7 Ekim 2016 Cuma

Nereden Geldik, Nereye Gidiyoruz?

 

Geçmişimizi bilmek bizi daha bilgili ve kültürlü yapacağı gibi geleceğimizi de öngörmemizi sağlayacaktır. Elbette burada kişisel geçmişimizden ve geleceğimizden bahsetmiyorum. Başlıktaki soruya daha büyük bir perspektiften ve bilimsel bir gözle bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunu yapabilirsek hayatımızı daha düzgün ve olgun yaşayabileceğimize inanıyorum.


Evrenin, dünyanın, canlılığın ve insanlığın nasıl oluştuğunu kronolojik olarak bilmekte fayda var. Bu bilgi bizleri daha kültürlü, daha mantıklı ve daha meraklı yapacaktır. Sizler için, tarihsel sıralamaya göre önemli olayların tek tek özetini çıkardım. Evrenin ortaya çıkışından, yani 13,8 milyar yıl öncesinden başladım ve yıllarını belirterek önemli olayları sıraladım. Daha derinlemesine bilgi edinmek isteyenler için notlar ekledim. Kısa kısa bölümlerden oluşan uzun bir yazı oldu. Ama aynı zamanda genel kültürünü (entelektüel bilgi birikimi) artırmak isteyenler için hap gibi bir yazı oldu diyebilirim.

 

İlginizi çekmeyen veya uzun bulduğunuz bölümden (tarih diliminden) dolayı yazıyı okumayı bırakmak yerine ilginizi çeken tarih dilimine geçmenizi öneririm. Hızlı okuma için notları da atlayabilirsiniz.

 

İyi okumalar.

 

13,8 milyar yıl önce evren oluştu. Önce hiçlikte protondan katrilyonlarca kat daha küçük bir nokta (tanecik) belirdi. Bu belirmenin bir Plank Zamanı (5,39 x 10-44 saniye) sonunda olduğu düşünülüyor. (Yani önce zaman başlamış olmalı.) Bilim adamları bu taneciğin belirdiği ana Big Bang (büyük patlama) dediler. Belirdiğinde bu taneciğin sıcaklığı bir katrilyon derecenin kat be kat üzerindeydi. Süper kuvvet barındırdığı düşünülen bu inanılmaz yoğunluktaki tanecik belirmesinden sonraki 10-32 saniye boyunca kuantum alanları ve dalgaları oluştura oluştura muazzam genişledi. Bu süre zarfında önce portakal büyüklüğüne, sonra dünya, sonra güneş, sonra da güneş sistemi büyüklüğüne kadar ulaştı. Portakal büyüklüğüne ulaştığında süper kuvvet ilk bölünmesini yaşadı, dünya büyüklüğüne ulaştığında ikinci bölünmesini yaşadı, güneş büyüklüğüne ulaştığında da üçüncü bölünmesini yaşadı ve toplamda 4 kuvvete bölünmüş oldu. (Bu kuvvetler etkileşim sağlayan enerji parçacıkları bozonlar aracılığıyla etki etmektedir.) Bu sırada temel parçacıklara kütlesini kazandıran Higgs alanı ve bozonu da oluştu. İlk 10-32 saniyedeki genişleme hızı ışık hızının karesine ulaşınca enerjinin bir kısmı Higgs alanının ve Higgs bozonunun da yardımıyla maddeye (atom altı parçacıklara, yani fermiyonlara, yani kurklara ve leptonlara) dönüştü (E = m.c2). Bilim adamları enerjinin ve ilk parçacıkların ortaya çıkmasına neden olan bu muazzam genişleme evresine şişme adını verir. Günümüzde evrende bulunan tüm maddelerin (atomların) yapı taşları bu şişme sırasında ortaya çıktı. Şişme sırasında karşıt parçacıklar da (anti madde) türemişti ve karşıt eşleriyle çarpışarak birbirlerini yok edip enerji açığa çıkarmışlardı. Ama madde miktarı anti maddeden bir miktar fazla olduğu için çarpışma savaşından madde canlı olarak çıkmayı başarabilmişti. Şişme tamamlandığında evren güneş sistemi büyüklüğüne ulaşmıştı. (Güneş sisteminin yarı çapı 1 ışık yılı uzunluğundadır. Yani ilk 10-32 saniyesinde evren 1 ışık yılı kadar şişmiştir.) Şişmeden sonra genişleme hızı yavaşlasa da evren ilk 1 saniyesi içinde 5 ışık yılı yarıçapına ulaşmıştı. Birinci saniyenin sonunda bebek evren hala çok sıcak ve yoğundu. Sıcaklığı 100 milyar derecenin üzerindeydi. İlk saniyeden sonraki 100 saniyeye kadar evren nükleer sentez aşamasındaydı. Yani kuark çeşitlerinden iki tanesi güçlü kuvvetin yardımıyla protonu (iki yukarı kuark + bir aşağı kuark) oluşturdu. İlk 100 saniye sonunda bebek evren Samanyolu galaksisinin büyüklüğüne ulaştı, biraz daha seyreldi, biraz daha soğudu. (Samanyolu galaksisinin yarı çapı 53 bin ışık yılıdır.) Ama ulaştığı bu büyüklüğe rağmen bebek evren hala günümüzdeki en büyük yıldızın merkezindeki sıcaklığından bile kat be kat daha sıcak ve daha yoğundu. Kimi bilim adamlarına göre 3 dakika süren nükleer sentez (proton oluşturma) aşamasından sonra evren zayıf kuvvetin yardımıyla bazı protonları nötronlara çevirmeye başladı (her 7 protondan biri nötrona dönüştü). Elbette bu aşamada evren çok sıcak ve yoğun olduğu için oluşan protonlar ve nötronlar parçalanıp kuarklara ayrışıyor, sonra tekrar proton ve nötronlara dönüşüyordu. Leptonlar (elektronlar, müonlar, taular ve bunların nötrinoları) da bu sıkışık plazma ortamında idi. Sonraki 300 bin yıl boyunca (evren genişleyip soğudukça) bazı protonlar tek başına takılırken, nötronların ve güçlü kuvvetin yardımıyla iki, üç, hatta dört protonun bir araya geldiği gözlenmeye başlandı (sıcaklık büyük bir ihtimalle 1 milyon derecenin altına düşmüştü). Ama yine de sıcaklık ve yoğunluk yeterince düşmediği için elektronlar protonların ve proton-nötron kümelerinin yörüngelerine yerleşememişti. Atomları oluşturabilmesi için evren daha da genişlemeli, seyrelmeli ve soğumalıydı. İlk atomların (Hidrojen, Döteryum, Helyum, Lityum ve Berilyum) oluşması için çekirdeklerinin yörüngelerine elektronların elektromanyetik kuvvet sayesinde yerleşmesi) için 380 bin yıl geçmesi gerekecekti. İlk atomlar oluşur oluşmaz da evren radyasyon yaymaya (ışımaya) başladı. Evrenin ilk radyasyonunu bugün mikrodalga arka plan ışıması olarak tespit edebiliyoruz. (380 bin yıl önce evrenin ortalama sıcaklığı yaklaşık 3 bin dereceydi. Günümüzde galaksi kümeleri arasındaki uzay boşluğunun sıcaklığı ise -270,4 derecedir.)   

·         Not 1: Evrenin ilk zamanları (ilk saniyesi, ilk dakikaları, ilk 380 bin yılı, ilk 300 milyon yılı, ilk milyar yılı) çok önemlidir. Bu süreçte evrenin tüm yapı taşları ve başrol oyuncuları oluşmuştur. Evrenin ilk saniyesinde temel kuvvetlerin taşıyıcıları olan bozonların (etkileşim parçacıkları), kara madde, sanal parçacıklar, anti parçacıklar ve temel parçacıklar oluştuğu düşünülmektedir. İlk 3 dakikasında da evrendeki tüm protonların oluştuğu düşünülmektedir. İlk 100 bin yılda evren kazan gibiydi. Parçacıklar (protonlar, nötronlar, kuarklar, leptonlar, bozonlar) bu kazanda birbirleriyle mücadele (çarpışma, kaynaşma, parçalanma) halindeydi. Evren genişledikçe proton, nötron ve elektronların hakimiyeti artıyordu. Yine de atom oluşturamayacak kadar çok sıkışık bir ortamdaydı bu parçacıklar. (Atom oluşabilmesi için evren daha da genişlemeliydi.) 380 bin yılda ulaştığı genişleme sayesinde evren biraz daha seyreldi ve parçacıklar arasında boşluklar oluştu. Böylece elektronlar protonların yörüngesine kilitlenebildi. Önce tek protonlu ve tek elektronlu Hidrojen atomları oluştu. Hemen ardından hidrojen atomunun bir izotopu olan Döteryum (protonuna nötron yapışmış Hidrojen) atomları oluştu. Sonra da çekirdeğinde 2 proton ve 2 nötron, yörüngesinde de 2 elektron bulunduran Helyum atomları oluştu. Böylece ilk atomlar (%75 hidrojen ve %25 helyum ile eser miktarda, lityum ve berilyum) meydana gelebildi. (Diğer atomları üretmek yıldızların görevi olacaktı.) İlk atomlardan ve atom altı parçacıklardan yayılan radyasyon artık boşlukta gidip gelmeye başlamıştı. Aslında radyasyon (ışıma) yaymasına rağmen bebek evrende hala ışık yoktu. Işık yayımı için yıldızlara ve kara deliklere ihtiyaç vardı. Oysa ki, ilk 380 bin yılın sonunda evrende ne bir yıldız ne bir gezegen ne de bir göktaşı vardı. Bunların olabilmesi için daha 300 milyon ila 1 milyar yıla ihtiyaç vardı.

·         Not 2: Büyük patlamadan 380 bin yıl sonra yeterince genişleyen evren maddeler arasında boşluk oluşmasına ve ışımaya (elekromanyetik dalgalar yaymaya, foton yaymaya, radyasyon yaymaya) başladı. Bu ilk ışımanın kalıntıları “mikrodalga arka plan ışıması” olarak hala tespit edilebilmektedir. Bu antik ışıma sayesinde evrenin yaşını (13,8 milyar yıl) kusursuz bir şekilde tespit edebildik.

·         Not 3: Yapılan hesaplamalara göre evrendeki genişlemeden dolayı günümüzde galaksi kümeleri arasındaki mesafe her saniyede 73 km açılmaktadır ve bu rakam her 44 milyon yılda bir %1 artmaktadır. Tam tespit edilmemiş olan ama teorik olarak varlığı kabul edilen kara enerjinin evrenin genişlemesine sebep olan bir kuvvet (temel kuvvetlerin beşincisi) olduğu düşünülmektedir.

·         Not 4: Evrenin başlangıcındaki süper kuvvet sahibi tanecik şişme evresinde 4 temel kuvvete (etkileşime) bölündü. Big Bang’den 10 Planck Zamanı sonra kütle çekim kuvveti (1) süper kuvvetten ayrıldı ve süper kuvvet elekronükleer kuvvete dönüştü, 108 Planck Zamanı sonra güçlü kuvvet (2) elektronükleer kuvvetten ayrıldı ve elektronükleer kuvvet de elektrozayıf kuvvete dönüştü, 1023 Planck Zamanı sonra zayıf kuvvet (3) ayrıldı ve elektromanyetik kuvvet (4) ortaya çıktı. (Dört kuvvetin ortaya çıkışı 1 saniyenin yüzde biri kadar bile sürmemişti.) Kuvvetlerin taşıyıcılarına bozon denir. 7 tip bozon vardır; Graviton (teoriktir, henüz tespit edilememiştir), Foton, Gluon, W+, W- ve Z bozonları, Higgs bozonu. Kütle çekim kuvveti büyük kütlelerin arasında graviton aracılığıyla etkili olurken, elektromanyetik kuvvet artı ve eksi yüklü parçacıklar (proton ve elektronlar) ile eksi ve artı yüklü atomlar arasında fotonlar aracılığıyla etkili olur. Güçlü ve zayıf kuvvetler ise atom çekirdeğinde (kuarklar, protonlar ve nötronlar) arasında etkili olur. Tüm kuvvetler ışık hızında (saniyede 300 bin km) etki/hareket eder. Bebek evrende serbest halde (kaos halinde demek daha doğru olur) dolaşan atom altı parçacıklar son 3 kuvvetin etkisiyle bir araya gelebilmişlerdir. Bu 3 kuvvet Big Bang’ten 380 bin yıl sonra oluşacak atomları da bir arada tutan kuvvetlerdir. Atom altı parçacıklar ve atomlar çok küçük olduklarından birinci kuvvet olan kütle çekim kuvveti onlara çok az etki eder ve bu etki herhangi bir değişime sebep olmaz. Kütle çekim kuvveti büyük kütleli cisimler arasında etkileşir. Kütle çekim kuvveti evren oluştuktan yaklaşık 300 milyon yıl sonra marifetini göstermiş ve uzayda serbest halde dolaşan hidrojen ve helyum atomlarını bir araya toplayıp sıkıştırarak ilk yıldızın oluşmasını sağlamıştır. (Kara maddenin kütle çekimiyle maddeleri bir araya toplayıp yıldızların oluşmasına ve galaksilerin bir arada kalmasına sebep olduğu düşünülmektedir.) Bu dört kuvvet evrenin doğasında ve hayatımızda büyük rol oynar. Bütün kimya ve yaşamı oluşturan biyokimya elektromanyetik kuvvetten türer. Atomları birbirine bağlayıp molekülleri oluşturan elektronlar da elektromanyetik kuvvete tabidir. Ayrıca; radyomuza ses taşıyan radyo sinyalleri, cep telefonlarımıza dijital bilgi getirip götüren mikrodalga sinyalleri, ısı transferi yapılmasını sağlayan infrared dalgaları, görmemizi sağlayan ışık, bronzlaşmamızı sağlayan (zararsız) ultraviyole ışınları, tıbbi görüntülemede kullanılan X ışınları, kanser tedavisinde kullanılan (zararsız) gama ışınları elektromanyetik kuvvettin türevleridir. Elektromanyetik kuvvetin gücü kütle çekim kuvvetinin gücünün 1036 katıdır. Üstelik elektromanyetik kuvvet özellikle kısa mesafelerde kütle çekiminden çok daha güçlüdür. Kütle çekim kuvveti ile elektromanyetik kuvvetin menzili sonsuzdur. Bir başka deyişle evrendeki tüm atomlar ile tüm galaksi, yıldız, gezegen ve daha küçük uzay cisimleri arasında (elektromanyetik kuvvet ve kütle çekim kuvveti sayesinde) farklı boyutlarda etkileşim vardır. Bu etkileşim ışık hızındadır ama farklı şiddetlerdedir. Kütle çekim kuvveti sayesinde atmosferimiz dünyaya tutunur ve uzaya savrulmaz (tıpkı bizler gibi, tıpkı Newton’un elması gibi). Ayrıca kütle çekimi sayesinde ay dünyanın yörüngesinde, dünya güneşin yörüngesinde, güneş (ve sistemi) de Samanyolu galaksisinin merkezinde bulunan karadeliğin yörüngesinde döner. (Einstain’a göre büyük gök cismi uzay-zamanı eğdiği için küçük gök cismi onun etrafında dönmektedir.) Kütle çekimi sayesinde yıldızlar dağılmaz ve patlamadan ışımaya devam eder. Güçlü kuvvet nükleonların (proton ve nötronların ortak ismi) içindeki 3 kuarkı ve atomların içindeki protonları bir arada tutan kuvvettir. Bir nükleonun içinde neredeyse ışık hızında hareket eden 3 kuarkı güçlü kuvvet taşıyıcı bozonu gluonlar aracılığıyla bir arada tutar ve nükleonu terk etmelerine izin vermez. (Bir başka deyişle bebek evren kuark çorbasıyken 3 kuarkı bir araya getirip protona çeviren güçlü kuvvettir.) Güçlü kuvvetin nükleon içinde etkisi zayıftır ama nükleon dışındaki etkisi kısa menzilli ama çok büyüktür (elektromanyetik kuvvetten 100 kat, kütleçekimi kuvvetinden 1038 kat güçlüdür), menzili ise bir nükleonun çapından biraz küçüktür. İki nötron ve iki proton içeren helyum çekirdeğindeki protonlar aynı yüke sahip oldukları için birbirini yaklaşık 9 kg’lık bir güçle iter. Güçlü kuvvet protonları öyle büyük bir güçle bağlamıştır ki; atomu parçalayarak (dolayısıyla protonları ayırarak) çok büyük bir enerji açığa çıkarabilirsiniz (atom bombasında veya nükleer santrallerde olduğu gibi). Buna nükleer fisyon (ayrışma) enerjisi denir. Küçük atomları birleştirip büyük atomlar sentezleyerek de nükleer füzyon (birleşme) enerjisi üretirsiniz (güneşin merkezinde veya Tokamak reaktörlerinde olduğu gibi). Füzyonla enerji elde etmek fisyona göre daha güvenlidir, daha verimlidir ama daha zor ve pahalıdır. Aynı madde miktarında füzyonla elde edilen enerji fisyonla elde edilen enerjiden 10-100 kat daha fazladır. Zayıf kuvvet kütle çekimi kuvvetinden bile daha zayıftır. Menzili proton çapının binde biridir. Zayıf kuvvet W+, W- ve Z bozonları aracılığıyla nükleonların (proton ve nötron) beta radyasyonu yaparak (elektron veya pozitron atarak) birbirlerine dönüşmesine neden olur. Zayıf kuvvet olmasaydı protonlar nötrona dönüşemezdi, bu yüzden evrende hidrojenden başka atom olmazdı. Zayıf kuvvet ağır ve dengesiz atomların bozunup hafifleyerek kurşun gibi daha hafif atomlara dönüşmesini de sağlar. Radyo aktivitenin kışkırtıcısıdır. Bu özelliği yüzünden ölümcül alfa ve nötron radyasyonuna da sebep olur.

·         Not 5: Evren 380 bin yaşındayken evrenin %12’si hafif elementlerden (hidrojen ve helyum atomlarından), %15’i fotonlardan, %10’u nötrinolardan, %63’ü karanlık maddeden oluşuyordu. Şimdi ise evrenin %4’ü serbest hidrojen ve helyum atomlarından, %0,03’ü ağır elementlerden (çekirdeğinde 3 ve daha fazla proton bulunan atomlardan), %0,5’i yıldızlardan, %0,3’ü nötrinolardan, %25’i kara maddeden, %70’i de kara enerjiden oluşur. Kara maddenin ve kara enerjinin neye sebep olduğunu tahmin ediyoruz ama haklarında başka bir şey bilmiyoruz. Bu gizemlerinden dolayı onlara “kara” sıfatı verilmiştir. Kara maddenin ve kara enerjinin ne biçim şeyler olduğunu çözmesi için yeni bir Einstain’ın gelmesi beklenmektedir 😊

·         Not 6: Herhangi bir maddeyi (örneğin bir ton kömürü) yakarsanız kül olur. Isıtmaya devam edip de, karbondan oluşan külün sıcaklığını binlerce dereceye çıkarırsanız karbon atomlarından elektronların birer birer koptuğunu ve atom çekirdeklerinin çıplak kaldığını görürsünüz. Sıcaklığı daha da artırırsanız protonlar ve nötronlar birbirinden ayrılır. Sıcaklığı daha da artırırsanız protonlar ve nötronlar kuarklarına ayrılır (ki bu sıcaklığa sadece CERN gibi çarpıştırıcılarda protonlar ışık hızına yakın hızlarda çarpıştırılarak ulaşılır). Sıcaklığı daha da artırırsanız (ki bu Big Bang sıcaklığının %99’u olacaktır) kuarklar ve elektronlar bozonlara dönüşür. Sıcaklığı daha da artırırsanız mini minnacık bir kara delik oluşturabilirsiniz. Bu kara delik süper kuvvete sahip olur ama çekim etkisi bir ton kömürün çekim etkisiyle aynı olacağı için sizi çekip yutamayacaktır, ayrıca mikro saniyeler içinde buharlaşıp yok olacaktır. (Big Bang sırasında sıcaklık 1032 dereceydi)

·         Not 7: 13,8 milyar yıldan daha önce (evren oluşmadan) önce uzay ve zaman yoktu. (Aslında uzay ve zaman aynı şeyin iki yüzü, bu yüzden uzay-zaman demek daha doğru.) Uzay-zaman evren ile birlikte oluştu. Evrenden önce boşluk da yoktu, zaman da yoktu, hiçlik (yokluk) vardı. (Bazı bilim felsefecileri evrenden önce hiçlik değil boşluk olduğunu iddia eder. Bilim adamları Hartle ve Hawking beraber yaptıkları “Evrenin Dalga Fonksiyonu” adlı çalışması ile evrenin veya evrenlerin sonsuz olma, yani big bang öncesinde de var olma ve hiçlikten ortaya çıkabilme ihtimalini matematiksel olarak ortaya koyabilmişlerdir. Elbette bu formüllere dayalı bir teoridir şimdilik.)

·         Not 8: Evrende, evrenin doğası (fizik yasaları) gereği bazı limitler vardır. Örneğin hız limiti ve soğukluk limiti. Hiçbir şey ışık hızını aşamaz, hiçbir şey -273 dereceden daha soğuk olamaz. -273 dereceye mutlak sıfır veya 0 Kelvin denmektedir. Hayatına muazzam bir sıcaklıkla başlayan evren genişledikçe soğumaktadır. Şu anda galaksiler arası uzay boşluğunun ısısı mutlak sıfırın 2 santigrat derece üzerindedir (2 Kelvin veya -271 derece). Güneş sistemimizdeki gezegenler arasındaki uzay boşluğu ise güneşe uzaklıklarına göre 2 ila 3 Kelvin arasındadır. Evren genişledikçe soğumaya devam edecek ve önce uzayın bazı noktaları mutlak sıfıra yaklaşacak sonra da tamamı mutlak sıfıra yaklaşacaktır. Son yıldız öldüğünde uzaydaki tüm gezegenlerin ve maddelerin sıcaklığı mutlak sıfıra en yakın noktada olacaktır. Kuantum mekaniğine göre hiçbir madde (dolayısıyla ortam/vakum) mutlak sıfır soğukluğuna erişemez. Mutlak sıfıra yaklaştıkça atomların entropisi düşer, titreşimleri azalır. Ama hiçbir madde hatta en ıssız uzay boşluğu bile kuantum dalgalanmaları (örneğin kütle çekim dalgaları) yüzünden mutlak sıfıra ulaşamaz. Teorik olarak mutlak sıfırda atomlar titreşmez, hareketsiz kalır, donar. Bu da atomik özelliklerini kaybetmelerine ve parçalanmalarına neden olur. Evren mutlak sıfıra ulaşırsa ne olur bilemiyoruz ama içine çökmesi, yani başladığı noktaya geri dönmesi ihtimaller dahilindedir. Bazı bilim adamlarına göre maddeleri mutlak sıfırdan daha fazla soğutursak tekrar ısınmaya başlayacaklardır. Bu görüş henüz deneylerle kanıtlanmamıştır. Ama haklılarsa evrenimizin donmuş bir başka evrenden oluşmuş olma ihtimali vardır.

·         Not 9: Bir başka teoriye (sicim teorisi) göre Bing Bang’in ilk Planck Süresinde sicimler ortaya çıkmıştır. Farklı frekansta titreşen bu sicimler farklı parçacıkları (kuarklar, leptonlar, karşıt parçacıklar, bozonlar ve hatta kara madde ve kara enerji) oluşturmuşlardır. Atom altı parçacıkları oluşturduğu düşünülen sicimlerin uzunluğu Planck Uzunluğu (1,16 x 10-35 cm) kadardır. Sicim teorisi kuantum mekaniğiyle genel göreliliği birleştirmek için ekstra boyutlara ihtiyaç duyar. Atam altı büyüklüklerde olan bu boyutlar kimi teorisyenlere göre 10, kimilerine göre de 26 tanedir. Bu boyutlar sayesinde Sicim teorisinin matematik modelleri yerli yerine oturmakta ve günümüzün fizik yasalarına ulaşabilmektedir.  

