce (1980’li
yılların başlarında) insanlar evlerine/kendilerine bilgisayar almaya başladı.
29 yıl önce (yıl
1987) ilk 3D video oyun icat edildi.
27 yıl önce
(yıl 1989) internet icat edildi.
25 yıl önce (1990’lı
yılların başlarında) internet ve cep telefonları sıradan insanların da hayatına
girdi.
20 yıl önce (yıl
1996) insanın genetik haritası çıkarıldı. Yani DNA’mızda yer alan 25 bin genin şifreleri
tek tek çözüldü ve ne işe yaradıkları anlaşıldı. (Gen, ebeveynden çocuklarına
geçen belirli bir karakteristiği taşıyan biyolojik kalıtım birimidir. DNA
sarmalında farklı uzunluklarda bulunan genlerin her birinin işlevi farklıdır.)
Aynı yıl bir koyun (Dolly) klonlandı.
19 yıl önce
(yıl 1997) MP3 çalar piyasaya sunuldu.
10 yıl önce (yıl
2006) akıllı telefonlar insanlığın kullanımına sunuldu.
6 yıl önce (yıl
2010) laboratuvarda yapay DNA elde edildi ve normal hücrenin DNA’sıyla yer
değiştirilebildi.
3 yıl önce
(yıl 2013) bir insana biyonik uzuv (kol) takıldı.
Bugün (7 Ekim
2016) yeryüzünde ökaryot hücreli 8,7 milyon tür canlı var olduğu tahmin
ediliyor. Bunların 1,2 milyonu keşfedilebilmiş ve sınıflandırılabilmiş durumdadır.
Ökaryot hücreli bu canlı türlerinin %88,9’u hayvanlara, %3,4’u bitkilere, %7’si
mantarlara, %0,3’ü yosunlara, %0,4’ü tek hücrelilere aittir. Yani tüm canlı türleri arasında hayvan türü
çeşitliliği ezici çoğunluktadır.
·
Not 1: Yeryüzünde bulunan hayvan türlerinden sadece %12,3’ü (7,7 milyon hayvan
türünden sadece 953 bini) keşfedilebilmiş ve sınıflandırılabilmiştir.
·
Not 2: Kambriyen dönemi başlangıcından (550 milyon yıl önceden) itibaren
dünyada yaşamış ama evrimleşmeyle veya doğal felaketlerle veya kıtlıkla ortadan
kaybolmuş hayvan türlerinin toplam sayısı uzmanlara göre bugün yaşayan hayvan
türlerinin bin katı, yani 7,7 milyar adettir.
·
Not 3: Dünyada bulunan bakteri benzeri prokaryot hücreli canlıların toplam
ağırlığı ökaryot hücreli canlıların ağırlığının 2 katıdır.
·
Not 4: Homo Sapiens’in ortaya çıkmasından sonra geçen 300 bin yılda yer
yüzünde 110 milyar insanın yaşadığı tahmin ediliyor. (Cennet veya cehennem epey
kalabalık olacak anlayacağınız 😊
) Şu anda dünyanın nüfusu yaklaşık 7,5 milyardır.
·
Not 5: Ortalama hava sıcaklığı 15 derecedir. Atmosferin bileşiminde; % 78,9
azot, % 20,95 oksijen, % 0,003 karbondioksit, % 0,25-3 su buharı ve argon,
neon, helyum gibi asal gazlar bulunmaktadır.
5 yıl sonra (2021)
süper bilgisayarların yerini alacak olan ilk (ilkel) kuantum bilgisayarı
yapılacak. Aynı dönemde yapay zeka yazılımlarının ilkel formları ortaya
çıkacak. İnsanımsı robotların ilkel modelleri de çıkacak.
10 yıl sonra (2026)
insanlar ulaşımda ve iş hayatında otonom araçları ve robotları daha çok
kullanmaya başlayacak. Elektrikli otomobillerin sayısı fosil yakıtlı araçların
sayısını geçecek.
15 yıl sonra (2031)
insanlar ihtiyaç duydukları pek çok şeyi 3D yazıcılardan elde edecek. İnsanlar
internette daha fazla zaman geçirecek. Pek çok insan internetteki sanal
alemlerin içinde var olarak zaman geçirecek ve para kazanacak.
20 yıl sonra (2036)
kuantum bilgisayarları, 3D yazıcılar, yapay zeka ve insanımsı robotlar olgunluk
aşamasına erecek ve internet üzerinden birbirine bağlı bir ağ haline gelecekler
ve hayatımız kökten değiştirecek.