·         Not 10: Kuantum teorisinin babalarından olan Max Planck’ın keşfettiği Planck Sabiti ile sadece uzunluğun değil, başka ölçülerin de en küçük, bölünemez birimleri hesaplanmış ve ispat edilmiştir. Planck Sabiti fiziksel bir sabittir ve bir fotonun enerjisi ile elektromanyetik dalgasının frekansı arasındaki değişmez oranıdır. Joul-saniye cinsinden ifade edilir ve değeri: 6.63 x 10−34 Js’dir. Bu sabit sayesinde Planck birimleri (Planck Uzunluğu, Planck Alanı, Planck Hacmi, Planck Sıcaklığı, Planck Kütlesi, Planck Yoğunluğu, Planck Zamanı, Planck Enerjisi, …vb) hesaplanabilir. Uzunluğun en küçük ve bölünemez parçasına Planck Uzunluğu (1,16 x 10-35 cm) denir. Planck uzunluğu sınırdır. Bundan daha kısa nesne olamaz.  Planck Alanı, Planck uzunluğunun karesidir ve bundan daha küçük alan olamaz. Planck Hacmi, Planck uzunluğunun küpüdür ve bundan daha küçük hacim olamaz. Planck Sıcaklığı -273 dereceye (veya 0 Kelvin’e) eşit olan 1,98 x 10−30 Tp’dir. Hiçbir nesne veya ortam bundan daha soğuk olamaz. Planck Kütlesi bir kütlesi olan en küçük atom altı parçacığın deniz seviyesindeki ağırlığının en az 2.18 x 10-8 kg olabileceğini söyler. Bundan daha hafif bir kütle olamaz. Palnck Yoğunluğu bir metreküp hacme sığabilecek kütlenin maksimumunu ifade eder ve değeri 5,1 x 1096 kg/m³’tür. Büyük patlamadan bir Planck zamanı sonra evrenin yoğunluğunun, yaklaşık olarak bir Planck yoğunluğunda olduğu düşünülür. Zamanın en küçük ve bölünemez süresine Planck Zamanı denir. Bir Planck zamanı, ışık hızında hareket eden bir fotonun, bir Planck uzunluğundaki mesafeyi kat edeceği süredir. Planck zamanı saniyenin katrilyonda birinden bile katrilyonlarca küçüktür (5,39 x 10-44 saniye). Zaman bundan daha küçük birimlere bölünemez. Planck Enerjisi yarı çapı Plank uzunluğunda olan bir kürenin sahip olabileceği maksimum enerjiyi (1,22 x 1028 eV) ifade eder. (Bu enerji de 57,2 litre benzinin toplam enerjisine eşittir.) Bu minik küredeki enerji bundan daha fazla olursa karadeliğe dönüşmesi gerekir. (Parçacık fiziğinde kullanılan enerji birimi elektonvolttur. Bir elektronvolt 1,6 x 10-19 Joule’e karşılık gelir. MeV bir milyon elektronvolt, GeV bir milyar elektronvolt, TeV bir trilyon elektronvolt demektir.)     

 

13,5 milyar yıl önce ilk yıldız oluştu. (Big Bang’den 300 milyon yıl sonra) Öncesinde evrende uçuşan gaz ve toz kümeleri (çok miktarda hidrojen, az miktarlarda döteryum ve helyum, çok çok az miktarlarda lityum ve berilyum atomları ve molekülleri) bir araya gelerek nebulaları (bulutumsular) oluşturdular. Buluta ve sise benzeyen nebulaların büyüklüğü devasa idi. Çapı bin ila bir milyon ışık yılı uzunluğunda olan nebulalar vardır. Nebulalar homojen değildi, bazı bölgeleri daha yoğundu. Yoğun bölgeler ara sıra sıkışıyor ve parlıyordu. Bu nebulalar (büyük bir ihtimalle kara madde sayesinde) kümelenmeye başlamıştı. Bu nebulalardan birinin bir bölgesinde gaz ve toz kümelerinden biri daha da yoğunlaşmaya, parlamaya ve kendi ekseni etrafında dönmeye başladı. Bu dönüş hidrojen, döteryum ve helyum atomlarının birbirine daha fazla yaklaşmalarını ve sürtünmelerini sağladı. Gaz ve toz kümesi artık parlayan bir küreydi. Atomların birlikteliğinden oluşan kütle çekim sayesinde merkeze doğru iyice sıkışan atomlar kaynamaya ve bozunmaya başladı. Aşırı basınç ve sıcaklık etkisiyle parçalanan atomlardan etrafa saçılan protonlardan bazıları nötrona, nötronlardan bazıları da protona dönüşüyordu. Elektronlar, fotonlar ve nötrinolar delirmişçesine sekiyor ve fırlıyordu. Kürenin merkezi gittikçe ısınıyordu. Az miktardaki Helyum atomları merkeze toplanmaya başladı. Çevresinde de Hidrojen atomları vardı. Buradaki sıcaklık 4 milyon dereceye ulaşınca füzyon (birleşme) başladı. Artık merkeze yakın olan hidrojen atomları helyum atomlarına dönüşüyordu. Dört hidrojen atomunun elektronları önce kopuyor, protonlardan ikisi nötrona dönüşüyor ve diğer iki protonla birleşerek Helyum çekirdeğini (iki proton ve iki nötrona sahip) oluşturuyorlardı. Yıldızın merkezindeki helyum miktarı gitgide artıyordu. Hidrojen atomlarının Helyuma dönüşmesi muazzam enerji açığa çıkarıyordu. Her biri muazzam atomik patlamalardı. Yıldızın içinde oluşan atomik patlamalara (patlama basıncına) rağmen yıldız parçalanmıyordu, sadece radyasyon (çoğu ışık ve ısı olan ışınım) yayıyordu, çünkü yıldızın kendi kütle çekimi yıldızı bir arada tutuyordu. Hidrojen, döteryum ve helyumdan oluşan, ısı ve ışık yayan bu yıldız, evrenin ilk yıldızıydı. Eğer kütlesi yeterince büyükse ağır elementleri de üretebilecekti. Nebulanın başka yerlerinde ve diğer nebulalarda da böyle yıldızlar meydana geldi. Bunlar ilk jenerasyon yıldızlardı. Bu yıldızlar yutamadığı uzay tozlarını ve gazlarını kendi dönüş ekseni doğrultusunda döndürmeye başladı. Yıldızın etrafında dönen uzay tozları ve gazları da zamanla birleşerek diğer uzay cisimlerini (gök taşları, asteroitler, kaya gezegenler, gaz gezegenler, sıvı gezegenle…vb) meydana getirdi. İlk nebulalar galaksi oluşturacak kadar devasa miktarda atom ve molekül barındırıyordu. Bu dev nebulaların içinde oluşan ilk yıldızlar da dev boyutlardaydı ve muhtemelen sonra da karadeliğe dönüştüler.

·         Not 1: Nebulalar kütlesi büyük ve küçük olmak üzere 2 tür yıldız oluştururlar. Güneşimiz küçük kütleli yıldızdır. Güneşimizin 10 katı ve üstü büyüklüğünde olan yıldızlar büyük kütleli yıldızlardır. Yıldızların rengi mavi, beyaz, sarı, kırmızı ve bu renklerin ara tonlarında olabilir. Yıldızın rengi sıcaklık seviyesini gösterdiği gibi yaşam evrelerini de gösterebilir. 

·         Not 2: Nebula içinde bir bölgede toplanmaya başlayan atomlar ve moleküller yıldız oluşturmaya başlar. Yıldızın oluşumu bir dönmeyi tetikler. Yıldızın bu dönüşü etrafındaki her şeyin aynı istikamette dönmesine neden olur. Genç ve ufak yıldız aç bir kurt gibidir. Kendisine yakın gazları kütle çekiminin etkisiyle çeker ve yutar. Bu onun irileşmesine ve daha çok parlamasına neden olur. Bir yıldızın büyüklüğü oluştuğu bölgedeki gaz ve toz kümesinin yoğunluğuna ve büyüklüğüne bağlıdır.

·         Not 3: Her atomun fark edilemeyecek ve ölçülemeyecek kadar küçük kütle çekimi vardır. Atomlar bir araya geldiklerinde kütle çekimlerinin etkisi artar. Nebulaların kütle çekimi vardır. Ama bir nebula yıldız oluşturduktan sonra daha güçlü kütle çekimine sahip olur. Kütle çekimi adeta atomların birleştiğini evrene bildiren sinyaller gibidir.

·         Not 4: Evrende devasa nebulalar vardır. Bu nebulalara galaksilerde ve galaksiler arası uzay boşluğunda rastlanır. Bunların bazıları evrenin oluşumundan kalmadır (dolayısıyla hafif atomları içerirler), bazıları da yıldız patlamalarından ve çarpışmalarından meydana gelmişlerdir (dolayısıyla ağır atomları içerirler).

·         Not 5: Her galaksi nebuladan meydana gelmiştir. Galaksiler tüm nebulasını yıldıza çevirmez, bazı nebulaları gaz gezegenlere, kaya gezegenlere, asteroitlere çevirir. Yıldızlar ölürken ve birbirleriyle çarpışarak yeni nebulalar meydana getirirler. Bu nebulalar da zamanla yıldıza ve diğer uzay cisimlerine dönüşebilir. Yani galaksiler evrim geçiren (değişebilen) yapılara sahiptirler. 

·         Not 6: Yıldızların kütle çekimi daha büyük olduğu için genelde uzay cisimleri bir yıldızın yörüngesine girer. Böylece ortasında yıldız olan dönen bir yıldız sistemi ortaya çıkar. Dönen bir sistemde sert olan maddeler kayalık gezegenleri oluştururken, dönmenin hızıyla savrulan gazlar sistemin dış katmanlarından gaz gezegenleri oluşturur. Su molekülleri ise dönen sistemin her yerinde bir nesneye (gezegene, uyduya, meteora, kuyruklu yıldıza, asteroide…vb) tutunmuş halde bulunabilir.

·         Not 7: Yıldızların da ömrü vardır. Küçük yıldızların ömrü uzundur, büyük yıldızların ömrü kısadır. Ölmekte olan yıldızlar önce şişer ve kırmızılaşır, ardından patlar, etrafa nebula saçar ve başka bir şeye dönüşür. Çok büyük yıldızlar (mavi renkli süper dev yıldızlar) şişer, kırmızılaşır, mega süpernova patlaması yapar, nebula saçar ve karadeliğe dönüşür. Ondan biraz küçük yıldızlar (açık mavi renkli dev yıldızlar) şişer, kırmızılaşır, süpernova patlaması yapar, nebula saçar ve nötron yıldızına dönüşür. Küçük yıldızların büyükleri (güneşimiz ebatlarında olanlar) genelde sarı renkli olup yakıtları azaldığında önce şişerler ve kırmızılaşırlar ardından dış katmanı patlayarak etrafa nebula salar, çekirdeği de beyaz cüce dediğimiz yıldızımsıya dönüşür. (Güneşimizin sonu da böyle olacaktır.) Güneşimizden daha küçük yıldızlar ise (ki renkleri genelde turuncu ve kırmızıdır) patlamadan ölü yıldıza (kahverengi cüceye) dönüşürler.

·         Not 8: Evrendeki yıldızların %90’ı güneşimizden küçük yıldızlardır. Bu tür yıldızlar geceleyin gök yüzünde görünmez. Evrendeki yıldızların %90’ı canlı, %1’i ölmekte olan, %9’u ise ölü yıldızlardır.

·         Not 9: Hidrojen atomunun tamamı Big Bang’ten sonra ama ilk yıldızdan önce oluşmuştur. (Hidrojenden sonraki ilk 4 elementin çok az bir kısmı da bu evrede oluşmuştur.) Hidrojenden sonraki tüm elementler ise yıldızlar sayesinde oluşmuştur. Dünyadaki yaşamın var olması ve sürmesi, yediğimiz içtiğimiz soluduğumuz her şey ve kullandığımız tüm eşyalar yıldızlarda oluşan 92 element sayesindedir. (Hidrojen ve helyum hafif atomlardır. Çekirdeklerinde 3 ve daha fazla proton barındıran elementler ağır atomlardır.) Yıldızlar bu elementlerin azını yaşarken, çoğunu ölürken evrene saçar. Bir başka deyişle yıldızlar olmasa ve ölmese bizler doğmazdık. (Hepimiz yıldız tozuyuz)

·         Not 10: Yıldızlar önce 1 protonlu hidrojeni merkezlerindeki 4 milyon derece sıcaklıkta yakarak 2 protonlu helyuma dönüştürürler. Sonra iç sıcaklıkları 100 milyon dereceye çıkar ve böylece helyumu yakabilirler ve karbona dönüştürürler. Güneş gibi küçük yıldızlar yaşarken ve ölürken 6 protonlu karbon elementine kadar olan elementleri üretirler. Güneşin 15 katına kadar büyük yıldızlar iç sıcaklıklarını 600 milyon dereceye kadar ulaştırarak 12 protonlu magnezyum elementine kadar olan elementleri üretirler. Güneşin 15 katından daha büyük olan yıldızlar iç sıcaklıklarını 3 milyar dereceye çıkararak 26 protonlu demir elementine kadar olan elementleri üretirler. Bu büyük yıldızlar süper nova patlamasıyla ölürken (karadeliğe veya nötron yıldızına dönüşürken) 50 protonlu kalay elementine kadar olan elementleri oluştururlar. 50 ve üzeri protona sahip elementler ise nötron yıldızlarının çarpışması (kilonava patlaması) sayesinde oluşur. (Yıldızlar yaşarken uzaya genelde hidrojen ve helyum atomlarını saçarlar.) Yıldızlar yaşarken füzyonla ürettikleri ağır atom çekirdekleri merkeze çöker. Füzyonla oluşan yeni çekirdeklerden en fazla protona sahip olan element yıldızın ortasına çökerek merkezi işgal eder. Onun dışına da daha az protona sahip çekirdekler yerleşir. Ve bu böyle devam eder. Örnek verecek olursak güneşimizin son evresinde merkezinde karbon atomu çekirdeklerinden oluşan bir merkez küre oluşacak, onun etrafında helyum atomlarının çekirdeklerinden oluşan bir katman olacak, onun etrafında da hidrojen atomlarının çekirdeklerinden oluşan bir katman olacak.

·         Not 11: Karadelikler (bazı bilim adamları karaküre denmesini doğru buluyor) büyük yıldızların (güneşimizin en az 10 katı büyüklüğündekilerin) yakıtının azalması ve kütle çekiminin füzyon basıncına galip gelmesi ile içe çökmesinden dolayı oluşurlar. İlk yıldızlar daha doğmadan önce de evrenin karadelik üretme ihtimali teorik olarak vardır. Ama evren ilk 380 bin yılında karadelik üretmiş olamaz. Üretseydi yok olurdu. Sonrasında, yani genişleyerek boşluklara sahip olduğunda kara maddenin kütle çekim etkisine kapılan yoğun nebulaların yıldız oluşturmadan direkt karadeliğe dönüşmesi söz konusu olabilir. Ayrıca atom altı parçacıkların kozmik çarpışmaları sırasında da mikro karadeliklerin oluşup buharlaştığı teorik olarak hesaplanmıştır.

·         Not 12: Henüz kanıtlanamasa da bütün galaksilerin merkezinde karadelik olduğu düşünülmektedir. Devasa nebuladan galaksiyi oluşturacak yıldızlar ve gök cisimleri oluşurken, en büyük yıldız (veya en büyük gaz yoğunlaşma bölgesi) karadeliğe dönüşerek galaksinin merkezi haline gelmiş ve galaksideki (nebuladaki) tüm gaz, toz, gök cismi ve yıldızı (muhtemelen kara maddeyi de) yörüngesine oturtarak döndürmeye başlamıştır. Ortasındaki karadeliğin ve bünyesindeki kara maddenin kütle çekimi sayesinde bir arada duran galaksilerin çapı en az 100 bin ışık yılı uzunluğundadır.

 

13,2 milyar yıl önce samanyolu galaksisi oluştu. 100 bin ışık yılından daha fazla genişliğe sahip devasa gaz bulutu bebek evren genişlerken rotasyon kazandı ve açısal momentumun korunumu yasası gereğince önce disk haline geldi, sonra spiral bir dağılım gösterdi. Spiral kollarda öbek öbek sıkışan nebulalar uzay radyasyonunun da etkisiyle yıldızlar, gezegenler, asteroitler ve benzeri gök cisimlerini oluşturdular. Zamanla bazı yıldızlar kolların dışına (ya kolların arasına ya da diskin dışına) fırladı. Böylece malzemesinin %99’unu diskinde toplamış olan Samanyolu galaksisi oluşmuş oldu. Samanyolu galaksisinde 200 milyarın üzerinde yıldız ve 1 trilyona yakın gezegen vardır. Samanyolunda hala nebulalardan yeni yeni yıldızlar, yaşlı yıldızların ölümüyle de yeni yeni nebulalar oluşmaktadır. Disk şeklindeki Samanyolu galaksisinin çapı 100 bin ışık yılı uzunluğundadır. Diskin top şeklindeki merkezinin kalınlığı 12 bin, diskin kollarının kalınlığı ise 3 bin ışık yılı uzunluğundadır. Galaksinin en dışındaki bir yıldız saniyede 500 km yol alarak yörünge turunu 650 milyon yılda tamamlamaktadır. Bir başka deyişle 13,2 milyar yılda Samanyolu sadece 20 defa dönebilmiştir.  Güneşimiz ve dünya Samanyolu Galaksisinin bir parçasıdır.

·         Not 1: Samanyolu spiral kollara sahip sarmal bir galaksidir. 4 ana kolu ve bu kollardan dallanan yan kolları vardır. Tüm bu kollar yıldızlarla ve nebulalarla doludur. Nebula yoğunluğundan dolayı ışıma fazlalaşır ve kol fark edilir. Kollarının arasında da yıldızlar vardır ama nebulalar yoktur.

·         Not 2: Samanyolu’nun sarmal ana kolları: 1: Norma-Cygnus (Cetvel-Kuğu), 2: Sagittarius (Yay), 3: Scutum-Crux (Kalkan-Güneyhaçı), 4: Perseus (Kahraman)

·         Not 3: Samanyolu diskinin üstünde ve altında da seyrek de olsa yıldızlar vardır. Bu yıldızlar da galaksinin parçası olup disk düzlemine zamanında katılmamış veya diskten dışlanmış yıldızladır.

·         Not 4: Şimdiki gözlemlerimize göre evrende yaklaşık 2 trilyon galaksi bulunmaktadır. Evrende ne kadar yıldız ve gezegen olabileceğini siz hesaplayın artık. Tüm bu yıldız ve gezegen miktarına rağmen evrenin sadece %5’i normal maddedir, kalanı kara madde ve kara enerjidir.

·         Not 5: Galaksilerin yapıları diske benzemekle birlikte beş farklı galaksi türü vardır. 1-Spiral Kollara Sahip Sarmal Galaksiler, 2-Çubuk Kollara Sahip Sarmal Galaksiler, 3-Eliptik Galaksiler, 4-Merceksi Galaksiler, 5-Düzensiz Galaksiler. Samanyolu birinci tip galaksidir.

·         Not 6: Bilim adamları galaksilerin çoğunun merkezinde karadelik olduğunu düşünüyor. (Samanyolu galaksisinin merkezinde de kara delik olabileceğini düşünüyorlar. Ama merak etmeyin, olay ufkundan uzak olduğumuz için dünyamız ve güneş sistemimiz kara deliğin içine düşmeyecek.) Ortadaki karadelik ve etrafındaki maddelerle (nebulalar, yıldızlar, gezegenler, asteroitler…vb) birlikte her galaksi müthiş bir hızla dönmektedir. Dönüş hızı o kadar büyüktür ki aslında galaksideki görünen maddelerin uzay boşluğuna savrulması, yani galaksinin dağılması gerekir. Çünkü merkezdeki karadelik dahil galaksideki tüm maddelerin birbirini çekim gücü galaksinin dönüş hızından kaynaklanan merkezkaç kuvvetine engel olacak kadar büyük değildir. Ama buna rağmen galaksiler savrulup dağılmaz, çünkü bir şey merkezkaç kuvvetini nötralize etmektedir. O şeyin görünmez şeyin karamadde olduğu tahmin edilmektedir. Eğer galaksilerde yeteri kadar kara madde olmasaydı merkezkaç kuvvetinden dolayı galaksiler dağılırdı.

·         Not 7: Karamadde galaksiler arası uzay boşluğunda da kümeler halinde bulunur. Aynı karadelikler gibi karamadde kümeleri de ışığın yolunu değiştirebilir ve mercek etkisi yaratabilir. Bu sayede varlıklarını tespit edebiliriz.

 

5 milyar yıl önce evrenin genişleme hızı artmaya başlamıştır. Evren doğumunun birinci saniyesinde anormal şişmiş, ama sonrasında genişleme hızı azalmaya başlamıştır. Evrenin genişlemesine karanlık enerjinin sebep olduğu, bu genişlemeye ise maddelerin ve kara maddenin engel olmaya çalıştığı düşünülmektedir. Ama evrende karanlık enerji daha fazla olduğu için evrenin genişlemesi hep devam etmiştir. Genişleyen evren yüzünden galaksi kümeleri arasındaki mesafe de sürekli açılmıştır. İlk saniyesindeki şişmeden sonraki 8,8 milyar yıl boyunca genişleme hızı sürekli düşen evren, günümüzden 5 milyar yıl önce galaksi kümeleri arasındaki kütle çekim etkileşiminin genişleme sebebiyle azalması ve kritik eşiğe düşmesi ile birlikte evrenin genişleme hızı artmaya başlamıştır. Şu anda artan hızda evren genişlemektedir ve evrenin sınırlarında bulunan galaksi kümeleri bizden ışık hızından daha fazla uzaklaşmaktadır. Dolayısıyla bir süre sonra bu gök adalardan görüntü almamız imkansızlaşacaktır.

·         Not 1: Galaksi kümeleri içindeki galaksiler ve galaksiler içindeki yıldız ve gezegenler birbirilerinin yerçekimlerinden etkilendikleri için evrenin genişlemesinden dolayı birbirlerinden uzaklaşmazlar. Galaksi kümeleri ise birbirlerinin kütleçikim alanlarını hissetmeyecekleri kadar uzakta oldukları için evrenin genişlemesi yüzünden saniyede 73 km hızla birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Bu hız 44 milyon yılda bir %1 artmaktadır.

·         Not 2: Evrenin artan hızda genişlemesinden dolayı çok uzak bir gelecekte gökyüzünde karanlık bölgeler artacaktır. Çünkü yıldız zannettiğimiz galaksiler çok uzağa gideceklerdir.

·         Not 3: Trilyonlarca yıl sonra genişlemeden dolayı evrenin soğuyarak ve yırtılarak yok olacağı düşünülmektedir.

 

4,7 milyar yıl önce samanyolu galaksisinin spiral kolları arasında güneş sistemimizi oluşturacak olan nebula (gaz ve toz bulutu) oluştu. Bu nebula muhtemelen iki nötron yıldızının çarpışmasıyla oluşmuştu. Ki zaten nötron yıldızları büyük yıldızların süpernova patlaması sonrasında ortaya çıkan kalıntı yıldızlardır. Nötron yıldızlarının etrafı da süpernova patlamasından arta kalan nebula ile çevrilidir. Öyleyse bugünkü galaktik konumumuza yakın bir yerlerde tahminen 9-10 milyon yıl yaşlarında olan iki dev yıldız farklı zamanlarda süpernova patlaması yaparak nötron yıldızlarına dönüştüler. Bu nötron yıldızları nebulaları ile birlikte doğdukları konumlarından uzaklaşarak birbirlerine doğru yola çıktılar. Bir süre sonra birbirlerinin kütle çekimine yakalanan bu nötron yıldızları en nihayetinde çarpıştılar ve kilonova patlaması yaparak element bakımından çok zengin (92 protonlu atoma kadar tüm atomları barındıran) bir nebula meydana gelmesine neden oldular. Zamanla (yaklaşık 100 milyon yılda) bu zengin nebulanın merkezinde yoğunlaşma başladı. Kütle çekimi, gaz basıncı, manyetik alanlar ve dönüş sayesinde en nihayetinde merkezde bir gaz küresi oluştu. Gaz küresinin içindeki atomların ve moleküllerin birbirine iyice yaklaşması ve sürtünmesiyle ısı arttı ve gaz küresi alev alarak güneşe dönüştü (gaz küresinin güneşe dönüşmesini başka yıldız patlamalarından gelen radyasyon da tetiklemiş olabilir). Böylece güneş sistemimizin baş aktörü olan güneş meydana geldi.

·         Not 1: Güneş sisteminin toplam kütlesinin %99,86’sı güneşe aittir. Diğer parçaların (gezegenler, uydular, asteroitler vb) toplam kütlesi ise güneş sisteminin kütlesinin sadece %0,14’üdür. Yani gaz ve toz bulutlarından oluşan nebulamızdaki maddenin büyük bir kısmı güneşimizin oluşması için harcanmıştır.

·         Not 2: Güneş sistemimiz galaksinin merkezine 30 bin ışıkyılı, dış kenarına ise 20 bin ışık yılı mesafededir. Güneş sistemimiz galaksideki bütün cisimlerle birlikte aynı yöne doğru dönmektedir. Hızı saniyede 230 km’dir. Buna rağmen galaktik turunu 225 milyon yılda bir tamamlayabilmektedir.

·         Not 3: Güneş sistemimiz Samanyolu galaksisinin ana kollarından olan Kahraman (Perseus) ve Yay (Sagittarius) kollarının arasında bulunan Avcı (Orion) adlı yan kolun kenarındadır. (Avcı, Kahraman’dan dallanmış bir yan koldur.) Güneş sistemimiz Avcı’dan Kahraman’a doğru ilerlemektedir ve 80 milyon yıl sonra bu kola ulaşacaktır. Yaklaşık 200 milyon yıl sonra güneş sistemimizin Samanyolu diskini terk etme ihtimali vardır.

 

4,6 milyar yıl önce güneş sistemi ve dünya oluştu. Yüz milyon yaşındaki element zengini nebula önce güneşimizi doğurdu sonra güneş sisteminin diğer parçalarını. Güneş sisteminde önce güneş, sonra Jüpiter, sonra Satürn oluştu. O sıralarda diğer gezegenler henüz küçük oluşumlardı. İlk oluştuğunda Jüpiter bugünkünden daha fazla güneşe yakındı. Güneş sisteminin dönüş hızından ve radyasyon püskürmelerinden dolayı Jüpiter ve sistemdeki gazlar dışa (Satürn’e) doğru savruldu. Bu savrulma sırasında toz ve kaya parçalarının büyük kısmı da içeri doğru savruldu. Böylece kayalık gezegenlerin oluşumu da hızlandı. Tahminlere göre Güneş, Jüpiter ve diğer dış güneş sistemi gezegenleri 10’ar milyon yıl arayla oluştu. Jüpiter’in yörünge değiştirmesinden sonra da iç güneş sistemi gezegenleri (kayalık gezegenler) oluştu. Yani dünyamız güneşin oluşmasından yaklaşık 50 milyon yıl sonra oluştu. Güneşin yakınlarında oluşan Jüpiter bugünkü yörüngesine doğru hareket ederken dünya muhtemelen ay kadar bir gezegendi. Ama üzerine sürekli asteroitler çarpa çarpa büyüdü. Bu birleşmeler sayesinde element bakımından da iyice zenginleşti. Ama elbette dünya çekirdeğinin ve dış katmanlarının dönüş hızı farkından dolayı bir lav topu gibiydi. Ayrıca dış katmanları da ağır asteroit bombardımanından dolayı eriyik halindeydi.

·         Not 1: Güneş sistemimizdeki her şey içeriği zengin bir nebuladan (gaz ve toz kümesi) oluştu. Bu yüzden güneş sisteminin hemen hemen tüm gezegenlerinde ve uydularında periyodik cetveldeki ilk 92 atoma farklı oranlarda rastlamak mümkündür.

·         Not 2: Deneyler göstermiştir ki, uzay boşluğunda yükleri elverdiği ölçüde atomlar birbirine, moleküller birbirilerine, tozlar birbirlerine, nesneler birbirlerine yaklaşır. Bunun sebebi önce elekromanyetik kuvvet sonra da kütleçekimi kuvvetidir. Bu yaklaşmalar önce birikintileri, sonra yavaş yavaş kayaları, gaz toplarını ve gezegenleri oluşturur.

·         Not 3: Kayalık gezegenlerin kaynaşma süreciyle oluştuğuna inanılmaktadır. Kaynaşma; gezegenlerin; merkezde yer alan önyıldız çevresinde dönen toz taneleri olarak başlamaları, yavaş yavaş bir ile on metre çapında topaklar hâline gelmeleri, daha sonra çarpışarak 5 km çapında gezegenciklere dönüşmeleri ve sonraki birkaç milyon yıl boyunca çarpışmalara devam ederek her yıl kabaca 15 cm kadar büyümeleri sürecidir.

·         Not 4: Güneş sistemi; merkezdeki güneşten, kayalık olan ilk 4 gezegenden, asteroit kuşağından, gaz olan 4 gezegenden, Kuiper kuşağından, cüce gezegenlerden ve var olduğu düşünülen Oort bulutundan oluşur. Ayrıca güneş sisteminin içinde farklı yörüngeleri olan çeşit çeşit uzay cisimleri vardır. Gezegenlerin doğal uyduları da (bizim ayımız gibi) haliyle güneş sistemimizin parçasıdır.

·         Not 5: Güneş'ten olan uzaklıklarına göre gezegenler sırasıyla Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün'dür. İlk dördü kayalık gezegenlerdir, son dördü de gaz gezegenleridir. İlk dördüne iç gezegenler, son dördüne de dış gezegenler denir. Dış gezegenlerin toplamı iç gezegenlerin toplamına göre hacim bakımından 1068 kat, kütle bakımından 225 kat daha büyüktür. Jüpiter ve Satürn tamamen gaz gezegenlerdir ve merkezlerinde sert bir küre yoktur ama sıvı küre olabileceği düşünülmektedir. Uranüs ve Neptün’ün içinde ise buzlu küreler vardır. Sekiz gezegenin toplam 166 uydusu vardır.

·         Not 6: Mars ile Jüpiter arasında bulunan asteroit kuşağı iç ve dış güneş sistemi gezegenlerinin sınırıdır. Asteroit kuşağındaki molozlar büyük bir ihtimalle Jüpiter yüzünden parçalanmış beşinci kayalık gezegenin parçaları olabilir.

·         Not 7: Dünya ilk oluştuğunda kendi ekseni etrafında bugünkünden daha hızlı döndüğü için bir gün yaklaşık 3 saat sürüyordu.

·         Not 8: Dünyanın yaşı 4,6 milyar yıldır. Evrenin ki ise bunun tam 3 katı, 13,8 milyar yıldır. Bir başka deyişle dünyayı oluşturmak için evren 9,2 milyar yıl boyunca zaman (evrim) geçirdi ve güneşimizle birlikte dünyayı doğurdu. (4,6 milyar yaşındaki dünyada insanoğlu son 200 bin yıldır var. Evrenin/Tanrının insanı yapmak için bir dünya yaşına, dünyayı yapmak için iki dünya yaşına ihtiyaç duyduğu söylenebilir😊)  

·         Not 9: Güneş ile Dünya arasındaki mesafe yaklaşık 150 milyon km’dir. Bu mesafeye Astronomik Birim (AB veya AU) denir. En son gezegen olan Neptün güneşe 30 AB uzaklıktadır ve güneş etrafındaki turunu (bir yılını) bize göre 164 yılda tamamlar. Güneşe 19 AB uzaklıkta olan Uranüs ise turunu 84 yılda tamamlar.

·         Not 10: Dünyanın yörünge uzunluğu 946 milyon kilometredir. Dünya bir günde yörüngesi üzerinden 2,6 milyon km yol kat eder. Yani güneş etrafında dönme hızı saatte 108 bin km’dir.  Dünyanın kendi ekseni etrafında dönme hızı saatte 1670 km’dir. Dünyanın çevresi (ekvator çizgisi) 40 bin km’dir. Dünyanın yarıçapı 6.370 km, çapı 12.740 km’dir.

·         Not 11: Koltuğunuzda 1 saat hareketsiz oturduğunuzda bile aslında evrende müthiş hızla hareket ediyorsunuz. Çünkü dünya kendi ekseni etrafında saatte 1670 km hızla, güneş çevresinde de saatte 108 bin km hızla dönmektedir. Güneş sistemi de Samanyolu galaksisindeki yörüngesinde saatte 830 bin km hızla ilerlemektedir. Samanyolu galaksisi de evrenin içinde saatte 2,2 milyon km hızla ilerlemektedir. Tüm bu hızları toplayarak oturduğunuz yerde bile evrendeki konumunuzun saatte 3 milyon km yer değiştiğini söylemek mümkündür.

·         Not 12: Dünyamıza her yıl yaklaşık 90 bin ton ağırlığında uzaydan nesne (asteroit ve uzay tozu) gelmektedir. Buna mukabil yaklaşık 130 bin ton ağırlığında gaz (çoğu hidrojen, kalanı helyum ve diğer gazlar) uzaya kaçmaktadır. Yani dünyamız her yıl yaklaşık 40 bin ton zayıflamaktadır. Yaklaşık 6 sekstilyon ton ağırlığındaki dünya için yılda 40 bin ton kayıp devede pire bile değildir.

 

4,5 milyar yıl önce ay doğdu. Dünyanın oluşmasından yaklaşık 100 milyon yıl sonra yaklaşık Mars büyüklüğünde başıboş bir gezegen (bilim adamları bu gezegene Theia adını vermiş) eriyik haldeki dünyaya çarptı ve içine girdi. Bu çarpışma sonucunda dünya kabuğundan çok büyük kütle uzaya savruldu ve dünyanın etrafında bir disk oluşturdu. 20 milyon yıl sonra bu diskteki materyaller bir araya gelerek ayı meydana getirdi.

·         Not 1: Ay ilk oluştuğunda dünyadan yaklaşık 210 bin km uzaklıktaydı, bugünse 385 bin km uzaklıktadır. Ay her yıl dünyadan yaklaşık 3,8 cm uzaklaşmaktadır. Oluşumundan sonraki 1,5 milyar yıl içinde ayın demir çekirdeği epey soğumuştur ve kor kısmı küçülmüştür. Bunun sonucu olarak kendi ekseni etrafında dönmeyi durdurmuştur. Dolayısıyla son 3 milyar yıldır hiç jeolojik faaliyet olmadığı gibi, çekirdek ve üst katmanları arasında sürtünme olmadığı için manyetik alanı da yoktur. Bu etkisiz çekirdek yüzünden ay kendi etrafında dönememektedir. Bu sebeple biz yeryüzünden sadece ayın bir yüzünü görürüz. Elbette ayın yüzeyinde gece ve gündüz dönüşümleri olmaktadır ama bu bizim etrafımızda döndüğü içindir. Dünyaya göre ayın hacmi 49 kat, kütlesi 81 kat, çapı 20 kat, yerçekimi 6 kat küçüktür.

·         Not 2: Ay oluşmadan önce dünyanın yüzeyi eriyik maddeler ile doluydu. Eriyik maddelerden çıkan zehirli gazlar kara bulutlu bir atmosfer oluşturdu. Atmosfer kül doluydu. Ortalama hava sıcaklığı 4000 derece idi. Ay oluştuktan sonra dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşü yavaşladı, bir gün artık 4 saat idi.

·         Not 3: Dünyaya su (H2O) göktaşları (asteroitler, kuyruklu yıldızlar) aracılığıyla geldi. Dünyadaki suyun büyük kısmının ay oluşmadan önceki asteroit bombardımanı ile geldiği tahmin edilmektedir. Genç dünyaya çarparak ayın oluşmasına sebep olan Theia gezegeninin dünyaya ne kadar su getirdiği bilinmemektedir. Ayın oluşumundan sonraki asteroit ve kuyruklu yıldız bombardımanı ile de uzaydan dünyaya su taşınmaya devam etmiştir. Hala daha bu tür göktaşları dünyamıza uzaydan su taşımaktadır.

·         Not 4: Ay oluştuktan sonra ve dünyaya uzaydan göktaşları ile su gelmeye başladıktan sonra dünyanın ortalama hava sıcaklığı 1000 dereceye kadar düştü.

 

4,4 milyar yıl önce dünyanın atmosferindeki külün miktarı azalırken karbondioksit, hidrojen, nitrojen, amonyak ve su buharının miktarı artmaya başladı. Ortalama hava sıcaklığı 350 dereceye indi.

 

4,3 milyar yıl önce dünya üzerinde su birikintileri ve karalar (kayalar demek daha doğru olur) oluştu. Öncesinde dünya yüzeyi eriyik maddeler ile kaplıydı ve dünyaya sürekli buzlu göktaşları düşüyordu. Atmosferdeki ve yüzeydeki nem sürekli artıyordu. Sonrasında asitli/sulu/çamurlu yağmurlar yağdı. Yağmur döngüsü sayesinde dünyanın eriyik yüzeyi soğudu. Uzaydan taşınan su sayesinde su birikintileri, göl, deniz ve nihayetinde okyanus büyüklüğüne ulaştı. Deniz seviyesinin üzerinde kalan yerler karaları oluşturdu. Bu dev kara parçaları adeta yüzer gezerdi. Dünyanın atmosferinde karbon dioksit, nitrojen (azot), hidrojen sülfit, kükürt dioksit, metan ve amonyak benzeri atomlar ve kimyasal moleküller bulunuyordu. Ortalama hava sıcaklığı 230 dereceye düştü. Bir gün yaklaşık 5 saat idi. 

·         Not 1: Dünyada okyanusların oluşması ayın dünya üzerindeki etkisini artırdı. Ay yüzünden oluşan gelgit dalgaları dünyaya yaşamı hediye etmiş olabilir.

·         Not 2: Dünyadaki kara, hava ve su (okyanus) hareketliliği, ısı değişimleri, uzaydan gelen kozmik ışınlar ve radyasyon dünyada sürekli yeni kimyasal tepkimelerin ve moleküllerin oluşmasına neden oluyordu. Ayrıca uzaydan gelen moleküller de bu molekül çorbasını zenginleştiriyordu. Çoğunlukla atmosferde, azınlıkla su içinde, nadiren kayaların üzerinde yeni yeni monomerler ve polimerler oluşuyor, bunlar minerallere veya organik oluşumlara dönüşüyordu.

·         Not 3: Toprak oluşumu çok sonradır. Dünyanın yüzeyi ilk oluştuğunda eriyik kaya (lav) ile kaplıydı. Daha sonra üst katmanlardaki lavlar soğudu. Dünya kayalık mantosunu oluşturmaya başladı. Tektonik hareketlerden dolayı yüzeyi girintili çıkıntılı hal aldı. Derin yerlere sular doldu, yüksek yerler kayalık kara oldu. Kayaların yüzeyleri doğal nedenlerle parçalandı ve ufalandı. Ama kayaların fiziksel ve kimyasal çözülmesi sonucu oluşan parçalar hala toprak değildi, kumdu. Volkanik aktiviteler de okyanus ve karalara sürekli kül serpti. Kül ve kumun topraklaşabilmesi için daha fazla mineralin kuma karışması ve canlıların ortaya çıkması gerekiyordu. Yani dünya bereketli topraklara sahip olmak için yaklaşık 4 milyar yıl bekledi. Mineralli kumların ve küllerin arasına bitki ve hayvan kalıntılarının karışmasıyla toprak oluştu ve halen daha toprak oluşmaya devam ediyor. Toprak; içerisinde çeşitli mineraller, canlı organizmalar, organik maddeler, hava ve su bulunduran bir örtüdür. Dünya üzerinde ortalama 125 metre yüksekliğinde toprak örtüsü vardır. Toprak tabakasının altı kayalıktır.   

 

4,2 milyar yıl önce havadaki kimyasal moleküllerin konsantrasyonu yıldırımların ve radyasyonun da etkisiyle organik bir sis tabakası oluşturdu. Yani yaşamın temel yapı taşlarından olan amino asitler ilk atmosferde oluşmuştu. (Ortalama hava sıcaklığı 160 derece idi) Yağmurların etkisiyle yeryüzüne amino asitler iniyordu.

·         Not 1: Amino asitler organik bileşiklerdir. Organik bileşikler karbon elementi içerir. Karbon elementi içermeyen kimyasal bileşiklere inorganik bileşikler deriz. Yeryüzündeki tüm canlılar karbon elementi içerir. Karbon atomu olmasaydı yeryüzünde canlılık olmazdı. Karbon canlılığın çöpçatanıdır.

·         Not 2: En temel organik bileşiklerden olan amino asitler uzayda da oluşabilmektedir. Dünyamıza düşen asteroitlerde 50’den fazla amino asit türü bulunmuştur. Bunların 19 tanesi dünyamızda da mevcuttur.

·         Not 3: Günümüzde laboratuvarlarda amino asit tipi organik bileşikler (özellikle de yaşam için gereken 22 temel aminoasidin tamamı) kolayca üretilebilmektedir. (Bkz: Miller-Urey Deneyi)

·         Not 4: Amino asitler RNA ve DNA’nın yapı taşlarındandır.

·         Not 5: Dünyadaki canlıların metabolizmasını 4 tip polimer meydana getirir: Lipit membranları (yağ zarları), polisakkaritler (şekerler), proteinler ve nükleik asitler. Amino asitler, proteinler, RNA ve DNA aslında polimer tipi moleküllerdir.

 

4,1 milyar yıl önce ortalama hava sıcaklığı 100 derece idi ve bir gün 5,5 saat sürüyordu. Atmosferde %64 nitrojen, %33 karbon dioksit vardı. 

 

4 milyar yıl önce sığ sularda biriken amino asitler ve diğer moleküllerden bazıları organik oluşuma dönüştü. Bu organik oluşum, çevresinde bulunan ortamla olan yoğunluk farklılığının yüzey gerilimi sayesinde bir arada duruyordu ve dağılmıyordu. Kimyasal moleküllerin kendi kendilerine yapısallaşma özeliklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu organik oluşumun metabolik faaliyeti yoktu. Yani enerjiyi ne üretebilir ne de kullanabilirlerdi, ne büyür ne de çoğalabilirlerdi, günümüzdeki tek hücreli canlıların özelliklerinden hiçbiri yoktu onlarda. Ama bir arada olma özelliği gösteriyorlardı. Etrafındaki diğer sıvılara karışmıyorlardı. (Hidrofobik özellikler gösteriyorlardı) Bu mikroskobik oluşumlar (koaservatlar) ileride ilkel tek hücrelilerin evleri olacaklardı.

·         Not 1: Atmosfer %93 oranında nitrojen doluydu. Ortalama hava sıcaklığı 70 derece idi. Bir gün de 6 saat sürüyordu.

 

3,9 milyar yıl önce sığ sularda (çamurlu, balçıklı ortamlarda) bolca bulunan organik oluşumlardan (koaservatlardan) bazıları döngüsel kimyasal tepkimeler vermeye başladı. İçinde bulundukları zengin ortamdan içlerine molekül çekiyor, sentezliyor ve enerji açığa çıkarıyorlardı. (Kimyadan biyolojiye ilk geçiş) Organik oluşum artık protoplazmaya dönüşmüştü. Koyu kıvamlı bu metabolik organizma bir canlıdan çok motora benziyordu. Enerji tüketiyor ve üretiyordu. Enerji alışverişi olmasına rağmen bu mikroskobik protoplazmaya henüz tek hücreli bir canlı denemezdi. Çünkü ne zarı ne organcıkları (organelleri) ne de DNA’sı vardı. Üstelik ne üreyebiliyor ne de çoğalabiliyordu. İçinde bulundukları ortam bozulasıya kadar yaşıyorlardı. Bazılarının ömrü saniyelerce, bazılarının ise yıllarca sürüyordu. (Ortalama hava sıcaklığı 50 derece idi)

·         Not 1: Bir başka kurama göre de canlılık deniz dibindeki termal bacalarda başlamıştır. Alkali minerallerin asidik deniz suyuyla etkileşime girdiği bu bacalarda oluşan küçük gözeneklerin içiyle dışı arasındaki gerçekleşen karmaşık kimyasal işlemler biyolojik bir hal almış olabilir.  

·         Not 2: Kimyasal elementlerin ve moleküllerin biyolojik canlıya dönüşmesine Abiyogenez denir. Biyogenez canlıdan canlının doğmasıdır.

·         Not 3: Bazı bilim adamları dünyaya yaşamın ilk formunun (organik maddelerin, DNA ve RNA’nın, ilk ilkel hücrenin) uzaydan geldiğini ve sonrasında evrimleştiğini söyler. Bu teoriye Panspermi denir. 

 

3,8 milyar yıl önce protoplazmadan ibaret metabolik organizmalardan bazılarının içinde karbon, fosfor ve azottan oluşan bir molekül zinciri oluştu. Bu uzun amino asit zincirine sahip molekül protoplazmayı düzenlemeye ve kontrol etmeye başladı. Kendini korumaya eğilimli olan bu molekül protoplazma damlasının etrafının bir zarla örülmesini sağladı. Protoplazmanın kimyasal sentezleme için seçici ve verimli olmasını sağladı. Protoplazmayı yöneten ve hücreye dönüştüren bu molekül zinciri tahmin edeceğiniz gibi DNA idi. Hücre içinde elverişli ortam bulan DNA uzamaya başladı ve sonra büzüşerek kromozoma dönüştü. Ardından kendini kopyalayarak hücrenin içinde iki ayrı uca yerleşti. DNA hücre içinde sıkışmamak için hücreyi bölünmeye zorladı (Mitoz bölünme). Böylece çoğalmaya/üremeye başlamış oldu. (Ortalama hava sıcaklığı 40 derece idi)  

·         Not 1: Bir zara sahip olan, içindeki koyu kıvamlı sıvıda (protoplazmada) DNA, RNA ve az sayıda/türde organcık barındıran, bölünerek çoğalan bu çekirdeksiz tek hücrelilere Prokaryot denir. Günümüzde de Prokaryotlar vardır ve doğada genelde tek hücreli canlı olarak yaşarlar. Prokaryotların çok hücreli yaşam formu oluşturmasına doğada nadiren rastlanır. Tek hücreli prokaryotların günümüz temsilcileri bakteriler ve arkelerdir. (Bu iki ilkel canlıya biz insanlar genelde mikrop deriz.) Canlılık iki kol vermiştir; bakteriler ve arkeler. Arkeler fazla çeşitlenememiş ve evrimleşememiştir. Bakteriler (prokaryotlar) evrimleşerek çeşitlenmiş ve 1,5-2 milyar yıl sonra içlerinden bir çeşidi Ökaryot hücreye dönüşmüştür. 

·         Not 2: Prokaryotlar basit yapılı ilkel hücrelerdir, buna karşılık olarak Ökaryotlar karmaşık hücrelerdir. İnsan, hayvan ve bitki hücreleri Ökaryot hücrelerdir. Ökaryot hücreler, prokaryot hücrelerden çok sonra (yaklaşık 1,5-2 milyar yıl sonra) oluşacaktır. Ökaryot hücrelere ileride değineceğiz.  

·         Not 3: Vücudumuz 100 trilyon çekirdekli hücreden (ökaryot) oluşmuştur ama 1 katrilyon çekirdeksiz hücreye (prokaryot/bakteri) ev sahipliği yapmaktadır. (Mikrop doluyuz. 😊 Telaşlanmayın, bunlar iyiliğimiz için çalışan mikroplar)

·         Not 4: Bazı bilim adamları yaptıkları deneyler ışığında dünyadaki atmosferin oluşmasından sonra havadaki organik sisin içinde DNA ve RNA zincirlerinin oluştuğunu, sığ sularda da kimyasal çorbadan protoplazma taneciklerinin oluştuğunu düşünüyor. Onlara göre; havadan suya düşen DNA ve RNA’lar, sudaki protoplazmaların içine sızarak Prokaryot hücreleri meydana getirmiş olabilirler. Bu hipotezin en büyük kanıtı olarak Virüsler gösterilmektedir.  