25 yıl sonra (2041)
insanlar gen tedavisi görerek birçok hastalıktan kurtulacak, yaşlılar daha genç
gözükecek ve ortalama ömür sıçramalı bir şekilde artacak. Yeni doğanların
ortalama ömrü 100 yılı geçecek.
·
Not : İnsanlara bilgi ve beceri
kazandırılmayacak, yüklenecek. Kafamıza takılan elektrotlarla beynimize
istediğimiz bilgi yüklemelerini yapabileceğiz. Beceri kazanmak, diploma almak,
lisans almak için uzun süreli eğitimlere, seminerler, kurslara gerek
kalmayacak. Okullar yıkılacak.
30 yıl sonra (2046)
dünya tek para birimine geçecek, sınırlar kalkacak, devlet/otorite idaresi yapay
zekaya devredilecek. İşlerin çoğunu robotlar ve yapay zeka yapacak.
35 yıl sonra (2051)
yeni dünya düzenine (tek dünya, tek ekonomi, tek ordu, tek resmi dil, tek
yönetim, tek merkezi otorite) girmeyen ülkeler istila edilecek.
40 yıl sonra (2056)
pek çok hastalığın sebebi ve iyileşme yöntemi bulunacak. Hastalanarak ölen
insan sayısı ve yaşlılığın getirdiği olumsuzlukları yaşayan insan sayısı
azalacak.
45 yıl sonra (2061)
insanlar ölmeden önce ruhlarını (bilinçlerini, hafızalarını, duygularını…vb)
bir insanımsı robotun kafasının içindeki bilgisayara aktarabilecekler ve
böylece sonsuza kadar yaşamanın formülünü bulmuş olacaklar.
50 yıl sonra (2066)
insanlar Mars’ta ilk koloniye yerleşecekler ve dünya dışında yaşam başlamış
olacak.
75 yıl sonra (2091)
dünyada konuşulan etnik dillerin sayısı 100’e düşecek. (Bugün konuşulmakta olan
6-7 bin dil var.)
100 yıl sonra (2116)
dünyaya benzer her yakın gezegene uzay gemileriyle yaşam formları göndereceğiz.
Uzay gemilerimizin taşıdıkları bakteriler, arkeler, algler, planktonlar,
virüsler, mantarlar, bitkiler ve benzeri ilkel yaşam formları vardıkları
gezegenleri 100 ila 500 yıl arasında insan ağırlayabilecek düzeye getirecekler.
200 yıl sonra (2216)
daha önce yaşam formu gönderdiğimiz gezegenlere bu sefer devasa uzay
gemileriyle insanlar göndereceğiz. Nesiller boyu sürecek bu yolculuğa yanımızda
hayvanları da götüreceğiz.
500 yıl sonra (2516)
merkezi yapay zekanın aldığı kararla ve ona bağlı robotların zoruyla dünyadaki insanoğluna
üreme yasaklanacak. Her insanın bilincini bir robotun beynine aktarılması
istenecek. Buna uymayı reddeden insanlar yer altına çekilecek ve terörist ilan
edilecek.
1000 yıl sonra
(3016) Terminatör filminde olduğu gibi robotlarla ve yapay zekayla savaşıyor
olacağız. Mars’tan gelen soydaşlarımızın yardımıyla kazanan biz olacağız ama
nükleer ve manyetik bombalardan dolayı kaybeden dünya olacak. Dünyadaki insan
nüfusu 1 milyona kadar düşecek.
10 bin yıl sonra
insanlık dünyada daha güzel bir medeniyet inşaa etmiş olacak ve nüfusu 5
milyara tekrar ulaşacak.
13 bin yıl sonra
dünya yörüngesinden çıkacak ve tersine dönmeye başlayacak. Bu sayede mevsimler
yer değiştirecek. Avustralya yılbaşına kışın girecek.
50 bin yıl sonra
insanlık Samanyolu Galaksisindeki en az 100 gezegende koloni kurmuş olacak. (Yine
de dünyada yaşamaya devam edecek insanlar olacak.)
100 bin yıl sonra
insanlık başka bir galaksiye varmış olacak. Samanyolu galaksisinde en az bin
gezegeni kolonileştiren insanlığın nüfusu 5 trilyonu geçecek.
500 bin yıl sonra
dünya büyük buzul çağına girecek ve dünya kartopuna dönüşecek.
100 milyon yıl
sonra Satürn’ün halkaları yok olacak.
200 milyon yıl
sonra tüm kıtalar birleşerek süper kıta oluşturacaklar.