·         Not 5: Virüsler biyolojik varlık olmalarına rağmen canlı kategorisinde değildirler. Yaşamın kıyısında olan organizmalar olarak adlandırılan virüslerin herhangi bir organalleri ve metabolik aktiveteleri yoktur. Ne prokaryot, ne de ökaryot sınıfındadırlar. Ama içlerinde DNA veya RNA bulundururlar. Virüsler bir hücreye tutunduklarında harekete geçerler (canlanırlar). Virüsler sahip oldukları DNA veya RNA’larını tutundukları hücreye transfer edip simbiyotik olarak yaşamaya başlarlar. Bir virüsün kendini kopyalayabilmesi (çoğalabilmesi) için bir hücreye tutunması şarttır. Bir hücreye tutunamayan virüs zamanla çürür/ölür. Virüsler prokaryotlara da, arkelere de, ökaryotlara da (bitkilere, mantarlara ve hayvanlara da) musallat olurlar. Virüslerin kökeni canlılıktır. Yani bakteri ve arkeler hayata geldikten sonra, bunların evrimi sırasında bozuk olduğu için hücreden dışlanmış bir DNA (belki de RNA) bakteri veya arke’ye dıştan tutunarak varlığını devam ettirmesiyle ilk virüsün meydana geldiği düşünülmektedir. Yani ilk virüs 3,8 milyardan daha fazla yaşlı olamaz. Virüslerin gen analizlerine göre birden fazla ilk atası olduğu tespit edilmiştir. Virüsler de evrim geçirir ve çeşitlenir. En son yapılan araştırmalardan birinde bir tür prokaryot hücrenin bir virüs türünden evrimleştiği saptanmıştır. Bakteriler bir pirinç tanesinden 5500 kat küçüktür ve ancak mikroskopla görülebilirler. Virüsler ise bakterilerden 1000 kat küçüktür ve ancak elektron mikroskobuyla görülebilirler.

·         Not 6: Hayatın devamlılığı için kendini ve içinde bulunduğu hücreyi kopyalayarak çoğalan/üreyen DNA’da yaşanan gelişmeler, hasarlar, kombinasyonlar ve mutasyonlar sonraki kuşaklara geçerek evrimin oluşmasına sebep olur.

·         Not 7: Günümüzde laboratuvarlarda yapay DNA üretilebilmekte ve doğal hücrenin içindeki DNA ile değiştirilebilmektedir. Yapay DNA hücreyi kontrolü altına alıp mitoz bölünme ile çoğalabilmektedir. Bilim adamları kendini çoğaltabilen RNA yapmayı da başarmışlardır.

 

3,7 milyar yıl önce ortalama hava sıcaklığı 35 derece idi ve atmosferin %98’i nitrojen ile doluydu. Bir gün yaklaşık 7 saat idi.

 

3,6 milyar yıl önce ilk süper kıta ortaya çıktı. (Bildiğiniz gibi dünyanın dış tabakası levhalardan oluşur ve bu levhalar sürekli hareket halindedir.) Okyanuslar oluştuktan sonra levha hareketliliği sayesinde karalar batıyor, çıkıyor, hareket ediyor, bir araya geliyor, süper kıtayı oluşturuyor ve sonra yeniden dağılıyordu. Bu döngü sayesinde günümüze kadar yüz milyonlarca yıl aralıklarla 7 süper kıta meydana gelmiş ve sonra dağılmıştır. (Son süper kıta günümüzden 300 milyon yıl önce oluşmuş ve bugünkü kıtalarımızı oluşturmak üzere 175 milyon yıl önce dağılmaya başlamıştır.)

 

3,5 milyar yıl önce bir tür siyanobakteri birikimi olan stromatolitler sığ suların olduğu her yeri kapladı. Yunanca taş örtüsü anlamına gelen stromatolitler, mikro organizmaların koloni halinde ve katmanlı olarak yaşama eğiliminden doğmuştu. (Stramolitler prokaryot, yani bakteridir)  

·         Not 1: ortalama hava sıcaklığı 30 derece idi ve bir gün yaklaşık 8 saat idi.

 

3 milyar yıl önce fotosentez yapabilen (yani oksijen salan) prokaryotlar ortaya çıktı. Bu basit tek hücreli (ama çekirdeksiz) canlılar atmosferdeki zehirli gazları, nitrojeni ve karbondioksiti emip, oksijen salıyorlardı. (Bazı kaynaklarda 2,5 milyar yıl önce olarak belirtilir)

·         Not 1: ortalama hava sıcaklığı 20 derece idi ve bir gün yaklaşık 10 saat idi.

 

2,9 milyar yıl önce ortalama hava sıcaklığı 10 dereceye kadar düştü.

 

2,5 milyar yıl önce büyük oksidasyon olayı gerçekleşti. Fotosentez yapabilen bakterilerin çoğalmasıyla atmosferdeki karbondioksit müthiş azaldı ve atmosfer oksijence çok zenginleşti. Anaerobik bakterilerin sayısı düşerken oksijen soluyan bakterilerin sayısı arttı. Oksijenin artmasıyla birlikte atmosferin üst tabakasında ozon katmanı oluştu. Ozon katmanı uzaydan gelen ultraviyole ışınları ve diğer radyasyonları engelledi. Böylece dünya daha yaşanabilir hale geldi. Bu gelişmeler sera etkisini azalttığı için dünya soğumaya başladı.

 

2,4 milyar yıl önce dünya çok soğudu, her yeri kar ve buz kapladı. Ortalama hava sıcaklığı -35 derece idi. (Yaklaşık 300 milyon yıl boyunca dünya kar topu halindeydi.) Bir gün yaklaşık 13 saat idi. Her yerin buzla kaplanması fotosentez yapan bakterilerin sayısını azalttığı gibi, atmosferdeki oksijen seviyesinin de düşmesine neden oldu. Atmosferin %96’sı nitrojen, %2’si oksijenle dolu idi.

 

2,1 milyar yıl önce dünya yüzeyini kaplayan kar ve buzların büyük bölümü eridi. Ortalama hava sıcaklığı 10 dereceye yükseldi. Sıcaklığın artmasına sebep yanardağ patlamaları ve karbondioksit artışı idi. (Karbondioksit seviyesi %1’e yaklaşmıştı) Bir gün 14 saat idi.

 

1,8 milyar yıl önce uzaydan bakılınca sularla kaplı mavi bir gezegendik. Ama henüz yeşil alanlarımız yoktu. Su içinde bakteriyel hayat vardı ama su dışında bir canlılık yoktu. Bir gün 15,5 saat idi. Ortalama hava sıcaklığı 13 derece idi. Atmosferin %97’si nitrojen, geri kalanı oksijen, argon ve karbondioksit idi.

 

1,5 milyar yıl önce sığ sularda ilk modern tek hücreli canlı ortaya çıktı. (Bazı kaynaklara göre 2 milyar yıl önce) Bu tek hücrelinin dış zarının içinde protoplazma yerine sitoplazma vardı. Sitoplazmanın içinde birçok organcık ve ortasında hücre çekirdeği vardı. DNA sarmalı bu çekirdeğin içindeydi. Yani DNA kendini daha da koruma altına almıştı. Çekirdeğinden dolayı Ökaryot denen bu tek hücrelilerden bazıları kendibeslek (cansız maddelerle beslenen), bazıları da karşıbeslek (canlılarla beslenen) idi.  Bazıları oksijen tüketiyordu, bazıları da oksijen üretiyordu. Ökaryot hücreler mitoz bölünmeyle çoğalıyordu. (Bir gün 17 saat idi ve ortalama hava sıcaklığı 12 derece idi)

·         Not 1: Ökaryot hücre; birbirini yutan ve simbiyotik (birbirinden faydalanan) bir yaşam formuna dönüşen prokaryot hücrelerin marifeti olabilir. Çünkü ökaryot hücrenin içinde bulunan çekirdek, mitokondri, ribozom, kloraplast gibi organcıkları prokaryot hücrelere benzemektedir. (Bkz: Endosimbiyotik Teori)

·         Not 2: Ökaryot hücreler prokaryot hücrelere göre daha gelişmiş canlılardır. Bu gelişmişlikleri ileride dünyanın çehresini değiştirecektir.

·         Not 3: Ökaryot hücreli canlıdan 4 alem doğmuştur: Protistalar, Mantarlar, Bitkiler, Hayvanlar. (Terliksi hayvan ve deniz yosunları Protistalara örnektir. Protistalar tek hücreli de olabilirler, çok hücreli de) Günümüze kadar Protistalar ve Mantarlar çok fazla türleşmemişken, bitkiler ve hayvanlar çok fazla türleşmiştir.

·         Not 4: İlk bitki hücresi muhtemelen siyonabakteri (fotosentez yapabilen prokaryot hücre) yutan bir ökaryot hücrenin yuttuğu siyona bakteriyi hazmedemeyip bir organel olarak kabul etmesiyle hayat bulmuştur. Bir ökaryot içerisinde organel görevi gören siyanobakteriler zamanla kloraplasta evrilmiş ve içinde bulundukları hücreyi bitki hücresine dönüştürmüşlerdir. İlk bitkiler de ilk hayvanlar gibi su içinde ortaya çıkmıştır.

 

1,3 milyar yıl önce ilk su yosunları (algler) ortaya çıktı. Ne hayvan, ne bitki sınıfından olan su yosunlarının bazıları tek hücreliydi, bazıları çok hücreli. Su yosunları kendibeslekti. Yani etrafındaki cansız maddelerden, ısıdan ve ışıktan beslenerek enerji elde ediyordu. Çoğu fotosentez yapıyordu.  

·         Not 1: Tek hücreli olan su yosunlarından bazıları zamanla planktonlara evrildi. Bu planktonlardan bazıları hayvanımsı, bazıları da bitkimsi olacaktı. Bugün atmosferimizdeki oksijenin % 80 inden fazlasını okyanuslardaki tek hücreli ökaryot canlılar olan fitoplanktonlar (bitkimsi planktonlar) yapmaktadırlar.

·         Not 2: Algler protista aleminin bitki benzeri canlılarındandır.

 

1,1 milyar yıl önce ilk çok-hücreli canlılar oluştu. Bazı ökaryot canlılar koloniler oluşturarak beraber yaşamaya, sıkı işbirliği yapmaya ve tek bir canlı gibi davranmaya başladı (Kolonileşme). Artık dip dibe kenetlenerek yaşıyor ve işbölümü yapıyorlardı. Birbirlerini her anlamda destekliyorlardı. Koloni halinde yaşayan hücreler birbirlerini kolluyordu. Böylece av olmak yerine avcı da olabiliyorlardı. Bazıları görevi/konumu gereği fiziksel özelliklerinden vaz geçerken bazıları da görevi/konumu gereği yeni fiziksel özellikler kazanıyordu. Yani çok hücreli bir organizmanın dışındaki ve içindeki hücreler birbirinden farklılaşmıştı. İş bölümü enerji tasarrufunu da beraberinde getiriyordu. Birbirine kenetlenen hücreler doğa güçlerine karşı da daha dayanıklıydı. Belli bir süre sonra topyekûn davranan çok-hücreli organizmaya dönüştüler. Bu organizmalardaki hücreler DNA’larında bulunan genlerde şifrelenen görev ve konumlarına uygun olarak bölünerek büyüyor ve yenileniyordu.

·         Not 1: Sadece ökaryotlar değil, bazı prokaryotlar da çok-hücreli yaşama geçebilmiştir.

·         Not 2: Ökaryot canlılar henüz mitoz bölünme ile çoğalıyorlar ve/veya ürüyorlardı. Mitoz bölünmede; bir hücrenin kendi içindeki materyalleri kopyalamasıyla başlıyor ve her bir kopya hücre içinde farklı kutuplara doğru ilerliyor, ardından hücre ikiye bölünüyordu. 

·         Not 3: Günümüzde de bazı tek hücreliler koloni halinde yaşar ve adeta çok-hücreli bir organizma gibi davranır. (Bkz: Volvox kolonisi)

 

1 milyar yıl önce ökaryot canlılar mayoz bölünme yapmaya başladılar. Bir bölgede mitoz bölünmeyle (eşeysiz üremeyle) var olagelmiş bir ökaryot canlı topluluğunun genlerindeki bozukluk sebebiyle ikiye bölünme değil, dörde bölünme gerçekleşti. 46 kromozomlu ökaryöt hücreler bölünerek iki tane 46 kromozomlu gençleşmiş hücre meydana getirirken, bir anomali/mutasyon sonucunda bölünmeye devam etti ve 23 kromozomlu 4 tane genç hücre meydana getirdi. Bu hücreler yarım yamalaktı ve kendi kendine bölünüp çoğalamıyordu. Aynı kendileri gibi bölünmüş hücrelerle birleşerek yeni nesil çok-hücreli canlı olabiliyorlardı. Bu çok-hücreli canlıların hücrelerinden bazıları mitoz bölünme bazıları da mayoz bölünme gerçekleştiriyordu. Mitoz bölünenler çok-hücreli organizmanın büyümesine, mayoz bölünenler de çok-hücreli organizmanın çoğalmasına neden oluyordu. Yalnız bu üreme için mayoz bölünme yapan başka bir çok-hücreli canlıya daha ihtiyaç vardı. Mayoz bölünme sayesinde eşeyli üreme de ortaya çıktı.  Çok-hücreli bu ökaryot canlı artık mayoz bölünme yaparak çoğalmaya başlamıştı. Bu eşeyli üreme biçimi eş seçmeyi ve seçiciliği beraberinde getirdi. Bu da zamanla cinsiyeti doğurdu. Artık mayoz bölünmeyle ortaya dişi veya erkek çok-hücreli organizma meydana gelmeye başladı. Her çok-hücreli organizma karşı cinsini arıyor ve onunla eşleşiyordu.  

·         Not 1: Mayoz bölünme üreme ana hücrelerinde görülür. Vücut hücrelerinde mitoz bölünme olur. Mitoz bölünme büyümeye ve yaraları onarmaya yarar. Mayoz bölünme sonucunda 4, mitoz bölünme sonucunda 2 hücre oluşur. Mitoz bölünmede kromozom sayısı (46) değişmezken, mayoz bölünmede kromozom sayısı yarıya (23) iner. Mitoz bölünmede kromozomlar arasında parça değişimi olmaz ama mayoz bölünmede kromozomlar arasında parça değişimi olur. Mitoz bölünme neredeyse birebir kopyalama, mayoz bölünme ise biraz farklılaşmış kopyalama yapar. Mayoz bölünme sayesinde genetik çeşitlilik ortaya çıkar.   

·         Not 2: Mayoz bölünme sadece Ökaryot hücreli canlılara ait bir özelliktir. Prokaryot canlılar mayoz bölünme yapamazlar, sadece mitoz bölünme ile çoğalırlar.

·         Not 3: Hem mayoz, hem de mitoz bölünme ile üreme becerisine sahip canlılar da vardır.

·         Not 4: Mitoz bölünme ile eşeysiz üreyenlerde cinsiyet söz konusu değildir.

·         Not 5: Çok-hücreli organizmaların (canlıların) mayoz bölünme sonucunda ortaya çıktığını iddia eden bilim adamları da vardır. Yani mayoz bölünme olmasaydı çok hücreli canlılar olmayabilirdi.

·         Not 6: Mayoz bölünmeden sonra bitkiler ve hayvanların ataları ortaya çıkmıştır.

·         Not 7: Hayvanların ilk atası 1 milyar yıl önce su içinde yaşayan ve hareket eden Opistokont grubunun Koanoflagella sınıfından olan tek hücreli bir ökaryotun bugünkü havanların ilk atasının ilkel versiyonu olması kuvvetle muhtemeldir. Daha sonra kolonileşen bu tek hücreliler zamanla çok-hücreliye evrimleşmiştir.

 

900 milyon yıl önce çok-hücreli hayvanımsı canlılar ortaya çıktı: Parazoalar. Onlar ilk gözle görülebilir büyüklüğe erişmiş hayvanımsılardı. Suda yaşarlardı. (O dönemde tüm canlı hayat hala sudaydı) Deniz dibine veya dipteki kayaya tutunup yaşarlardı. Bu yüzden bitkilere benzerlerdi. Bu hayvanlara çok-hücreli hayvan da denebilirdi, kolonileşmiş tek hücreli hayvan sürüsü de. (Bu hayvanımsı canlılar yumuşak dokulu, peltemsi yapılı ve omurgasız idiler. Bu yapılarından dolayı öldükten hemen sonra çürürler veya diğer canlıların yemi olurlar ve dolayısıyla fosillerine yeryüzü katmanlarında çok ender rastlanır. Ama günümüzde hala 5 bin farklı tür Parazoa vardır.)  Parazoaların vücutları asimetriktir. Ön ve arka diye bir ayrımları yoktur. Tüm hayvanlar gibi parazoalar da heterotroftur. Yani dışarıdan beslenirler. Ototrof olan bitkiler ve algler gibi kendi besinlerini üretemezler. Parazoalardan süngerler ve düz hayvanlar türemiştir. (Bir gün yaklaşık 20 saat idi ve ortalama hava sıcaklığı 12 derece idi)

·         Not 1: Parazoalardan sonra bugünkü hayvanlar aleminin ilk gerçek atası kabul edilen Eumetazoalar ortaya çıkmıştır. Taraklılar ve Sölenterler bunların ilk örnekleridir. Bu canlılar dairesel simetriye sahiptirler. Bunlar da yumuşak dokuludurlar. (Sölenterler: Deniz anaları, mercanlar, deniz anemonları).

·         Not 2: Eumetazoalardan sonra çift taraflı simetrik hayvanlar olan Bilaterialar sahneye çıkmıştır (850 milyon yıl önce). Bu hayvanların atalarından farklı olarak önü arkası, altı üstü vardır. Kambrien dönemine kadar (yaklaşık 300 milyon yıl boyunca) bu hayvanlar evrimleşecek ve bünyelerinde farklılaşmış/uzmanlaşmış hücreleri artıracaklardı. Bu hücreler ileride kas, deri, pul, kemik, iç organlar, sinir sistemi, göz, beyin gibi organlara dönüşeceklerdi.

 

720 milyon yıl önce dünya soğudu, her yer kar ve buzla kaplandı. Uzaydan bakınca dünya adeta kartopuna benziyordu. Ortalama hava sıcaklığı -48 dereceye düştü. Ama bu durum denizdeki yaşamı çok olumsuz etkilemedi. Kartopu hali 60 milyon yıl sürdü.

 

650 milyon yıl önce atmosferin yeryüzüne yakın olan troposfer tabakasında (ilk 15 km) bolca bulunan ve canlılar için zehirli olan (toksik) Ozon (O3) gazının önemli bir kısmı 15 ila 50 km arasındaki stratosfer tabakasının üst bölgesine yerleşerek ince (3 mm) bir tabaka oluşturdu. Bu ozon tabakası sayesinde uzayın ve güneşin zararlı ışınları (radyasyonu) yer yüzüne daha az ulaşabilir oldu. Ayrıca yeryüzündeki (denizlerdeki) canlılık için toksik (zehirli) olan Ozon gazı troposferde azalmış da oldu. Bu gelişme su içinde yaşayan ve ilkel durumdaki canlılığa müthiş fırsatlar sunacaktı. Yalnız dünya yeniden soğudu, ortalama hava sıcaklığı -27’dereceye düştü. Dünya 20 milyon yıllığına yeniden kar topuna döndü.

 

600 milyon yıl önce ortalama hava sıcaklığı 16 dereceye ulaştı. Bir gün 21 saat idi. Atmosferin %89’u nitrojen, %10’u oksijen ile doluydu.

 

550 milyon yıl önce karalar kayalardan, çakıllardan, kumlardan ve lav küllerinden ibaretti. Henüz toprak yoktu. Denizde yaşam (ilkel tek hücreliler ve çok hücreliler) vardı ama karada yaşam yoktu. Bitkiler ve hayvanlar için daha milyonlarca yıl evrimleşme gerekiyordu.

·         Not 1: Bir gün yaklaşık 21,5 saatti ve bir yıl yaklaşık 420 gün idi. Atmosferdeki oksijen oranı %18’e çıkmıştı. Ortalama hava sıcaklığı 16 derece idi.

·         Not 2: Dünya günümüzdeki yaşının %88’ini yaşamıştı. Geriye kalan hayatının %12’sinde müthiş bir canlı çeşitliliği başlayacaktı.  

 

540 milyon yıl önce sudaki hayvanımsı canlı çeşitliliği daha da artmıştı ve bazıları yüzmeye başlamıştı. Bazıları kendibeslekken, bazıları da karşıbeslek idi. Hayatta kalma mücadelesi yüzünden bazlılarının deri hücrelerinin belli kısımlarında ışığa duyarlı hücreler belirdi. Bu hücreler 20 milyon yıl boyunca gelişerek göze dönüştü. Gözün oluşumundan sonraki 10 milyon yıl içerisinde göze bağlı sinir hücrelerinden kafaya yakın olanları ilkel beyne dönüştü. Hayvanımsılardaki evrim ve çeşitlilik arttıkça ortaya kabuklu ve iskeletli canlılar da çıktı. İlkel balık da bu dönemde ortaya çıkmıştı.

·         Not 1: Salınımlı canlıların ortaya çıktığı, göze, beyne ve iskelete sahip çok farklı türlerin oluştuğu 550 ile 500 milyon yıl öncesindeki 50 milyon yıllık bu döneme Kambriyen dönemi denir. Çeşitliliğin bu kadar artması da Kambriyen Patlaması olarak adlandırılır. Kambriyen döneminden birçok fosil günümüze gelebilmiştir.

·         Not 2: Kambriyen döneminin ilk hayvanları yassı solucanlar ile hortumlu solucanlardır. Bu hayvanlar kemiksizdir, vücut içlerinde boşluk yoktur, iç organsızdır.

·         Not 3: Vücudunun içinde boşluk olan ve ilk sindirim sistemi geliştiren hayvanlar Kambriyen döneminde ortaya çıkmıştır. İlk sindirim sistemi sahibi hayvan planktonlardır.

·         Not 4: İlk kabuklu canlılar ve eklembacaklılar da Kambriyen dönemde oluştular. İlk eklembacaklı canlılardan Tribolitler böceklerin atasıdır. (500 milyon yıllık bir Tribolit fosiline sahibim ve ona gözüm gibi bakıyorum) 

·         Not 5: Kambriyen dönemdeki balıksı hayvanların ağzı vardı ama çeneleri ve dişleri yoktu. Yutarak avlanıyorlardı ve/veya suyu süzerek besleniyorlardı.

·         Not 6: İlk ilkel omurgalılar Kambriyen döneminin sonuna doğru ortaya çıkmışlardır.

 

500 milyon yıl önce ortalama hava sıcaklığı 30 derece idi. Atmosferde %81 nitrojen, %18 oksijen, %0,74 argon, %0,49 karbon dioksit vardı.

 

475 milyon yıl önce ilk omurgalı kompleks hayvanlar ortaya çıktı. Bu hayvanlar atalarına göre daha gelişmiş iç organlara, sindirim sistemine, sinir sistemine, göz yapısına ve beyne sahiptiler. Ayrıca kuyrukları ve boğazları vardı.

·         Not 1: İlk omurgalı hayvanlardan gelen alt türler: İlk çeneli balıklar, ilk kemikli balıklar, ilk dört ayaklı hayvanlar, ilk sürüngenler, ilk dinazorlar, ilk memeliler, ilk keseliler, ilk plasentalılar, ilk primatlar ve ilk insanlar.

·         Not 2: İnsanların atası primatlardır, onların atası plasentalılardır, onların atası memelilerdir, onların atası dört-ayaklı hayvanlardır, onların atası kemikli balıklardır, onların atası çeneli balıklardır, onların atası omurgalılardır, onların atası çift simetrili ilkel mini hayvanlar olan Bilaterialardır, onların atası ilk çok-hücreli hayvanlar olan Eumetazoalardır, onların atası ilk kolonileşmiş tek hücreli sürüsü olan mikroskobik Parazoalardır, onların atası da ilk hayvansı davranışlar sergileyen tek hücreli Koanoflagellalılardır, onların atası da ilk modern hücre olan Ökaryotlardır, onların da atası ilk canlı olan Prokaryot hücrelerdir. 

 

450 milyon yıl önce ilk kara bitkileri ortaya çıktı. Gelgit dalgaları sayesinde oksijenli ortamda yaşayabilecek bazı siyano bakteriler ve kloraplastlı ökaryotlar sular tamamen çekildiğinde karada hayatta kalmayı başarabildi. Bunlar karada çoğalarak ilk kara bitkilerini meydana getirdiler. Ortalama hava sıcaklığı 20 derece idi. Atmosferde %80 nitrojen, %18 oksijen vardı. Bir gün 22 saat idi.

·         Not 1: İlk bitkilerden; 100 milyon yıl sonra bazı bitliler yapraklandı, 320 milyon yıl sonra bazı bitkiler çiçeklendi, 370 milyon yıl sonra bazı bitkiler meyvelendi. (Bitkilerin de evrimsel yolculuğu vardır)

·         Not 2: Bitkiler, fotosentez yaparak inorganik maddelerden organik maddeler üreten, kloroplast içeren çok hücreli, hücre zarlarının üzerinde asıl maddesi selülozdan oluşan hücre çeperi bulunan, ökaryotik ve ototrof canlılardır. Bitkiler özellikle karasal yaşamın oksijen ve besin kaynağıdırlar. Bitkiler çiçekli ve çiçeksiz olarak ikiye ayrılır. Çiçekliler tohumludur ve açık tohumlular ile kapalı tohumlular olarak alt iki kümeye ayrılır. Çiçeksizler tohumsuzdur ve damarlılar ve damarsızlar olarak iki alt kümeye ayrılır. Çam ağacı ve selvi ağacı açık tohumlu kümesine aittir. Tahıllar ve meyveler kapalı tohumlu kümesine aittir. Kara yosunları damarsızlar kümesine, eğrelti otları damarlılar kümesine aittir. Bitkiler aleminde 2 milyon civarında tür vardır. Milyonlarca tür de küresel yok oluşlar ve diğer etmenler yüzünden yok olmuştur.

·         Not 3: Bir teoriye göre; tektonik hareketler sonucu denizin dibi üzerindeki su yosunları ve ilkel su bitkileriyle yükseldi. Bu yükselme oldukça yavaş olduğu için su yosunları ve su bitkileri karasal hayata uyum sağladı. Bir başka teoriye göre de; dalgalarla karaya vuran (belki de bataklıklara sürüklenen) fitoplanktonlar karada da yaşayabilecek şekilde evrimleşebildi.

·         Not 4: Bitkiler sayesinde dünya yüzeyinde toprak oluşumu başladı. İnorganik maddeler olan kül, kum ve çakıla organik madde olan bitki kalıntılarının karışmasıyla toprak oluştu.

 

443 milyon yıl önce ilk kitlesel yok oluş meydana geldi. Tüm türlerin yaklaşık yüzde 65’inin (bazı kaynaklara göre %86’sının) yok olduğu bu döneme Ordovisiyan-Silüryan dönemi denir. Toplu yok oluşun nedeni olarak atmosferdeki karbondioksit seviyesinin düşmesi gösterilir. Özellikle denizlerdeki yaşam formları etkilenmişlerdir. Karbondioksitin düşüş nedeni olarak, volkanik aktivite ya da gama ışını patlaması nedeniyle ozon tabakasının zarar görmesi ileri sürülmektedir.

·         İlkinden sonra dünyanın başına 4 kitlesel yok oluş daha geldi. İkincisi 370 milyon yıl önce canlıların %75’ini, üçüncüsü 252 milyon yıl önce canlıların %96’sını, dördüncüsü 201 milyon yıl önce canlıların %80’ini, beşincisi 65 milyon yıl önce canlıların %70’ini yok etti.

·         Canlıların büyük bir kısmının yok olmasına neden olan felaketlerin ya da süreçlerin sebepleri farklıydı. Bunları yeri geldiğinde okuyacaksınız. Yok oluş süreçlerinin bazıları 100 yıl, bazıları 2 milyon yıl sürdü.

 

425 milyon yıl önce bazı balıklarda çene ve dişler oluştu, yüzgeçler meydana geldi. Bu onları daha iyi avcı yapmıştı.

 

410 milyon yıl önce eklem bacaklı bir deniz hayvanı karaya çıktı ve burada evrimleşerek böceklerin atası oldu. Böceklerin karaya ayak basması dünya yüzeyinde yeni oluşmaya başlamış olan toprak tabakasının zenginleşmesini sağladı, böylece bitki türleri yaygınlaştı, çeşitlendi ve çoğaldı. Artık toprak daha verimliydi ve karalar daha yeşildi. 

 

400 milyon yıl önce ortalama hava sıcaklığı 25 derece idi. Atmosferde %77 nitrojen, %21 oksijen, %0,66 argon, %0,29 karbon dioksit vardı.

 

370 milyon yıl önce ikinci kitlesel yok oluş meydana geldi. Canlı türlerinin yüzde 75 kadarı yok oldu. Bu döneme Geç Devoniyen denir. Bunda da en çok deniz canlıları etkilenmiştir. Okyanuslardaki oksijenin azalması yüzünden olduğu düşünülür. Buna sebep de küresel soğuma ile okyanus dibindeki volkanlar gösterilir.

 

365 milyon yıl önce omurgalı canlılardan biri (bir tür balık) ilk defa kafasını sudan dışarı çıkardı ve havayı solumaya başladı. Kafasını sudan çıkarınca, karayı da fark etti. Bol bol yeşilliklerle ve böceklerle dolu olan bu kara parçası yırtıcılarla dolu su ortamından daha güvenliydi. Havayı soluyabilen bu omurgalı canlı ara sıra karaya da çıkacaktı. Zira karnını karada da doyurabilmeye başlamıştı. Karayı ziyaret ettikçe yüzgeçleri ilkel ayaklara dönüşmeye başlayacak ve derisi kalınlaşacaktı. Ortama ayak uydurma zorunluluğu amfibik (hem suda hem karada yaşayabilen) türlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

·         Not: Kurbağa ilk amfibik canlıya güzel bir örnektir. Kurbağalar yumurtalarını suya bırakırlar. Yumurtadan çıkan yavrular minik balıklara benzer ve uzun bir süre su içinde yüzerler ve beslenirler. Asla suyun dışında yaşayamazlar. Belli bir süre sonra solungaçları yok olur, ciğerleri oluşur, bacakları çıkar, kuyrukları yok olur. Kurbağaya dönüştükten sonra hem karada hem suda yaşarlar.

 

350 milyon yıl önce bazı bitkiler daha fazla fotosentez yapabilmek için yapraklandı. Yaprak sayesinde yüzeyi fazlalaşan bitkiler artık daha fazla büyüyordu. Bunlar ağaçların ataları olacaktı. Ortalama hava sıcaklığı 20 derece idi. Atmosferde %76 nitrojen, %23 oksijen, %0,64 argon, %0,17 karbon dioksit vardı.

 

340 milyon yıl önce karada doğan bir omurgalı canlı suyla ilişkisini tamamen kesmişti. O artık amfibik değil, kara canlısıydı ve kıtaların içlerine doğru ilerlemeye başlamıştı.

 

330 milyon yıl önce bazı böcekler kanatlandı.

 

300 milyon yıl önce son süper kıta Pangea oluştu. Tektonik levha hareketleri sonucu yeryüzündeki tüm kara kütleleri bir araya toplanmıştı. Ortalama hava sıcaklığı 12 derece idi. Atmosferde %69 nitrojen, %30 oksijen, %0,63 argon, %0,09 karbon dioksit vardı. Sürüngenler de bu dönemde ortaya çıktı.

 

252 milyon yıl önce volkanik patlamaların ve yerkürenin derinliklerinden metan gazı salımının sebep olduğu düşünülen küresel ısınma sebebiyle türlerin %95’i yok oldu. Bu üçüncü küresel yok oluş idi. Permiyen dönemi sonu.

 

240 milyon yıl önce ilk kürklü (tüylü) canlılar tarih sahnesine çıktı.

 

230 milyon yıl önce dinozorlar ortaya çıktı.

 

215 milyon yıl önce bir gün 23 saat idi. Ortalama hava sıcaklığı 22 derece idi.

 

201 milyon yıl önce dördüncü küresel yok oluş meydana geldi. Trias-Jura dönemindeki bu yok oluş dünyadaki türlerin yaklaşık olarak yüzde 70-75’inin yok olmasına neden oldu. Bu yok oluş sayesinde dinozorlar daha baskın hale geldi. Bu yok oluşa 10 bin yıl boyunca süren ani iklim değişiklikleri ve okyanuslarının asit oranının artması sebep olmuştur. Bazı bilim adamları asteroid çarpmasından da şüphelenmektedir. Yoğun volkanik aktivite ve bazalt patlaması seli de bu yok oluşun nedenleri arasında olabilir.

 

200 milyon yıl önce ilk memeli hayvanlar ortaya çıktı. Sürekli dinozorlardan kaçmak ve saklanmak zorunda kalan hayvanlardan birinin genlerinde mutasyon oluştu ve yumurtlayarak bebek edinmek yerine doğurarak bebek edinmeye başladı.

·         Not: Bir gün 23 saat, bir yıl 385 gündü.

 

175 milyon yıl önce son süper kıta Pangea dağılmaya ve günümüz kıtalarını oluşturmaya başladı.

 

150 milyon yıl önce gökyüzünde kuşlar görünmeye başladı. Küçük bir dinozor türü kanatlanmıştı.

 

130 milyon yıl önce bitkilerden bazıları çiçek açtı. Arı ve diğer uçan böcekleri kendilerine çekmek isteyen bitkiler tohumlarının etrafını renkli yapraklarla sardılar. Tohumlarını böceklere taşıtarak üremeye çalışan bitkiler her geçen gün daha güzel çiçeklere sahip oldular. 

 

100 milyon yıl önce ortalama hava sıcaklığı 23 derece idi. Atmosferde %78 nitrojen, %21 oksijen, %0,74 argon, %0,17 karbon dioksit vardı. Bir gün 23,5 saat idi.

 

80 milyon yıl önce ağaçlar meyve vermeye başladı. Tohumlarının etrafını lezzetli katmanlarla kaplayan ağaçlar daha fazla hayvanı kendisine çekiyordu. Hayvanlar olmuş meyveleri yiyor ve çekirdeklerini toprağa bırakıyorlardı. Böylece ağaçlar tohumlarını daha uzaklara ekerek üreme şansı buluyorlardı. Tohum olgunlaşasıya kadar etrafındaki katman acımsı ve sert olduğu için hayvanlar koparıp almıyordu. Tohum olgunlaştığında etrafındaki katman da (yani meyve) olgunlaşıyordu.

 

65 milyon yıl önce beşinci ve son küresel yok oluş meydana geldi ve dinozorların nesli tükendi. Buna devasa bir asteroidin dünyaya çarpması sebep oldu. Dünyadaki hayvan ve bitki türlerinin %76’sı dinozorlarla birlikte yok oldu. Kratese dönemi sonu.

 

56 milyon yıl önce bugünkü sincapların ve farelerin atası olan bir minik memeli hayvan diyetine meyveleri de sokmak için ağaçlara tırmandı ve ağaç tepelerini çok sevdiği için burada yaşamaya başladı.

 

40 milyon yıl önce ağaçlarda yaşayan minik memeli hayvanların bazıları primatlara (kuyruklu maymun benzeri küçük hayvanlar) dönüştü. Gözler kafatasının önüne kaymış, pençeler de parmaklaşmıştı. Dallarda oturabiliyorlardı. Küçük gruplar halinde yaşamaya, sosyal bir yapı oluşturmaya başlamışlardı. Ama hala minik hayvanlardı.

 

17 milyon yıl önce gittikçe irileşen primatlardan bazıları dalların üzerinde dört ayakla yürümek ve daldan dala sıçramak yerine, bir ağaçtan inip diğerine tırmanmaya ve elleriyle tutunarak dallarda ilerlemeye başladı. Bu yeni davranış şekli anatomilerinde değişikliğe sebep oldu: kolları uzadı, omuzları genişledi, başparmakları belirginleşti, kuyrukları yok oldu. Bu primatlardan insanların atası olacak kuyruksuz maymunlar ortaya çıktı.

 

7,5 milyon yıl önce Afrika’nın ortalarında bulunan büyük kuyruksuz maymunlar ataları primatlardan iskeletçe ve davranışca epey farklılaşmıştı. Artık onlar insanımsı bir primat olan Hominid idi. (Bazı bilim adamları bunu hayvanlardan kopuşumuz olduğunu söyler. Bazıları da hayvanlardan kopuşumuzun daha sonraki evrelerde olacağını söyler)

 

6 milyon yıl önce bir hominid başka ağaca geçmek için yere indiğinde artık ellerini kullanmadan sadece ayakları üzerinde yürüyebiliyordu. Ama yine de eğik bir gövdesi vardı.

 

5 milyon yıl önce bir hominid türünden üç tür evrildi: şempanze, goril ve (ilkel) insan. (Bu üç türün genlerinin %99’u ortaktır.)  Yani hominidlerin torunlarından bazıları gelişeceklerine geriledi, sonuç olarak şempanzeye ve gorillere dönüştüler. Koşullar ve seçimler kardeşleri/kuzenleri farklı yönde evrimleştirebiliyordu. İnsanı kuzenlerinden ayıran algılama düzeyinin gelişmesiydi. Algısının gelişmesiyle birlikte insan türü, etrafındaki olgular arasında neden-sonuç ilişkileri kurmaya başlamıştır. Bu gelişim ileride beynine bir katman daha (korteks) eklenmesine neden olacaktı. (Pek çok bilim adamı hayvanlardan kopuşumuzun bu dönemde olduğunu söyler.)

·         Bugünkü insan anatomisine benzeyen en ilkel insan türü sonradan ortaya çıkacak 3 ana insan türünün atası olmuştur. Bunlar; Paranthropus (5 ila 3 milyon yıl önce yaşamıştır), Australapithocus (4 ila 2 milyon yıl önce yaşamıştır), Homo (2,5 milyon yıl önce ortaya çıkmış ve hala hayattadır.)

·         Paranthropus türünün kollarından biri evrimleşerek Australapithocus türüne dönüşmüştür. Bu türün de kollarından biri Homo türüne evrimleşmiştir. Bu üç ana türün alt türleri çiftleşerek melez türler de geliştirmiştir. Afrika kökenli bu ana türlerden sadece Homo’nun alt türleri Afrika dışına çıkmayı başarmıştır. Zaten ilk ikisi türünü devam ettirememiştir. Bu ana türler gittikleri coğrafyanın ve yaptıkları seçimlerin sonucunda hem anatomik farklılıklar kazanmış hem de DNA’larında çok ufak gen değişimi olmuştur. (Bilim adamları insan türlerini hem anatomik yapılarına hem de DNA farklılıklarına göre ayrıştırmakta ve sınıflandırmaktadır.)

 

4,4 milyon yıl önce hala ağaçlarda yaşayan kıllı insanlar (muhtemelen Paranthropus) daha verimli ve besleyici bir ağaçlık bölgesine ulaşmak için mevcut bölgesini terk ederek uzun düzlüklerde ilerlemeyi göze almaya ve bunu sık sık yapmaya başladı. Zorlu koşullarda hayatta kalma mücadelesi vermek beyinlerinin büyümesine neden oluyordu. Öte yandan omurgaları da eskisine nazaran daha az eğriydi. (Artık kuzenleri olan şempanze ve gorillerden iyice farklılaşmışlardı.)

 

3,5 milyon yıl önce düzlüklerde ilerlemede, besin toplamada ve yaşamada uzmanlaşan kıllı insanın (muhtemelen Australapithocus) zekası artmıştı. Yırtıcı hayvanlardan saklanmayı/kaçmayı kurgulamak, zehirli olan/olmayan bitki ve meyveleri hatırlamak zorunda olmak zeka açıcıydı. Beyinleri 600 grama ulaşmıştı. Omurgaları git gide düzleşen ve boyunları uzayan insanların gırtlaklarında bir değişim oldu ve farklı sesler çıkarabilme yeteneğini kazandılar. Bu sayede göçleri boyunca birbirleriyle daha iyi iletişim kurmaya başladılar. Ama henüz konuşma yetisine ve manası olan kelimelere sahip değildiler. 

 

2,5 milyon yıl önce ilk Homo türü insan Australapithocus türü insanların bir alt kolundan evrilerek ortaya çıktı. Sonrasında anatomileri birbirinden farklı olan 10 Homo alt türü daha sırasıyla tarih sahnesine çıkacaktır. (Bilimsel keşifler yapıldıkça Homo ailesine yeni insan türlerinin eklenmesi mümkündür.) Bunların bazılarının dönemleri birbiriyle kesişecek, aynı coğrafyalarda yaşayacak, birbirleriyle çiftleşecek, melezleşecek, beraber yaşayacak ve en nihayetinde birbirlerinin kökünü kurutacaktı.

·         Homo Rudolfensis 2,5 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, 1,8 milyon yıl önce nesli tükendi.

·         Homo Habilis 2,4 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, 1,4 milyon yıl önce nesli tükendi. Adı Yetenekli İnsan anlamına gelir.

·         Homo Ergaster 2 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, bir kolu Avrupa’ya ulaştı, 250 bin yıl önce nesli tükendi. Adı Çalışkan İnsan anlamına gelir.

·         Homo Erektus 1,9 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, bir kolu Asya’ya yayıldı, 150 bin yıl önce nesli tükendi. Adı Dik Duran İnsan anlamına gelir.

·         Homo Antecessor 1,2 milyon yıl önce Avrupa’da (ispanya) ortaya çıktı, Ergaster’in evrimleşmiş torunlarıdır, 700 bin yıl önce nesli tükendi.

·         Homo Hidelbergensis 800 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, Avrupa’ya kadar ulaştı. Habilis’in evrimleşmiş torunudur, 200 bin yıl önce nesli tükendi. Bizlerin ve Neanderthal insanının ortak atası olabilir.

·         Homo Neanderthalensis 450 bin yıl önce Avrupa’da ortaya çıktı ve kuzey Asya’ya yayıldı, Antecessor ve Hidelbergensis’in melez çocuklarının evrimleşmiş torunlarıdır, 30 bin yıl önce nesli tükendi.

·         Homo Denisovansis 400 bin yıl önce kuzey Asya’da ortaya çıkmıştır, Neandarthal ve Erektus’un melez çocuklarının evrimleşmiş torunlarıdır. 100 bin yıl önce nesli tükenmiştir.

·         Homo Sapiens 300 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktı, tüm dünyaya yayıldı, hayatta kalmayı başarabilen tek insan türü oldu ve bugünkü medeniyeti oluşturdu. Akıllı İnsan anlamına gelen Homo Sapiens; Ergaster, Erektus ve Hidelbergensis türlerinin birbirleriyle çiftleşmeleri sonucu ortaya çıkan melez insan türlerinin evrimleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Homo Sapiens türü insanlar da Erektus, Neanderthalensis, Denisovansis ve Florensiensis ile de çiftleşerek melezleşmiştir.

·         Homo Florensiensis 95 bin yıl önce Endenozya’da ortaya çıktı. Erectus’un evrimleşmiş torunlarıdır. 15 bin yıl önce nesli tükendi.

 

2,3 milyon yıl önce kıllı insanların (muhtemelen Homo Rudolfensis) yemek menüsüne balıklar ve leşler de katıldı. Daha fazla et tüketmek hem enerjisini artırmış hem de beyninin daha da büyümesini (1100 grama ulaşmasını) sağlamıştı. Bu dönemde atalarımızın farkındalığı artıyor, sorunlardan kaçmak yerine sorunu bertaraf etmek için çözüm yolları bulmaya çalışıyordu.

 

2,2 milyon yıl önce kıllı insan (muhtemelen Homo Habilis) taştan (bıçak, balta görevini görecek) aletler yapmaya başladı. Bu araçlar sayesinde hayvan kemiklerinin içindeki besleyici iliğe ulaşmak, kabuklu yemişleri kırmak kolaylaşmıştı. Elbette bu aletler onların silahı da olacaktı. Bazen hayvanları, bazen de birbirlerini öldürmek için kullanacaklardı. Bu keşif milattan önce 5500 yılına kadar sürecek 2,2 milyon yıllık taş devrini de başlatmış oldu.

·         Not 1: 2,2 milyon yıl süren taş devri; Kabataş, Yontmataş ve Cilalıtaş olarak 3 evreye ayrılır. Bu devreler; Eskitaş - Ortataş - Yenitaş veya Paleolitik – Mezolitik – Neolitik olarak da adlandırılır.

·         Not 2: Taş devrinden sonra maden devri başlar. Artık insanlar sadece taşlardan değil madenlerden de alet yapmaya başlamışlardır. Maden devri MÖ 5500’lü yıllarda başlar ve yazının bulunduğu MÖ 3200’lü yıllarda sona erer.2300 yıl süren maden devri kendi içinde 3’e ayrılır. Bunlar sırasıyla; Bakır çağı, Tunç Çağı, Demir Çağı.

·         Not 3: MÖ 3200’lü yıllarda yazının bulunmasıyla Tarihi Devirler başlar ve günümüze kadar sürer. Tarihi Devirler 4’e ayrılır. Bunlar sırasıyla; İlk Çağ, Orta Çağı, Yeni Çağ, Yakın Çağ. İlk Çağ yazının bulunmasıyla (MÖ 3200) başlar ve Batı Roma İmparatorluğunun çökmesiyle (MS 476) sonlanır ve yerini Orta Çağ’a bırakır. Orta Çağ Amerika kıtasının keşfiyle (MS 1492) sonlanır ve yerini Yeni Çağ’a bırakır. Yeni Çağ Fransız ihtilali (MS 1789) ile sonlanır ve yerini Yakın Çağ’a bırakır. Tarihçilere göre Yakın Çağ hala devam etmektedir.

 

2 milyon yıl önce bugünkü insanlara da çok benzeyen Homo Ergaster (çalışkan insan) ortaya çıktı. Bu tür alet kullanmayı, barınacak alan bulmayı daha iyi beceriyordu. Beyni daha büyüktü (yaklaşık 1200 gram). El becerileri daha fazla gelişmişti. Yiyecek bulmada daha yetenekliydi. Leş yerine taze et bulmanın yolunu bulmuştu. Grup halinde tuzak kurarak avlanıyorlardı. Duyguları anlamak ve sorgulamak bu dönemde gelişmeye başladı.  Sevgi, nefret, aşk, öfke, mutluluk, hüzün, üzüntü, sıkkınlık, gerginlik, heyecan, sevinç, korku, rahatlık ve daha nice duyguya karşı farkındalığımız arttı.  1,7 milyon yıl varlığını sürdürebilmiş olan Homo Ergaster türü Afrika dışına da çıkmış, ama daha fazla uzaklara gidememiştir.

 

1,9 milyon yıl önce Homo Erektus (dik duran insan) ortaya çıktı. Omurgası bizim gibi dik olan bu insan türü daha atletikti, daha hızlı ve daha uzun mesafe koşabiliyordu. Avını yoruluncaya kadar kovalıyor, soluksuz kalan hayvan yere çökünce elindeki taşla öldürüp, parçalara ayırıp ailesine taşıyordu.  Zekiydi, plan yapabiliyordu. Sopayı silah olarak kullanabiliyordu ama henüz mızrak haline getirmemişti. 1,7 milyon yıl varlığını sürdürebilmiş olan Homo Erektus türü Afrika dışına da çıkmış, Asya’nın en uzak köşelerine kadar ulaşmayı başarabilmiştir. Homo Erektus türü insan pek çok diğer Homo tür insanla ortak çağlarda yaşamış ve onlarla çiftleşmiş, evrimle kendi alt türlerini oluşturmuştur.

 

1 milyon yıl önce insan türleri doğal yollarla (şimşeklerle, orman yangınlarıyla) oluşan ateşte et, meyve ve sebze pişirmenin daha lezzetli ve faydalı bir beslenme sağladığını fark etti. Böylece ateşten kaçan değil, ateşe doğru yönelen ilk canlılar oldular.