600 milyon yıl sonra sera etkisi nedeniyle bitki
örtüsü kalmayacak ve ormanlar yok olmuş olacak.
800 milyon yıl sonra karbon dioksit seviyeleri
dünya genelinde iyice düşecek. Oksijenin de azalmasıyla dünyada yaşam
kalmayacak. Dünyada kalmayı tercih eden insanlar da 100-200 yıl içerisinde yok
olacak. Ancak bundan sonra yeryüzünde kalan tek yaşam tek hücreli bakteri
olacak.
1 milyar yıl sonra güneş yüzünden dünya gittikçe
ısınacak ve okyanuslar buharlaşmaya başlayacak. Atmosferden uzaya buhar
sızacak.
2 milyar yıl sonra
giderek ısınan ve genleşen güneş nedeniyle Dünya'da sıcaklık müthiş artacak ve okyanuslar
tamamen yok olacak. Yeryüzünde çok ender yerlerde ve yer altında bir miktar su
kalacak ama onlar da milyonlarca yıl sonra uzaya uçup gidecek. Bakterilerin
çoğu yok olacak, hayatta kalanları yer altındaki nemli havzalara çekilecek.
2,8 milyar yıl
sonra dünyada hiçbir yaşam formu kalmayacak. Gezegenimiz bugünkü Venüs’e
benzeyecek.
3 milyar yıl sonra
dünyanın çekirdeği soğuyacak, manyetik alanı kapanacak, dünya güneşe
kitlenecek, yani kendi etrafında dönmeyi bırakacak, tektonik hareketler
olmayacak, atmosferi yok olacak.
4 milyar yıl sonra
Samanyolu ve Andromeda birleşerek çok büyük yeni bir galaksi meydana
getirecekler.
8 milyar yıl sonra
dünya yok olacak. Katili, son 4 milyar yıldır sürekli büyüyen güneş olacak.
Dünyayı yutarak veya buharlaştırarak öldürecek.
15 milyar yıl
sonra güneş küçülecek ve tamamen sönecek. Maalesef karadelik de olamayacak.
Kara bir kömür (belki de elmas) topu olacak.
100 trilyon yıl
sonra evrende parlayan yıldız kalmayacak. En son yıldız da sönmüş olacak. Yine
de insanlar gezegenlerinin etrafında dönen yapay yıldız yapıp gece ve gündüzü
yaşamak isteyecekler.
100 katrilyon yıl
sonra evren belki çökerek, belki donarak, belki yırtılarak, belki de
parçalanarak yok olacak. Belki de bu yok olma çok daha sonra olacak. Belki de
evren hiç yok olmayacak.
………………………………………
Evrenin, dünyanın, canlıların ve insanın varoluşuna dair
kilometre taşları bilim adamlarınca şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya
konuyor. Bugünlere nasıl geldiğimiz yüzde yüze yakın bir oranda biliniyor.
Dünya ve insanoğlu kendi kaderini çizdi ve çizmeye devam edecek. Yaşam
piyangosu bize çıkmışken yaşamımızı anlamlı kılmak için araştırmaya, öğrenmeye
ve beynimizi geliştirmeye devam etmek en doğrusu.
Not: Bu makaleyi yazmama sebep olan 7 yaşındaki
oğlum Ege’dir. Onun meraklı sorularına doğru ve doyurucu cevaplar verebilmek
için yaptığım okumalar sırasında, gelecekte de sorabileceği soruların
cevaplarını araştırırken buldum kendimi. Okuduklarımı unutmamak için notlar
alırken de yazılı kompakt bir makale yazıp bloğumda paylaşmak geldi aklıma.
Sevgili oğluma teşekkür ediyorum.
Kaynakça: Bu
yazıyı yazmak için internetten faydalandım. Yanlış anlaşılmasın, makalemin her
satırı orijinaldir, hiç copy-paste yoktur. Bu makaleyi hazırlamak 3 ayımı aldı.
İşten eve geldikten sonra her akşam 1-2 saatimi ayırarak okuduğunuz bilgilere
eriştim ve sizler için özetlerini çıkardım.
Bu yazıdan öğrendikleriniz hoşunuza gittiyse aşağıda
linklerini verdiğim yazıları da okumanızı öneririm.
http://www.sessizbahce.org/yasamin-baslangici/
http://www.cangungen.com/2011/04/20/1066/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam%C4%B1n_evrimsel_tarihi
http://haci-haci.typepad.com/maddenin_canli_davrani_se/3-bi%CC%87g-bang/
https://neyeinanacagiz.wordpress.com/2014/03/16/dini-soylemlerin-kronolojik-evrimi/