 

500 bin yıl önce insan türlerinden bazıları mızrakla avlanmaya başladılar. Birkaç bin yıl sonra da odun saplı taş baltayı icat ettiler.

 

450 bin yıl önce Homo Neandertalensis insanı Avrupa’da ortaya çıktı ve Asya’ya ve Afrika’ya da yayıldı. (Bazı bilim adamları Afrika’dan çıktığını iddia eder) Bu insan türü büyük beyinli (yaklaşık 1800 gr.) olmasına rağmen gelişkin bir konuşma yetisine sahip değildi. Uzun boylu, kaslı yapılı ve dayanıklıydı. Ten renkleri açık koyu idi. Vücutlarında diğer türlere göre daha az kıl vardı. (Her yeni insan türü bir öncekine göre daha az tüyle kaplıydı.) Neandertal insanı kolay avları avlıyor, ateşi yakabiliyor ve komplike aletler yapabiliyordu. Önceki türlere göre daha sosyal ve daha duygusal idiler. Hastaları geride bırakmıyor, bakıyor ve tedavi etmeye çalışıyorlardı. Ölülerine de sahip çıkıyorlardı.

·         Not 1: Ölüsünü ilk gömen canlı türü ve insan türü Neandertal insanıydı. Neandertal insanından önce tüm canlılar ve insanlar ölülerini doğaya bırakıyor, diğer canlılara yem olmasına veya doğada çürümesine izin veriyorlardı. Neanderthal insanı ölülerini gömme adeti edinmeden önce ölülerini ortada bırakmak yerine mağara içine koymak, nehirlere/göllere/bataklıklara atmak gibi uygulamalar yapmış olabilirler. Bu ara geçiş adetinden sonra mezar kazma ve ölülerini içine defnetme geleneği başlatmış olmalılar. Ölü gömmenin sevgi/saygı/özlem/hatıra/koruma duygularından kaynaklandığı söylenebilir. (Bir teoriye göre de yamyamlıktan koruma amacıyla da ölü gömme adeti başlamış olabilir.) Bu duygular bilincin geliştiğinin göstergesidir. Bilinç geliştiyse inanç da gelişmiş olabilir. Hatta ölü gömmenin inançtan kaynaklandığı bile söylenebilir. Bu durumda ilk inanç geliştirenin Neandertal insanı olduğu da söylenebilir. İlk Homo Sapiensler de ölülerini gömmeyip öldükleri yerde bırakıp gidiyorlardı. Arkeolojik ve antropolojik verilere göre Homo Sapiens insanı Neandarthal insanı ile karşılaştıktan sonra ölü gömme adeti geliştirmiş gibi görünüyor.  Bu da inanç fikrinin Neanderthal insanından bizlere bulaşmış olabileceği manasına gelebilir.

 

400 bin yıl önce insan türlerinden bazıları ateş yakmayı öğrendi. Artık doğal nedenlerle ateşin çıkmasını beklemiyorlardı. Kuru ağaç dallarını birbirine sürterek ateş yakabiliyor ve ateşi kontrol altına alabiliyorlardı. Artık mağaralarının için ısıtabiliyorlardı. Ateşle vahşi hayvanları kendilerinden uzak tutabiliyor, açık havada gece kampı kurabiliyorlardı. Ateş sayesinde göç kolaylaştı. Ateşin etrafında toplanmak sosyalleşmeyi ve dili geliştirdi. Ama en önemlisi ateş sayesinde pişirme kültürü başladı. Pişirme sayesinde insan önceden tüketemediği şeyleri tüketmeye başladı. Sindirmek için harcadığı enerji azaldı. Çiğneme kolaylaştı. Bu diş yapısını zamanla değiştirdi. Pişirme kültürü zamanla farklı yiyecekleri karıştırarak yemek yapma kültürüne evrimleşti. .

 

300 bin yıl önce bugünkü insanların türü (Homo Sapiens, Akıllı İnsan) Afrika’da ortaya çıktı. Bugünkü insan anatomisine ve koyu tene sahiptiler. Zekiydiler. Beyinleri bizimki gibi 1400 gram civarındaydı. Farkındalıkları yüksekti. Kapsamlı işbirliği ve plan yapma yetenekleri vardı. 10-15 kişilik gruplar halinde avcı ve toplayıcı olarak yaşıyorlardı. Av hayvanlarını ve su kaynaklarını takip ederek göç ediyorlar, mağaralarda ve doğal sığınaklarda yaşıyorlardı. Taş, tahta, kemik ve benzeri malzemelerle komplike aletler ve eşyalar yapabiliyorlardı. Hemen besin zincirinin üzerine geçtiler. Avcı-toplayıcılıkta çok iyi oldukları için diğer insan türlerine göre üstünlük sağladılar. Aralarında çok iyi iletişim kuruyorlardı. Mağara duvarlarına ve kaya üstlerine resimler çizerek anlaşmayı da geliştirmişlerdi. Birtakım seslerle konuşmayı da başlatmışlardı ama dil geliştirmeyi sonra başaracaklardı. Uzun süre (kendi tarihlerinin %95’inde) avcı-toplayıcı olarak yaşadılar. 13 bin yıl önce tarımı keşfettikten sonra medeniyetlerini füze hızıyla geliştirdiler.

·         Not 1: Anne tarafından geçen X kromozomu üzerinde yapılan genetik ve biyolojik araştırmalara göre ilk Homo Sapiens kadını 200 bin yıl önce ortaya çıkmıştır ve bugünkü insanlığın en eski ananesidir. 

·         Not 2: Homo Sapiens türü insan ortaya çıktığında Homo Erektus, Homo Heidelbergensis, Homo Neanderthalis ve Homo Denisovansis türü insanlar da yeryüzündeydi. Yani o dönemlerde aynı anda en az 5 tür insan vardı. Bunların birbiriyle karşılaşmaları çok uzun zaman aldı. Karşılaştıklarında da bazen savaştılar, bazen birlikte yaşadılar. Kız alıp vererek, Homo Sapiens türünün içinde eridiler. Homo Sapiens daha ileriki zamanlarda Endonezya’da Homo Erectus’tan evrilen Homo Florensis türü ile de karşılaşacaktı.

·         Not 3: Önceki insan türleri avlaması kolay hayvanları yakalarken, Homo Sapiens; yaptığı aletler ve gelişkin avcılık teknikleriyle, avlaması zor (balık ve kuşlar gibi) hayvanlar ile avlaması tehlikeli (domuz ve fil gibi) hayvanları da menülerine eklemiş oldular.

 

170 bin yıl önce insanlar ilk defa giyindi. Bundan 2,6 milyon yıl önce başlayan ve devam eden son buzul çağı Afrika’nın kuzeyini serinletti. Buralara göç eden insanlar öldürdükleri hayvanların derisinden (posttan) kendilerine giysiler yaptı. Yine de yarı çıplak dolaştıklarını söylemeliyiz. Deri giysileri bir arada tutan ipler yine ince ve uzun kesilmiş hayvan derileriydi. Giysi yapılacak deriye kesik atılıyor ve dikiş yapmak için deri ipler bu kesiklerden geçiriliyordu. Deri ip sayesinde insanlar kemik, taş ve deniz kabuklarından takılar ve süsler yapmaya başladılar. Düğümün icadı da bu dönemde olsa gerek.  

·         Not 1: Son buzul çağı yüzünden dünyada o kadar çok su dondu ki, deniz seviyesi 90-100 metre düştü ve bugünkü karalar arasında geçitler oluştu. (4.6 milyar yaşındaki dünyanın 5 buzul çağı atlattığı tespit edilmiştir. Bu buzul çağlarının ilk dördü insan türlerinin tarih sahnesine çıkışından önce yaşanmıştır.)

·         Not 2: İlk ip büyük bir ihtimalle deri ipler değil, kalın şeyleri (örneğin baraka yapmak için ağaç dallarını) birbirine bağlamak amacıyla kullanılan esnek bitki dallarıydı. Sonrasında ot ve saz gibi bitkilerden orta kalınlıkta ipler yapıldı. Soğuk bölgelere göçenler avladıkları hayvanların derisinden ip de yaparak kendilerine kıyafet yaptılar.  

·         Not 3: İlkel ipler yapıları gereği zamana dayanamamış ve günümüze ulaşamamışlardır. Bu yüzden arkeolojik kazılarda çok eski dönemlere ait ince ip çıkmaz. Ama başka bulgulara bakarak ince iplerin ilk ne zaman ortaya çıkmış olabileceğini kestirebiliriz. Örneğin; arkeologlar 50 bin yıl öncesine ait kuş kemiklerinden yapılmış iğneler buldular. Bu iğnelerde ince ip kullanılabilir, dolayısıyla ince dikiş ipliğinin keşfinin en az 50 bin yıl önce olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca harmanlanmış bitki liflerini eğirerek ince ipe çevirmeye yarayan fildişinden yapılma delikli bir alet 40 bin önceye tarihleniyor. Dolayısıyla ipin tarihi en az 40-50 bin yıllık olmalıdır. İnce ip ve iğnenin keşfiyle dikişin, dolayısıyla modanın başladığını söylemek yanlış olmaz.

·         Not 4: Her ne kadar dikiş başlasa da kumaşın keşfi için daha çok bin yıllar geçmesi gerekecekti. Bu süre zarfında insanoğlu hayvan postlarıyla giyindiler ve soğuktan korundular.

·         Not 5: Giyim kuşamın başlamasıyla insanın kendi görüntüsünü daha sık merak ettiğini ve bu yüzden su birikintilerine daha çok baktığını, hatta parlak yüzeyli taşları ıslatırsa kendini görebileceğini keşfettiğini söyleyebiliriz. Hatta keski olarak kullandığı obsidyen taşının mükemmel bir ayna görevi gördüğünün de farkına varmış olmalı. (Obsidyen silisyom/silikon bazlı lav taşıdır. Lav akıntılarının oluşturduğu mağaralarda bulunur. Bu mağaralar yüzeye yakındır ve ilkel insanlar bu mağaraları barınak olarak kullanmışlardır.)

·         Not 6: Homo Sapiens’in nüfusu tahminen 50 bin idi.

 

100 bin yıl önce insanlar ölülerini gömmeye başladılar. (Neandarthal insanına ait kazılarda, onların da ölülerini gömdükleri görülmüştür. Belki de gömme işini biz onlardan öğrendik.)

·         Not: Homo Sapiens’in nüfusu tahminen 300 bin idi.

 

78 bin yıl önce Afrika’da kurulan bir ailenin babası şu anda dünyada bulunan tüm insanların büyük babasıdır. Genetik araştırmalara göre bu babadan gelen Y kromozomunu taşımaktayız. Bu da; bu adamla aynı dönemde yaşayan diğer ailelerin erkek soyları devam edememiş ama kadın soyları devam edebilmiş demektir. 

·         Not 1: Elbette o dönemde Afrika’da daha fazla, yaklaşık 2-3 bin kadar Homo Sapiens vardı. Bunlar Afrika’ya dağılmışlardı. Hepsi türedi ve nesiller verdi ama sadece bir sülalenin nesilleri günümüze kadar dayandı.

·         Not 2: Dünyadaki tüm insanların en büyük büyükbabası bu adamdır. Ama en büyük babaannesi bu adamın eşi değildir. Bu büyükbaba ve babaannenin ve de bizlerin en büyük babaannesi 200 bin yıl önce yaşamış bir Homo Sapiens kadınıdır. Bir başka deyişle en eski kadın atamız 200 bin yıl önce, en eski erkek atamız 78 bin yıl önce yaşamıştır. (Adem ve Havva mı?)

·         Not 3: Y Haplogrubu araştırmalarına göre bu babadan türeyen soy Afrika içlerinde farklı yönlere dağılarak türemeye devam etti. Farklı yönlerde ilerleyen bu soyun gruplarından biri  Arap yarım adasının güneyine, diğeri kuzeyine (yani Mezopotamya’ya) göç etti. Güneyden ilerleyenler kıyı şeridini takip ederek bugünkü Pakistan, Hindistan, Bengladeş, Myanmar, Taylan, Kamboçya, Viyetnam ve Çin kıyıları boyunca ilerlediler ve Kore’ye kadar ulaştılar. Bu ilerleme sırasında her verimli bölgede akrabaları kaldı ve her yol ayrımında bazı akrabalar kafileyi terk ederek farklı yönde ilerledi. Böylece içlerinden bazıları Malezya, Endonezya ve Filipinlerin adalarına, oradan da Okyanusya Kıtasına ve Yeni Zellanda adalarına ulaşmış oldu. Kore’ye ulaşanlardan bazıları Japonya adalarına da çıktı. Elbette Asya’nın içlerine de ilerlediler. Bu göçleri sırasında Neanderhal, Denisovan ve Florensis insanlarıyla da karşılaştılar, kaynaştılar. Afrika’dan Arap yarım adasının kuzeyine, yani Mezopotamya’ya göç eden ilk insanların soyları ise sonradan Anadolu’ya, Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya göç ettiler. Buradan da Avrupa’ya ve Bering boğazından önce Kuzey Amerika’ya, sonra da Güney Amerika’ya ulaştılar. Daha önce belirttiğimiz gibi MÖ 70 binli yıllarda Afrika’dan Arap yarım adasının kuzeyine ve güneyine çıkan bu iki farklı grup soydaştı, çünkü ataları 78 bin yıl önce yaşamış bir erkekti. Onlardan türeyen ve dünyanın dört bir yanına ulaşan nesiller ise bunu unuttu, gittikleri yerlerde farklı dil, din ve kültür geliştirdiler ve birbirlerinden farklılaştılar. Bu farklılıkları onları çoğunlukla birbirine düşman etti. Birbirine saldırdılar, tecavüz ettiler, işkence ettiler. Birbirlerini yağmaladılar, kaçırdılar, öldürdüler. Bazıları birbirlerine karıştılar, asimile oldular. 78 bin yıl önce birbiriyle kardeş olan insanlık şimdi, ırklara, milletlere bölünmüş durumdadır.

·         Not 4: 78 bin yıl önce Homo Sapiens’in nüfusu tahminen 500 bin idi.

 

75 bin yıl önce Afrika’nın tüm bölgelerine yayılmış olan Homo Sapiens’lerden bazıları iki koldan Arap Yarımadasına (Ortadoğu’ya) göçtü. Bir kol kuzeyden (bugün Süveyş kanalının olduğu bölgeden) yürüyerek Mezopotamya’ya geçti, diğer kol Kızıldeniz’in güneyindeki Babülmendep boğazından Arap yarımadasının güneyine geçti. (Bu boğazdan nasıl geçtikleri muammadır. Yüzerek veya salla geçmiş olabilecekleri gibi, burada o zamanlar boğaz yerine belki de kara parçası vardı. Belki de deniz yarıldı ve karşıya geçtiler 😊. Kızıldeniz’in kuzeyinde gerçekleşen bir mucize (!) neden güneyinde de gerçekleşmiş olmasın ki? 😊

·         Not 1: Bilim insanları Homo Sapiens’in Afrika’dan Arap yarımadasına çıkışı konusunda geniş bir tarih aralığı verir. 110 ila 60 bin yıl öncesinde bu göçün yaşandığı düşünülür. Yeni çıkacak insan fosilleri ile daha kesin tarih verileceğini düşünüyorum. İnsanlığın Y Hablogrup atasının 78 bin yıl önce yaşadığı tespit edildiğine göre, bu ata Afrika’da yaşamış olmalı. Dolayısıyla Afrika’dan çıkış bu atadan sonra gerçekleşmiş olsun.

·         Not 2: Homo Sapiens’ten çok önce diğer insan türleri de Afrika’dan yola çıkıp dünyanın çeşitli yerlerine ulaşmıştı. Ergaster, Antecessor ve Neandarthal insanı Avrupa’da yaygındı. Denisovan ve Erektus insanı Asya’ya, hatta Avustralya’ya kadar ulaşmıştı.

·         Not 3: Homo Sapiens dünyaya yayılmaya başladığı dönemde dünyada sadece 4 Homo türü insan vardı, sonra bunlara Floresiensis insanı da katıldı.  

 

70 bin yıl önce bilişsel devrim oldu. (Bazıları buna “büyük sıçrama” diyor.) Bilişsel devrime sebep olan büyük bir ihtimalle insanların yetkin diller geliştirmeyi başarmalarıydı. Dil ile birlikte soyut düşünme, kavram üretme, kültür birikimi ve inançların gelişimi arttı. Giysi ve takı çeşitliliği ile, süsleme sanatı da arttı. Hayvan derilerinden yapılmış ilk (ilkel) çadırın da bu dönemde yapıldığına inanılmaktadır.   

·         Not 1: Homo Sapiens’ler arasında hep iletişim vardı. Bu iletişimin dili gramer yapısına sahip değildi ve çok az kelimeden oluşuyordu. 70 bin yıl öncesine kadar çoğunlukla işaret diline benzer hareketlerle birlikte ses çıkararak ve yüz mimikleri yaparak anlaşıyorlardı. 70 bin yıl önce kelime dağarcıkları arttı ve gramer başladı diyebiliriz. Böylece diller yetkinleşti. Yetkin bir dille konuşma tecrübe aktarımını sağlıyor, böylece hayatta kalmak ve çoğalmak kolaylaşıyordu. Dilin yetkinleşmesiyle birlikte hikâye aktarımları başladı. Konuşmak sorgulamayı beraberinde getirdi. Meraklı bireyler kendilerinden daha tecrübeli olanlara sürekli sorular soruyordu. Öte yandan; yaşadığı duyguların, tanık olduğu doğa olaylarının ve zarar gördüğü doğal afetlerin nedenselliğini çözemeyen insan, beyninin cevap bulma ısrarını dindirmek için hayal gücünün de etkisiyle uydurma cevaplar üretti.  İnsanlar, açıklayamadıkları olguların arkasında, gizemli bir “yapan” olduğu hissine kapıldı. Bu tür konuşmalar antik dinler olan Animizm, Totemizm ve Panteizm’in ayak sesleriydi.  Anlatılan hikayeler abartılarak efsanelere dönüştü ve ilk mitler doğdu.

·         Not 2: Bazı bilim adamları bilişsel devrimin nedeninin dildeki gelişme değil, beyindeki örgütlenmenin gelişmesi olduğunu iddia eder.

·         Not 3: Bilişsel devrimle birlikte avcı-toplayıcı olan insanoğlunun göç becerisi de arttı.

·         Not 4: Dil bilimciler, konuşmayı başarabilmiş ilk insan türü olduğu tahmin edilen Homo Sapiens’in tarih boyunca en az 30 bin dil geliştirmiş olabileceğini ve bunlardan sadece 6-7 bin tanesinin günümüze kadar geldiğini söylüyor. Bu 6-7 bin dilin %75’i bu yüzyıl tamamlanmadan yok olup gidecek. 23.yüzyıla büyük bir ihtimalle 100-150 dille gireceğiz ve nüfusun %95’i sadece 5 dil konuşuyor olacak.

·         Not 5: Homo Sapiens’in bu kadar fazla dil geliştirmesi, evrimleşmesinden hemen sonra değil, çok sonra dil geliştirdiği içindir. Evrimleşen ilk soy dil geliştirmiş olsaydı muhtemelen bugün dünyada konuşulan tüm diller birbirine çok yakın olacaktı. Sadece lehçe farklılıkları olacaktı.

·         Not 6: 70 bin yıl önce dil Afrika’nın farklı bölgelerindeki farklı klanlar kendilerine ait dilleri geliştirdiler. Bu ilkel diller zamanla zenginleşti, göçlerle farklılaştı ve yeni dillerin doğmasına neden oldu. Büyük bir ihtimalle bu yüzden dil bilimciler 5 ana dil ailesi olduğunu, kullanılan ve kullanılmayan tüm dillerin her birinin bu 5 dil ailesinden birinin akrabası olduğunu söyler. (5 Dil Ailesi: Hint-Avrupa, Hami-Sami, Çin-Tibet, Ural-Altay, Bantu)

·         Not 7: Bir başka teoriye göre 70 bin yıl önce nesnelere isim takma (ki tek heceli isimlerdi bunlar) ve işaret diliyle konuşmanın ötesinde bir dil yoktu. Göç ede ede, 35 bin yıl sonra insanlık gramere sahip dillere kavuştu. Birbirlerinden farklı yerlerde dil geliştirdikleri için de farklı gramer yapılarına sahip diller ortaya çıkmıştı. Bu yüzden yer yüzünde tümce dizilimi açısından farklı sıralamaya sahip gramer yapıları var. (Farklı gramere sahip dillerde özne, nesne, yüklem, tümleç, sıfat, zaman belirten kelimeler ve ekler cümle içinde farklı sıralamada olur.) Kaldı ki aynı gramer yapısına sahip topluluklar bile zamanla birbirlerinden farklı yöne göç ettikleri için dillerindeki kelimeler de değişikliğe uğradı ve farklılaştı. Bu farklılaşmaya elbette karşılaştıkları diğer kültürlerin dilleri de etken oldu.

·         Not 8: Temel olarak 3 farklı dil yapısı vardır. Tek heceli diller, Eklemeli diller ve Çekimli diller. Çince ve Tibetçe tek heceli dillerdendir. Türkçe, Moğolca, Korece, Japonca, Fince, Macarca eklemeli dillerdendir. İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Hintçe, Kürtçe, Farsça, Arapça çekimli dillerdendir. Tek heceli dillerde temel nesnelere ve fiillere tek heceli kelimeler verilir. Bu tek heceli kelimelerin birleşiminden tanımlamalar, cümleler ve yeni kelimeler türetilir. Eklemeli dillerde, kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz. Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Çekimli dillerde de kelimenin önüne, içine veya sonuna ekleme vardır ama çoğunlukla bu eklemelerle kelimenin kökü kaybolur, kök kelime ile benzerliği kalmaz. Genel olarak bu 3 farklı dil yapısının özne, nesne ve yüklem dizlimi de birbirinden farklıdır.   

·         Not 9: Homo Sapiens’in nüfusu tahminen 600 bin idi.

 

50 bin yıl önce Arap yarımadasının kuzeyinden (Mezopotamya’dan) çıkan bir grup Homo Sapiens Orta Asya’ya, Arap yarımadasının güneyinden çıkan bir diğer bir grup da Güney Asya’ya ulaştı.

 

45 bin yıl önce Güney Asya’daki bir grup Homo Sapiens Okyanusya kıtasına (Avustralya, Yeni Zelanda, Yeni Gine ve diğer adalara) ulaştı. (Bu ulaşım ilkel sallarla olmalı, çünkü son buzul çağından dolayı sular ne kadar çekilse de Okyanusya kıtasına bir deniz taşıtı olmadan ulaşmak imkansızdır.)

 

40 bin yıl önce Orta Asya’daki Homo Sapiens’lerin bir kısmı Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya, bir kısmı da Sibirya-Bering-Alaska üzerinden Kuzey Amerika’ya ulaştı. Kuzey Amerika’dakilerin Güney Amerika’ya ulaşmaları ise 10 bin yıl sürdü. Homo Sapiens artık dünyanın her yerindeydi.

·         Not 1: 40 bin yıl önce orta Asya’dan ters yönde yola çıkan göçmenler hemen hemen aynı anda (35 ila 30 bin yıl önce) Avrupa ve Kuzey Amerika’ya ulaştılar. Bu göçmenlerden batıya gidenler Avrupalıların atası olacak, doğuya gidenler Amerikan yerlilerinin atası olacaktı. Avrupa’ya ulaşan orta Asyalı göçmenler tarımı keşfedecek, şehirleşecek, dinler türetecek, modernleşecek, icatlar ve keşifler yapacaktı. Amerika’ya ulaşan orta Asyalı göçmenler ise hemen hemen hiç gelişim göstermeyip avcı-toplayıcı olarak kalacaklardı. Avrupalı olanlar günümüzden 624 yıl önce Amerika kıtasını keşfedecek, Amerika’daki yerlilerin uzak akrabaları olduğunu bilmeden, çoğunu katledecekti.

·         Not 2: Bazı bilim adamlarına göre orta Asya’dan Bering boğazı üzerinden kuzay Amerika’ya geçiş 35 ila 14 bin yıl arasındadır.

·         Not 3: Bazı bilim adamları 26 ila 19 bin yıl önce Avrupa’da yaşayan insanların da donmuş deniz (kesintisiz su tabakası) ve Grönland üzerinden Kuzey Amerika’ya ulaştıklarını da iddia eder. Yani onlara göre Amerikan yerlilerinin ataları hem orta Asyalı hem de Avrupalıdır.

·         Not 4: 300 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkan Homo Sapiens türü insanlardan bazıları 60 bin yıl önce Afrika’dan ayrılacak ve 40 bin yıl içinde (Antartika hariç) tüm dünyaya yayılacaklardı. (20 bin  yıl önce dünyanın her yerine dağılmıştık)

·         Not 5: Afrikadan çıkıp dünyanın her yerine ulaştığımız bu 40 bin yıllık sürece yaklaşık 2000 nesil sığar. Dünyanın çevresi yaklaşık 40 bin km’dir. Teorik olarak; her yeni nesilden bir klan (boy) 20 km öteye göçmüş olsa, 40 bin yılda insanoğlu dünyanın etrafını dolaşmış olur. Yani demem o ki, göçmen atalarımız her yıl 1 km öteye göçseler, dünyadaki tüm kara parçalarına ulaşmak için 40 bin yıl yeter de artar bile. 40 bin yıllık süreçte kökeni Afrika olan insanlar farklı coğrafyaların, farklı iklimlerine, farklı çevrelerine, farklı doğalarına ve farklı yüksekliklerine uyum sağladılar. (Antartika kıtasına ayak basmamız ise son 200 yılda gerçekleşmiştir. Bu kıtada yaşamış veya yaşayan insan topluluğu yoktur. Sadece kaşifler ve bilim adamları bulunmaktadır.)

 

35 bin yıl önce insanlar oku icat ettiler. Artık avlanmak daha da kolaylaşmıştı. Yalnız bu silah terör ve yağmayı da başlatmıştı. İyi oka sahip olanlar diğer klanların yiyeceklerini ve mallarını almak veya onları kendi bölgelerinden kovmak için ok ve mızraklarla saldırıya geçiyorlardı. Ok sayesinde köleleştirme de başlamış oldu.

 

32 bin yıl önce insanlar ilk müzik aletlerini yaptılar. Demek ki, şarkı söylemeye ve dans etmeye daha önce başladılar.

 

30 bin yıl önce Homo Neanderthalis insanının nesli tükendi. Neandarthal insanı yoğunlukla Avrupa’da ve kuzey Asya’da bulunuyordu. Bu tür Homo Sapiens ile yaklaşık 270 bin yıl boyunca sürekli karşılaştı ama en yoğun karşılaşması bundan 60 bin yıl önce başladı ve 30 bin yıl sürdü. Neandarthal insanının neden tarih sahnesinden silindiği bilinmiyor ama Homo Sapiens tarafından soykırıma uğramış olma ihtimalleri var.

 

25 bin yıl önce insanlar daha sistematik inançlar kurgulamaya başladılar. Artık tapınıyorlardı ve rutin ritüeller düzenliyorlardı. Komplike bir inanca sahip olan topluluklar daha sıkı işbirliği yapıyor ve gelişiyordu. (Şamanlar görülmeye başlandı)

 

15 bin yıl önce Homo Floresiensis insanının nesli tükendi. Bu tür Endonezya’ya 1 milyon yıl önce yerleşen Homo Erektus türünden 95 bin yıl önce evrimleşmişti ve sadece Endenozya adalarında yaşıyorlardı. Bu adaların kıt kaynaklarından dolayı bedenleri küçük olan bu tür Yüzüklerin Efendisi filmindeki Hobit boyutlarındaydı.   

·         Not 1: İlk Homo türü insandan günümüze (5 milyon yıl boyunca) yeryüzünde 10’den fazla insan türü yaşadı ve sadece Homo Sapiens olan bizler hayatta kalmayı başarabildik. Son 15 bin yıldır dünyayı sadece Homo Sapiens türü yönetiyor ve şekillendiriyor.

·         Not 2: Homo Sapiens’in tarih sahnesine çıktığı dönemde yer yüzünde olan diğer insan türlerinin günümüze kadar gelememesinin sebebi belki de Homo Sapiens’in onlara soykırım uygulaması olabilir. Belki de hastalık yapan virüslere/bakterilere karşı bizler daha dayanıklıydık. Diğer insan türlerinin neden soylarını devam ettiremediklerini şimdilik bilemiyoruz. Öte yandan Homo Sapiens’in diğer insan türlerinden bazılarıyla çiftleştiğini ve aile kurduğunu genetik araştırmalarla tespit etmiş bulunuyoruz.

·         Not 3: Birbirimize ne kadar farklı gelsek de; koyu derililer, kızıl derililer, sarı derililer, koyu mor derililer, çekik gözlüler, sarı saçlılar, kızıl saçlılar, kıvırcık saçlılar, düz saçlılar, iri kemikliler, mavi gözlüler, uzunlar, kısalar, cüceler aynı türün (Homo Sapiens) insanıdırlar. Yani hepimizin atası aynıdır. En eski erkek atamız 78 bin yıl önce, en eski kadın atamız 200 bin yıl önce yaşamıştır.

 

14 bin yıl önce insanlar başıboş dolaşan kurt yavrularına rastladı. Henüz tehlikesiz olan bu sevimli yavruları barınaklarına getirdiler. (Sanırım o zamanın çocuklarının oyuncaklarıydı bu yavru kurtlar) İçlerinden bazıları insanlara alıştı. İnsanların elinden beslenmeyi, insanlarla yaşamayı sevdiler. Evcil kurta sahip olmak ayrıcalık halini almıştı. İnsanlar evlerine alışabilecek yavrular bulmak için kurtların yavrularını çaldılar. O dönemde evcilleşen bu kurtlar günümüz köpeklerinin ataları oldu. Artık kurt yavrusu aramaya gerek kalmamıştı. İyi koşullarda yetişen köpekler insanları terk etmiyor ve hızla çoğalıyorlardı.

 

13 bin yıl önce bazı insanlar tarımı başlatarak yerleşik düzene geçti. Avcı/toplayıcı topluluklar büyük bir ihtimalle bir önceki yıl terk ettikleri kamp yerlerinde tükettikleri bitkilerin ve meyvelerin artıklarından/çekirdeklerinden bir yıl sonra bitki ve meyve ağacı yeşerdiğini daha önce biliyorlardı. Ama bu kendiliğinden yeşermenin onlara yetecek yiyeceği vermeyeceği aşikardı. Kabiledeki yaşlıların ise göçe dayanması zorlaştığı için yaşlıları kamp yerlerinde yiyecekle bırakıyor ve onların etrafında yeşerecek bitkilere güveniyorlardı. Böylece yaşlılar da yiyecekleri bittiğinde etraflarında yeşeren bitkilerle idare ediyorlardı. Her kamp bölgesinde bu ekme biçme döngüsü gelişti ve genişledi. Yaşlılar yerlerinden hiç göçmeden kendi kendilerine beslenebiliyorlardı. Zamanla avcı ve toplayıcı kabilelerin erkekleri eşlerini ve çocuklarını da elverişli araziye sahip kamp yerinde yaşlılarıyla birlikte bırakmaya başladılar. Yaşılar ve kadınlar tarımı avcılığa gerek duyulmayacak şekilde geliştirmiş oldu. Arada sırada önlerinden geçen hayvanları avlayıp yemek de bonus idi. Erkekler de avcılığı ve toplayıcılığı bırakarak tarıma girişti. Artık tarım için bekleme aylarında avcılık yapılıyordu. Böylece tarım devrimi başlamış oldu. İnsanların diyetine tahıl ürünleri daha fazla girdi. (ilk mahsuller buğday ve arpa idi) Çiftçilikle uğraşmak yüzünden avcılığa az vakit kalıyordu, dolayısıyla insanların et tüketimi azaldı ama besin çeşitliliği arttı. Üstelik avcılığın getirdiği ölümler azaldı. Tarım ve yerleşik yaşam nüfusun hızla artmasını sağladı. Yerleşik düzen; köylerin, kentlerin, dinlerin, siyasetin, icatların ve medeniyete dair pek çok şeyin başlangıcı olacaktı.  

·         Not 1: İnsanoğlu bundan önce avcılık ve toplayıcılıkla beslendiği için sürekli göç etmek veya gezinmek zorundaydı. Yenebilecek hayvanların peşinde olmak ve yenilebilir bitki ve meyveleri toplamak zahmetli ve tehlikeli olduğu kadar göçü de zorunlu kılıyordu. Bu da nüfusu az tutuyordu. İnsanlar yaşlılarını terk ediyor, göçü engellediği için az çocuk yapıyordu.

·         Not 2: Tarım devrimi Bereketli Hilal denen bölgede gerçekleşti. Bu bölgede günümüzde şu ülkeler bulunmaktadır; İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, Türkiye, Irak.

·         Not 3: Tarım devrimi sayesinde insanlar pek çok bitkiyi ıslah etti ve tarlalaştırdı (evcilleştirmek demek bana göre doğru olmayacaktı, ben de bu kelimeyi uydurdum) İlk tarlalaştırılan bitkiler buğday, bezelye, fasulye ve nohut idi.

·         Not 4: Pek çok insan tarım devriminin 11 bin yıl önce başladığını sanır. Ama Göbeklitepe kazıları da gösterdi ki, tarım devrimi bundan en az 2 bin yıl daha önce başlamıştır.

·         Not 5: Tarım devrimi insanlara tahıl ve meyve yetiştirmeyi öğretmişti ama hayvancılığı henüz öğretememişti. Bu yüzden sadece tarımla uğraşan çiftçiler avlanmaya devam ettiler.

 

12 bin yıl önce farklı bölgelerdeki insanlar birbirinden habersizce kil ve çamurdan elle çanak çömlek yapmaya başladılar. Başlarda güneşte kurutarak sağlamlaştırdıkları bu eşyaları sonradan ısıtarak sağlamlaştırmaya başladılar.

·         Not 1: Bu icat sayesinde ilkel tuğla yapmayı da akıl ettiler. Artık çalıdan ve çadırdan evlerde kalmak zorunda değildiler. Kendilerine kerpiçten ev de yapabilirlerdi. İlk kerpiçten evler Filistin’de bulunan Eriha antik şehridir. 2000’e yakın nüfusu olduğu sanılan bu şehir MÖ 8000’li yıllarda kurulmuştur.

·         Not 2: Yaklaşık 7500 yıl sonra (MÖ 3500’lü yıllarda) pürüzsüz çömlekler yapabilmelerini sağlayacak tepsi biçimli çarkı icat ettiler. Bu icat onları tekerleği bulmaya da yaklaştıracaktı.

·         Not: 12 bin yıl önce, yani MÖ:10.000 yılında dünya nüfusu yaklaşık 5 milyon idi. Bu nüfusun yarısından fazlası Amerika kıtalarındaydı. Şimdi ise %14’ü Amerika kıtalarında yaşamaktadır.

 

11 bin yıl önce son buzul çağı sona erdi. 18 bin yıl önce zirvesine erişen ve neredeyse Avrupa’nın tamamını 4 mevsim kaplayan buz ve kar geri çekildi. Artık Avrupa toprakları da Bereketli Hilal bölgesi kadar verimli hale geldi. Tarım devrimi Avrupa’ya da sıçradı.

·         Not 1: Tarım devrimi 13 ila 10 bin yıl öncesinde üç bin yıllık bir zaman diliminde dünyanın pek çok bölgesinde başladı. Dolayısıyla farklı bitki türleri de ıslah edilmiş ve tarlalaştırılmış oldu. Bu bölgeler; Bereketli Hilal, Çin, Meksika, Peru, Yeni Gine ve Avrupa’nın güney bölgesi idi.

·         Not 2: Tarım devrimi sayesinde insanlar kalıcı yerleşkeler (köyler) kurmaya başladılar. Tarım aletleri ve sistemleri keşfedildi, bu da mekaniği ve teknolojiyi başlattı. Gelişmeler bununla da kalmayacaktı; inançlar komplikeleşecek ve kurumsallaşacak, merkezi idare sistemi doğacak, devletler ve ordular kurulacak, yazı icat edilecekti. Kısacası modern hayatın tetikleyicisi tarım devrimi olmuştu.

·         Not 3: Bugün yaşadığımız halklar ve sınıflar arasındaki eşitsizliğin ilk başlama zamanı da tarım devrimiyle olmuştur. 

 

10 bin yıl önce insanlar kendir bitkisinden yaptıkları ipliklerle ilk kumaşı ördüler. Bugünün keten kumaşının atası olan bu kumaş sayesinde insanlar giyim çeşitlerini artırdılar, 4 mevsim çalışabildiler ve daha soğuk yerlere göç edebildiler. Sonraki bin yıllarda insanoğlu sırasıyla yünden, pamuktan, ipekten, bambudan ve plastikten kumaş yapmayı da başaracaktı.

·         Not 1: Kumaşın atası ot ve sazlardan yapılan hasır örgülerdir. Hasır sepet ve zemin döşemeleri avcı-toplayıcı zamanlardan kalma göçebe eşyalarıydı.

 

9500 yıl önce insanlar artan et ihtiyacını karşılamak için yabani domuz ve keçileri yakalayarak tutsak ettiler, beslediler, çoğalttılar, büyüttüler ve ihtiyaç duyduklarında bazılarını kesip yediler. Zamanla bu hayvanlar evcilleşti. İnsanlar bu yöntemle diyetlerine daha çok protein katabildiklerini gördükten sonra etinden, sütünden, yumurtasından, yününden, gücünden ve sevimliliğinden yararlanabilecekleri hayvanları da evcilleştirmeye çalıştılar. 8 bin yıl önce koyun ve inek, 7 bin yıl önce tavuk, 6 bin yıl önce kedi, 5 bin yıl önce at, eşek ve deve evcilleştirildi. Evcilleşen hayvanlar artık doğal seçilimle değil, insan seçimiyle evrimleşiyordu. Günümüzdeki evcil hayvanlar ilk evcilleştiklerinde bugünkü kadar verimli ve faydalı değildi. Hayvan evcilleştirme de ilk Bereketli Hilal bölgesinde oldu.

·         Not 1: Hayvancılığın başlamasıyla tarım devrimi tamamlanmış oldu. Artık doğa insana değil, insan doğaya hükmediyordu.

·         Not 2: Tarım devriminden faydalanan yerleşik insanların refahını gören avcı-toplayıcı insanlar çiftçiliğe yönelmeye başladılar. Yönelmeyenleri de çiftçiler dışladı, kovdu veya katletti. Bazı avcı-toplayıcı klanlar çiftçiliğin sadece hayvancılık kısmını benimseyip göçebe hayatı yaşamaya devam ettiler. Tarım devriminden haberi olmayan başka coğrafyadaki avcı-toplayıcı toplulukların çoğu 11 bin yıl boyunca bundan habersiz yaşadı ve modern insanlar yurtlarını istila edince tarım devrimin farkına vardılar. Dünyanın kıyısında köşesinde, dağında ormanında tecrit edilmiş gibi yaşayan kabileler ise hala avcı-toplayıcı olarak yaşamlarını idame ettirmektedirler.

 

9000 yıl önce Bereketli Hilal bölgesinde yaşayanlar doğuya ve batıya göç ederek dillerini (Hint-Avrupa dillerini) yaymaya başladılar. Tarım ve hayvancılık sayesinde refahı ve kültürü artan Bereketli Hilal’de yaşayan insanların dilleri hemen hemen ortaktı. Bu bölgedeki çiftçilerden bazıları daha verimli topraklar bulmak için Avrupa’ya, Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya, İndus Vadisi ve ötesindeki Hindistan’a göç ettiler. Gittikleri her yere hem zenginliklerini, hem tarım ve hayvancılık bilgilerini, hem kültürlerini, hem de dillerini taşıdılar. Ekonomik ve kültürel güçlerinden dolayı taşındıkları bölgelerin dillerini de etkilediler ve böylece Hint-Avrupa dilleri doğmuş oldu.

·         Not 1: Bilim adamları Hint-Avrupa dilinin doğduğu bölgenin Karadeniz’in kuzeyindeki Kırım veya güneyindeki Anadolu olabileceğini iddia eder. Son dönemde ağırlık Anadolu’dan yanadır.

·         Not 2: Anadolu’nun eski medeniyetlerinden olan Etilerin dili Hititçe bir Hint-Avrupa dilidir.

·         Not 3: Hint -Avrupa dilleri; İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Hintçe, Bengalce, Pencepca, Urduca, Rusça ve benzerleridir.

·         Not 4: Türkçe bir Hint-Avrupa dili değildir, çünkü Türkler Bereketli Hilal’in en verimli toprakları olan Anadolu’ya günümüzden yaklaşık bin yıl önce gelmişlerdir. Türkçe Ural-Altay dil ailesine mensuptur. Türkçe’nin anavatanı orta Asya’dır.

·         Not 5: 9 bin yıl önce, yani MÖ:7.000 yılında dünya nüfusu yaklaşık 9,5 milyon idi.

 

7500 yıl önce insanlar madenleri keşfetti. Madenleri eritip eşya yapmaya başlamalarıyla taş devri sona erdi, maden devri başladı. 2300 yıl sürecek maden devri; bakır, tunç ve demir çağları olarak üçe ayrıldı. Maden devrine girildiğinde dünya nüfusu 15 milyon civarındaydı.

·         Not 1: 7500 yıl kadar önce bakır keşfedildi ve bakır aletler yapılmaya başlandı. 5000 yıl kadar önce bronz keşfedildi ve bronz aletler yapılmaya başlandı. (Tunç olarak da bilinen bronz, o zamanlar bakır ve kalay karışımıyla yapılırdı) 3500 yıl kadar önce demir keşfedildi ve demir aletler yapılmaya başlandı.

·         Not 2: Madenlerin keşfi ile insanlar yeni bir tür ayna ile tanıştılar. Yüzeyi cilalanarak parlatılmış metal ayna. Bu aynalar bakırdan, bronzdan ve gümüşten yapılıyordu. Bu aynalar önemli bir ticaret malıydı. Daha önceleri obsidyen taşından aynalar vardı. Obsidyen taşı takı yapımında da kullanılıyordu. Bu yüzden obsidyen taşı ticareti çok gelişmişti. Obsidyen taşına en çok Anadolu’da rastlanıyordu. Çünkü Bereketli Hilal’de ve Mısır’da pek fazla antik volkan yoktu ama Anadolu’da bolca vardı. Anadolu’da (Çatalhöyük) sekiz bin yıllık obsidyen ayna bulunmuştur. Camı sırlayarak ayna yapımı çok sonraları icat edilmiştir. İlk sırlı camlı oval ayna (14.yüzyıl) sonra sırlı camlı düz ayna (18.yüzyıl) icat edilmiştir.

 

6500 yıl önce insanlar su üzerinde taşıma yaptıkları kayık tipi araçları icat ettiler. (Salları ise daha önce de kullanıyorlardı.)

 

6200 yıl önce insanlar tarımda daha verimli olmak için güneş takvimini geliştirdiler. Böylece ekim ve dikim zamanlarını kollayabiliyor, nehirlerin ne zaman yükseleceğini ve böylece tarla sulamasını ne zaman yapabileceklerini hesap edebiliyorlardı. Yalnız bu takvim sadece yıllık döngüleri takip etmelerine yarıyordu.

·         Not: Aylar için ay hareketlerine bakarak icat ettikleri ay takvimini kullanıyorlardı. Dolayısıyla bir ayları 29 gün idi.   

 

6000 yıl önce (MÖ 4000’li yıllarda) insanlar kentler (büyük köyler) ve kent krallıkları oluşturmaya başladılar. Kentlerini büyütmek ve halkı bir arada tutmak için dinden faydalanmayı icat ettiler. Büyük tapınaklar modası başladı.  

·         Not: MÖ 4000 yılında dünya nüfusu yaklaşık 30 milyon idi.

 

5500 yıl önce (MÖ 3500’lü yıllarda) insanlar tekerleği ve camı icat etti.

 

5200 yıl önce (MÖ 3200’lü yıllarda) insanlar yazıyı keşfetti. Yazının keşfiyle tarih öncesi çağlar kapandı.

·         Not 1: Tarih öncesi çağlar ikiye ayrılır; birincisi 2,2 milyon yıl süren taş çağı, ikincisi 2300 yıl süren maden çağıdır.

·         Not 2: Yazıyı Sümerler keşfetti. Fırat ve Dicle nehirlerinin güneyindeki Basra bölgesinde 6000 bin yıl önce tarih sahnesine çıkan Sümerliler ne Sami-Hami dilini ne de Hint-Avrupa dilini konuşuyorlardı. Başka bir dil ailesine mensuptular çünkü onlar Basra’ya Asya’dan gelmişlerdi.

·         Not 3: İlk yazılı kayıtlar muhasebe amaçlıdır ve çoğunlukla rakamları içerir. Biçtikleri tahılları güvenle saklayacakları depoları olmayan çiftçiler diğer çiftçilerle birlikte mahsulü sağlıklı ve güvenli koruyacak silolar (depolar) yapmıştı. Bu siloları beklemesi için de rahiplere güvenmişlerdi. Rahipler çiftçilerden aldıkları mahsulü kayda almaya ve bir kopyasını çiftçiye vermeye başlamıştı. Böylece yazı ortaya çıktı. Köylerdeki silolar zamanla ibadethaneye de sahip oldu. Daha sonra altı silo olan dev tapınaklar inşa edildi. Rahipler hem mahsul bekçiliği yapıyor hem de mahsulden vergi alıyorlardı. Bu durum önce büyük köy (şehir), sonra devlet anlayışının temelini attı. Yani devlet halkın malını korumak ve kamu malı oluşturmak için kuruldu denilebilir. Yazının çıkışıyla, şehir devletlerinin ortaya çıkışı ardışıktı ve birbirine yakın tarihlidir.

 

5000 yıl önce (MÖ 3000’lü yıllarda) dünya nüfusu yaklaşık 50 milyon idi.

 

4400 yıl önce (MÖ 2400’lü yıllarda) Babilliler yılı 12 eşit parçaya ve günü de 24 saate ayırmışlardır.

 

4300 yıl önce (MÖ 2300’lü yıllarda) ilk çok şehirli devlet olan Akad İmparatorluğu kuruldu. Bundan önceki devletler şehir krallıklarıydı.

 

4000 yıl önce (MÖ 2000’lü yıllarda) dünya nüfusu yaklaşık 80 milyon idi.

 

3750 yıl önce (MÖ 1750’li yıllarda) devletleri kurumsallaştıracak hamlelerden ilki atıldı. Babil’de Hammurabi Kanunları yayınlandı.

 

3000 yıl önce (MÖ 1000’lü yıllarda) dünya nüfusu yaklaşık 125 milyon idi.

 

2700 yıl önce (MÖ 700’lü yıllarda) insanlar alışverişte ödeme aracı olan değiş-tokuşa (barter) alternatif olarak parayı icad etti. (Bir Anadolu krallığı olan Lidyalıların marifetiydi para)  

 

2500 yıl önce (MÖ 500’lü yıllarda) insanlar ilk demokrasi uygulamasını hayata geçirerek politik oylama yaptılar.  

 

2200 yıl önce (MÖ 200’lü yıllarda) insanlar kağıdı keşfetti.

 

2016 yıl önce, Milad’ın başında dünya nüfusu 240 milyon civarındaydı. Çoğunluğu Asya kıtasındaydı.

·         Not 1: MS 500 yılında nüfus 270 milyona, 1000 yılında da 310 milyona ancak ulaşabildi. Çünkü milattan sonraki ilk bin yılda savaşlar, yağmalar, gasplar, istilalar, katliamlar, soykırımlar, göçler, salgınlar ve kıtlık oldukça fazlaydı. O dönemde İnsanoğlu hep yağmacıydı, üretmek yerine üretenleri yağmalıyor, katlediyor ve köleleştiriyordu. Bu bin yıllık dönemde insanlığın hayrına, icatlar ve keşifler adına kayda değer bir gelişme olmadı. (Günümüzde modern ve nispeten vicdani/adaletli bir hayat sürüyoruz. Atalarımızın zamanında tüm kavimler/milletler komşularının mallarına göz dikmiştir. Yağmalama ve öldürme sıradan bir olaydır. Bunu biz Türkler de, Vikingler de, Cermenler de, Keltler de, Hunlar da, Araplar da, Persler de, Asurlular da, Antik Mısırlılar da, Antik Romalılar da, Antik Yunanlılar da, Hintliler de, Çinliler de ve bütün kavimler de yapmıştır. Amaç kendi üretmedikleri/sahip olmadıkları şeylere gasp ederek sahip olmaktır. İstila edip yağmaladıkları yerlerdeki erkekleri katletmişler, kadınları ve çocukları da köle olarak alıp kullanmış veya satmışlardır. Bu sebeple atalarımızla övünmeyi artık bir kenara bırakmalıyız. Bizler onlardan kat be kat daha iyi ve medeni insanlarız. Atalarımıza hak etmedikleri değeri/övgüyü vermek öncelikle bizlere saygısızlıktır.)    

·         Not 2: Dünya nüfusu 500 milyona 1650’li yıllarda, 1 milyara 1802 yılında, 2 milyara 1927 yılında, 3 milyara 1961 yılında, 4 milyara 1971 yılında, 5 milyara 1987 yılında, 6 milyara 1999 yılında, 7 milyara 2011 yılında ulaşılmıştır. 8 milyara 2020 yılında ulaşması beklenmektedir. Bu tarihten sonra dünya nüfusunun artış hızının azalması beklenmektedir. 10 milyara 2050 yılında ulaşılacağı tahmin edilmektedir.

·         Not 3: Dünyanın bugünkü nüfusu 7,5 milyardır. Bu nüfusun %60’ı Asya kıtasında, %16’sı Afrika kıtasında, %10’u Avrupa kıtasında, %8,5’u güney Amerika kıtasında, %5’i kuzey Amerika kıtasında, %0,5’i de Okyanusya kıtasında yaşamaktadır.

 

1766 yıl önce (yıl 250) insanlar barutu icat etti.

 

1540 yıl önce (yıl 476) yaklaşık yüzyıldır Germen ve Hun akınları yüzünden sürekli batıya göç veren ve bu yüzden ekonomik ve askeri olarak zayıflayan Batı Roma İmparatorluğu battı. Kavimler göçü sebebiyle bu imparatorluğun yok oluşu yeni bir çağı başlattı: İlk Çağ kapandı ve Orta Çağ başladı.

 

1423 yıl önce (yıl 593) insanlar ağaç oyma tekniğini kullanarak ilk seri baskıyı (ilkel matbaa) icat etti.

 

834 yıl önce (yıl 1182) insanlar manyetik pusulayı icat etti.

 

741 yıl önce (yıl 1275) insanlar büyüteci ve gözlüğü icat etti. Optikteki gelişmeler sonraki yıllarda mikroskopu ve teleskopu armağan edecekti.

 

736 yıl önce (yıl 1280) insanlar mekanik saati icat etti.

 

726 yıl önce (yıl 1290) insanlar yel değirmenlerini icat etti.

 

566 yıl önce (yıl 1450) insanlar modern matbaayı icat etti.

 

524 yıl önce (yıl 1492) Amerika kıtası keşfedildi. Bu kıtanın keşfedilmesi hem Avrupa hem de dünya tarihini değiştirmeye başladı. Dünya tarihçilerine göre bu keşif Orta Çağ’ın kapanmasına ve Yeni Çağ’ın başlamasına neden olmuştur. (Bizim tarihçilerimize göre bu çağ değişimi 1453 İstanbul Fethi ile olmuştur)

 

407 yıl önce (yıl 1609) ilk teleskop yapıldı.

 

360 yıl önce (yıl 1656) ilk taşınabilir mekanik saat icat edildi.

 

318 yıl önce (yıl 1698) ilk ticari buhar makinesi icat edildi.

 

247 yıl önce (yıl 1769) buhar gücüyle çalışan ilk otomobil yapıldı.

 

227 yıl önce (yıl 1789) yoksulluk, adaletsizlik ve savaşlar yüzünden ezilen Fransız halkı aydınlarının bilinçlendirmesiyle ve burjuvanın önderliğinde ayaklanmış ve Fransız Devrimini yapmıştır. Bu devrim sayesinde krallık (monarşi) yıkılmış ve cumhuriyet kurulmuştur. Sonrasında Fransız Devrim’i dünyaya örnek olmuş, milliyetçilik akımları İmparatorlukları sarsmış, pek çok imparatorluk milli devletlere bölünmüş ve yönetimi biçimi olarak Cumhuriyet/Demokrasi yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu sebeple Fransız Devriminin Yeni Çağ’ı sonlandırdığı ve yeni bir çağa geçit verdiği söylenir. Fransız Devrimi sonrasındaki bu yeni çağa Yakın Çağ denmektedir ve günümüze kadar gelmiştir.

·         Not: Yakın Çağ’ın da sonlandığını ve zaten yeni bir çağın başladığını, bunun gelecekteki tarihçiler tarafından dile getirileceğini iddia edenler vardır. Bu iddia sahiplerinin çağ dönüşümünün aşağıdaki tarihlerden/gelişmelerden biri olduğunu iddia eder.

o   1800’lerde sanayileşmenin etkisiyle ortaya çıkan eşit paylaşım, hümanizm, sosyalizm, komünizm akımlarıyla başlayan Toplumsal Refah Çağı

o   1900’lü yılların ilk yarısında gazetecilik, radyo, TV ve sinemanın gelişmesiyle başlayan Medya Çağı

o   1948 yılında Birleşmiş Milletlere üye tüm ülkelerin ortak imzasıyla yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile başlayan Özgürlük, Eşitlik ve Adalet Çağı

o   1900’lü yılların ikinci yarısında hava, kara ve deniz taşımacılığı ve ulaşımının muazzam gelişimiyle seyahat, para ve mal trafiğindeki artışla başlayan Küreselleşme Çağı

o   1990’larda kişisel bilgisayarların yaygınlaşması ve internetin halka açılmasıyla başlayan Dijital Çağ

o   2000’li yılların başlarında ortaya çıkan Akıllı Telefon ve Sosyal Medya ile başlayan Çoklu Etkileşim Çağı

 

216 yıl önce (yıl 1800) pilin icat edilmesiyle yüzyıllardır bilinen elektrik kullanılabilir hale geldi.

 

202 yıl önce (yıl 1814) ilk fotoğraf çekildi, ilk buharlı lokomotif yola çıktı.

 

195 yıl önce (yıl 1821) elektrik motoru yapıldı.

 

181 yıl önce (yıl 1835) ilk elektrikli motora sahip otomobil yapıldı.

 

170 yıl önce (yıl 1846) insanlar telgrafı buldu.

 

157 yıl önce (yıl 1859) gaz yağı ile çalışan iki zamanlı ilk içten yanmalı motor yapıldı.

 

154 yıl önce (yıl 1862) insanlar plastiği icat etti.

 

151 yıl önce (yıl 1865) insanlar dinamiti icat etti.

 

149 yıl önce (yıl 1867) gaz yağı ile çalışan dört zamanlı ilk içten yanmalı motor yapıldı.

 

140 yıl önce (yıl 1876) insanlar telefonu icat etti.

 

139 yıl önce (yıl 1877) insanlar ses kayıt cihazını icat etti.

 

138 yıl önce (yıl 1878) insanlar hareketli görüntüyü (videoyu) ve elektrik ampulünü icat etti.

 

136 yıl önce (yıl 1880) ilk benzin yakıtlı motor yapıldı.

 

131 yıl önce (yıl 1885) benzinle çalışan içten yanmalı motora sahip ilk otomobil yapıldı.

 

128 yıl önce (yıl 1888) ilk tükenmez kalem yapıldı.

 

115 yıl önce (yıl 1901) ilk radyo yayını yapıldı.

 

114 yıl önce (yıl 1902) ilk elektrikli süpürge yapıldı.

 

113 yıl önce (yıl 1903) insanlar uçmayı başardı.

 

112 yıl önce (yıl 1904) ilk kol saati yapıldı.

 

111 yıl önce (yıl 1905) Einstein 4 makale yayınladı. E=mc2, Fotoelektrik etki, Özel görelilik,

 

108 yıl önce (yıl 1908) ilk seri üretim otomobil üretildi.

 

103 yıl önce (yıl 1913) radyasyon ölçüm aleti (Geiger Sayacı) yapıldı.

 

102 yıl önce (yıl 1914) ilk elektrikli bulaşık makinesi yapıldı.

 

101 yıl önce (yıl 1915) Einstein genel görelilik makalesini yayınladı. Uzay-zaman, kütle çekimi, karadelik, zaman genleşmesi  

 

100 yıl önce (yıl 1916) ilk elektrikli matkap üretildi.

 

95 yıl önce (yıl 1921) insülin bulundu.

 

91 yıl önce (yıl 1925) ilk FM radyo yayını başladı.

 

90 yıl önce (yıl 1926) ilk televizyon yayını başladı.

 

88 yıl önce (yıl 1928) ilk antibiyotik olan Penisilin pazara sunuldu.

 

84 yıl önce (yıl 1932) ilk elektronik mikroskop yapıldı.

 

78 yıl önce (yıl 1938) ilk bilgisayar (ilkel) yapıldı.

 

69 yıl önce (yıl 1947) transistor icat edildi. Mikrodalga fırın yapıldı.

 

67 yıl önce (yıl 1949) 45’lik plak piyasaya sunuldu.

 

66 yıl önce (yıl 1950) ilk kredi kartı çıktı.

 

63 yıl önce (yıl 1953) laboratuvarda hücre benzeri organik oluşum elde edildi. (Miller-Urey Deneyi)

 

62 yıl önce (yıl 1954) ilk nükleer santral faaliyete geçti.

 

59 yıl önce (yıl 1957) ilk uydu yörüngeye yerleştirildi.

 

56 yıl önce (yıl 1960) lazer bulundu.

 

55 yıl önce (yıl 1961) insanoğlu atmosferin dışına, uzaya çıktı. Aynı yıl müzik kasetleri ve kaset çalarları piyasaya sunuldu.

 

47 yıl önce (yıl 1969) insanoğlu aya ayakbastı.

 

44 yıl önce (yıl 1972) ilk defa bir canlının (bitkinin) genetiği (DNA’sı) değiştirildi.

 

35 yıl önce (1980’li yılların başlarında) insanlar evlerine/kendilerine bilgisayar almaya başladı.

 

27 yıl önce (yıl 1989) internet icat edildi.

 

25 yıl önce (1990’lı yılların başlarında) internet ve cep telefonları sıradan insanların da hayatına girdi.

 

20 yıl önce (yıl 1996) insanın genetik haritası çıkarıldı. Yani DNA’mızda yer alan 25 bin genin şifreleri tek tek çözüldü ve ne işe yaradıkları anlaşıldı. (Gen, ebeveynden çocuklarına geçen belirli bir karakteristiği taşıyan biyolojik kalıtım birimidir. DNA sarmalında farklı uzunluklarda bulunan genlerin her birinin işlevi farklıdır.) Aynı yıl bir koyun (Dolly) klonlandı.

 

19 yıl önce (yıl 1997) MP3 çalar piyasaya sunuldu.

 

10 yıl önce (yıl 2006) akıllı telefonlar insanlığın kullanımına sunuldu.

 

6 yıl önce (yıl 2010) laboratuvarda yapay DNA elde edildi ve normal hücrenin DNA’sıyla yer değiştirilebildi.

 

3 yıl önce (yıl 2013) bir insana biyonik uzuv (kol) takıldı.

 

Bugün (7 Ekim 2016) yeryüzünde ökaryot hücreli 8,7 milyon tür canlı var olduğu tahmin ediliyor. Bunların 1,2 milyonu keşfedilebilmiş ve sınıflandırılabilmiş durumdadır. Ökaryot hücreli bu canlı türlerinin %88,9’u hayvanlara, %3,4’u bitkilere, %7’si mantarlara, %0,3’ü yosunlara, %0,4’ü tek hücrelilere aittir.  Yani tüm canlı türleri arasında hayvan türü çeşitliliği ezici çoğunluktadır.

·         Not 1: Yeryüzünde bulunan hayvan türlerinden sadece %12,3’ü (7,7 milyon hayvan türünden sadece 953 bini) keşfedilebilmiş ve sınıflandırılabilmiştir.

·         Not 2: Kambriyen dönemi başlangıcından (550 milyon yıl önceden) itibaren dünyada yaşamış ama evrimleşmeyle veya doğal felaketlerle veya kıtlıkla ortadan kaybolmuş hayvan türlerinin toplam sayısı uzmanlara göre bugün yaşayan hayvan türlerinin bin katı, yani 7,7 milyar adettir.

·         Not 3: Dünyada bulunan bakteri benzeri prokaryot hücreli canlıların toplam ağırlığı ökaryot hücreli canlıların ağırlığının 2 katıdır.

·         Not 4: Homo Sapiens’in ortaya çıkmasından sonra geçen 300 bin yılda yer yüzünde 110 milyar insanın yaşadığı tahmin ediliyor. (Cennet veya cehennem epey kalabalık olacak anlayacağınız 😊 ) Şu anda dünyanın nüfusu yaklaşık 7,5 milyardır.

·         Not 5: Ortalama hava sıcaklığı 15 derecedir. Atmosferin bileşiminde; % 78,9 azot, % 20,95 oksijen, % 0,003 karbondioksit, % 0,25-3 su buharı ve argon, neon, helyum gibi asal gazlar bulunmaktadır.

 

5 yıl sonra süper bilgisayarların yerini alacak olan ilk (ilkel) kuantum bilgisayarı yapılacak. Aynı dönemde yapay zeka yazılımlarının ilkel formları ortaya çıkacak. İnsanımsı robotların ilkel modelleri de çıkacak.

 

10 yıl sonra insanlar ulaşımda ve iş hayatında otonom araçları ve robotları daha çok kullanmaya başlayacak. Elektrikli otomobillerin sayısı fosil yakıtlı araçların sayısını geçecek.   

 

15 yıl sonra insanlar ihtiyaç duydukları pek çok şeyi 3D yazıcılardan elde edecek. İnsanlar internette daha fazla zaman geçirecek. Pek çok insan internetteki sanal alemlerin içinde var olarak zaman geçirecek ve para kazanacak.

 

20 yıl sonra kuantum bilgisayarları, 3D yazıcılar, yapay zeka ve insanımsı robotlar olgunluk aşamasına erecek ve internet üzerinden birbirine bağlı bir ağ haline gelecekler ve hayatımız kökten değiştirecek.

 

25 yıl sonra insanlar gen tedavisi görerek birçok hastalıktan kurtulacak, yaşlılar daha genç gözükecek ve ortalama ömür sıçramalı bir şekilde artacak. Yeni doğanların ortalama ömrü 100 yılı geçecek.

·         Not : İnsanlara bilgi ve beceri kazandırılmayacak, yüklenecek. Kafamıza takılan elektrotlarla beynimize istediğimiz bilgi yüklemelerini yapabileceğiz. Beceri kazanmak, diploma almak, lisans almak için uzun süreli eğitimlere, seminerler, kurslara gerek kalmayacak. Okullar yıkılacak.

 

30 yıl sonra dünya tek para birimine geçecek, sınırlar kalkacak, devlet/otorite idaresi yapay zekaya devredilecek. İşlerin çoğunu robotlar ve yapay zeka yapacak.

 

35 yıl sonra yeni dünya düzenine (tek dünya, tek ekonomi, tek ordu, tek resmi dil, tek yönetim, tek merkezi otorite) girmeyen ülkeler istila edilecek.

 

40 yıl sonra pek çok hastalığın sebebi ve iyileşme yöntemi bulunacak. Hastalanarak ölen insan sayısı ve yaşlılığın getirdiği olumsuzlukları yaşayan insan sayısı azalacak.

 

45 yıl sonra insanlar ölmeden önce ruhlarını (bilinçlerini, hafızalarını, duygularını…vb) bir insanımsı robotun kafasının içindeki bilgisayara aktarabilecekler ve böylece sonsuza kadar yaşamanın formülünü bulmuş olacaklar.

 

50 yıl sonra insanlar Mars’ta ilk koloniye yerleşecekler ve dünya dışında yaşam başlamış olacak.

 

75 yıl sonra dünyada konuşulan etnik dillerin sayısı 100’e düşecek. (Bugün konuşulmakta olan 6-7 bin dil var.)

 

100 yıl sonra evrende dünyaya benzer her gezegene uzay gemileriyle yaşam formları taşıyacağız. Uzay gemilerimizin taşıdıkları bakteriler, arkeler, algler, planktonlar, virüsler, mantarlar, bitkiler ve benzeri ilkel yaşam formları vardıkları gezegenleri 100 ila 500 yıl arasında insan ağırlayabilecek düzeye getirecekler.

 

200 yıl sonra daha önce yaşam formu gönderdiğimiz gezegenlere bu sefer devasa uzay gemileriyle insanlar göndereceğiz. Nesiller boyu sürecek bu yolculuğa yanımızda hayvanları da götüreceğiz.

 

500 yıl sonra merkezi yapay zekanın aldığı kararla ve ona bağlı robotların zoruyla dünyadaki insanoğluna üreme yasaklanacak. Her insanın bilincini bir robotun beynine aktarılması istenecek. Buna uymayı reddeden insanlar yer altına çekilecek ve terörist ilan edilecek.

 

1000 yıl sonra Terminatör filminde olduğu gibi robotlarla ve yapay zekayla savaşıyor olacağız. Mars’tan gelen soydaşlarımızın yardımıyla kazanan biz olacağız ama nükleer ve manyetik bombalardan dolayı kaybeden dünya olacak. Dünyadaki insan nüfusu 1 milyona kadar düşecek.

 

10 bin yıl sonra insanlık dünyada daha güzel bir medeniyet inşaa etmiş olacak ve nüfusu 5 milyara tekrar ulaşacak.

 

13 bin yıl sonra dünya yörüngesinden çıkacak ve tersine dönmeye başlayacak. Bu sayede mevsimler yer değiştirecek. Avustralya yılbaşına kışın girecek.

 

50 bin yıl sonra insanlık Samanyolu Galaksisindeki en az 100 gezegende koloni kurmuş olacak. (Yine de dünyada yaşamaya devam edecek insanlar olacak.)

 

100 bin yıl sonra insanlık başka bir galaksiye varmış olacak. Samanyolu galaksisinde en az bin gezegeni kolonileştiren insanlığın nüfusu 5 trilyonu geçecek.

 

500 bin yıl sonra dünya büyük buzul çağına girecek ve dünya kartopuna dönüşecek.

 

100 milyon yıl sonra Satürn’ün halkaları yok olacak.

 

200 milyon yıl sonra tüm kıtalar birleşerek süper kıta oluşturacaklar.

 

600 milyon yıl sonra sera etkisi nedeniyle bitki örtüsü kalmayacak ve ormanlar yok olmuş olacak.

 

800 milyon yıl sonra karbon dioksit seviyeleri dünya genelinde iyice düşecek. Oksijenin de azalmasıyla dünyada yaşam kalmayacak. Dünyada kalmayı tercih eden insanlar da 100-200 yıl içerisinde yok olacak. Ancak bundan sonra yeryüzünde kalan tek yaşam tek hücreli bakteri olacak.

 

1 milyar yıl sonra güneş yüzünden dünya gittikçe ısınacak ve okyanuslar buharlaşmaya başlayacak. Atmosferden uzaya buhar sızacak.

 

2 milyar yıl sonra giderek ısınan ve genleşen güneş nedeniyle Dünya'da sıcaklık müthiş artacak ve okyanuslar tamamen yok olacak. Yeryüzünde çok ender yerlerde ve yer altında bir miktar su kalacak ama onlar da milyonlarca yıl sonra uzaya uçup gidecek. Bakterilerin çoğu yok olacak, hayatta kalanları yer altındaki nemli havzalara çekilecek.

 

2,8 milyar yıl sonra dünyada hiçbir yaşam formu kalmayacak. Gezegenimiz bugünkü Venüs’e benzeyecek.

 

3 milyar yıl sonra dünyanın çekirdeği soğuyacak, manyetik alanı kapanacak, dünya güneşe kitlenecek, yani kendi etrafında dönmeyi bırakacak, tektonik hareketler olmayacak, atmosferi yok olacak.


4 milyar yıl sonra Samanyolu ve Andromeda birleşerek çok büyük yeni bir galaksi meydana getirecekler.

 

8 milyar yıl sonra dünya yok olacak. Katili, son 4 milyar yıldır sürekli büyüyen güneş olacak. Dünyayı yutarak veya buharlaştırarak öldürecek.

 

15 milyar yıl sonra güneş küçülecek ve tamamen sönecek. Maalesef karadelik de olamayacak. Kara bir kömür (belki de elmas) topu olacak.

 

100 trilyon yıl sonra evrende parlayan yıldız kalmayacak. En son yıldız da sönmüş olacak. Yine de insanlar gezegenlerinin etrafında dönen yapay yıldız yapıp gece ve gündüzü yaşamak isteyecekler.

 

100 katrilyon yıl sonra evren belki çökerek, belki donarak, belki yırtılarak, belki de parçalanarak yok olacak. Belki de bu yok olma çok daha sonra olacak. Belki de evren hiç yok olmayacak.

 

 ....................................................


Evrenin, dünyanın, canlıların ve insanın varoluşuna dair kilometre taşları bilim adamlarınca şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konuyor. Bugünlere nasıl geldiğimiz yüzde yüze yakın bir oranda biliniyor. Dünya ve insanoğlu kendi kaderini çizdi ve çizmeye devam edecek. Yaşam piyangosu bize çıkmışken yaşamımızı anlamlı kılmak için araştırmaya, öğrenmeye ve beynimizi geliştirmeye devam etmek en doğrusu.


Not: Bu makaleyi yazmama sebep olan 7 yaşındaki oğlum Ege’dir. Onun meraklı sorularına doğru ve doyurucu cevaplar verebilmek için yaptığım okumalar sırasında, gelecekte de sorabileceği soruların cevaplarını araştırırken buldum kendimi. Okuduklarımı unutmamak için notlar alırken de yazılı kompakt bir makale yazıp bloğumda paylaşmak geldi aklıma. Sevgili oğluma teşekkür ediyorum.   

 

Kaynakça: Bu yazıyı yazmak için internetten faydalandım. Yanlış anlaşılmasın, makalemin her satırı orijinaldir, hiç copy-paste yoktur. Bu makaleyi hazırlamak 3 ayımı aldı. İşten eve geldikten sonra her akşam 1-2 saatimi ayırarak okuduğunuz bilgilere eriştim ve sizler için özetlerini çıkardım.

 

 

Bu yazıdan öğrendikleriniz hoşunuza gittiyse aşağıda linklerini verdiğim yazıları da okumanızı öneririm. 

 

http://www.evrimagaci.org

 

http://www.evrimianlamak.org

 

http://www.sessizbahce.org/yasamin-baslangici/

 

http://www.cangungen.com/2011/04/20/1066/

 

http://blog.milliyet.com.tr/canlilik-nasil-basladi----abiyogenez--canli-ile-baslamayan-canlilik--teorisi/Blog/?BlogNo=230791

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam%C4%B1n_evrimsel_tarihi

 

http://haci-haci.typepad.com/maddenin_canli_davrani_se/3-bi%CC%87g-bang/

 

https://neyeinanacagiz.wordpress.com/2014/03/16/dini-soylemlerin-kronolojik-evrimi/


3 yorum:

  1. Bu guzel yazin icin sagol dostum . burda yazilarini okuyorum .

    YanıtlaSil
  2. Evrenin ya da bizim canlıların hikayesinin şahane bir özeti. Çok emek verilmiş bir yazı.Hazırlayanın eline sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Bu harika makale için teşekkürler, bir solukta okudum. Gerçekten çok emek vermişsiniz.

    YanıtlaSil